11 Ağustos 2012 Cumartesi

Ebru’m ve Ben [56 PART]

Bir hikayeyi daha ayaginiza getiriyorum takip edenler olursa devam edicem {Hikaye icin yazara tessekkurler} öncelikle merhaba ..Ben kucukken Babam annemi terk etmisti. Annemle yasiyordum ama cok cekingen birisiyim ve biraz acilmak için iyi bir fikir olmasada annem beni babamin yanına gondermeye yeltendi ve yeni bir hayata yelken açabilmek için soluğu babamın yanında almaya karar verdim. tüm bu sorunlu hayatımı annem babama bahsetmişti.. yaşadığım olayların birçok bölümünde babamın beni alttan alması yaşadığım sorunlar ve agrasifliğime bağlıydı.. hikayemde ismimi X olarak duyacaksınız.. .. kısaca karmasik ve hayatimda iz birakan olayları anlatacağım.. bu hikaye uzun olacak çünkü yaşanan olaylar beni yeni bir şoka sürükledi. bunları kimseyle paylaşamadığım için buraya yazıcam… olay henüz gecen yaz geçmiştir… hikayem çok uzun sürecektir… Part 1. bendeniz: 18 yaşında olmakla birlikte iş ve okulu olmayan tüm gününü pc başında geçiren, asosyal değil fakat antisosyal olan, sosyal ortamlarda takılmayı sevmeyen biriyim. bu sıkıcı hayatımı gördüğüm hayaller maceracı ve birçok olaylar yaşamaya itmişti.. annem ve babam ayrı.. babam türkiye’nin en gözde turistik yerlerinde otopark sahibi tanınmış bir insandır. o yüzden ne yer ne isimler hikayemde geçecek.. yaz aylarına yaklaşırken, papatyalar açmaya başlarken bu asosyal hayatımdan sıkılıp annemin de onayını ve istegini alarak babamın yanına 6 aylığına gitmeye karar verdim.. babam bunu zevkle kabul etti, işlerimde bana yardım edersin dedi.. ve artık yolculuk zamanıydı.. süreç bu akşam başlıyordu… tam 4 saat sürecek yol için 2 gün önceden biletimi ayırtmıştı annem.. 2 gün sonra saat 7 de otobüse binip farklı diyarlara, turisti, içki mekanları, kumar mekanları, diskoları bol olan bir yere gidecektim.. o gün gelip çattığında kalabalık garajdan otobüsüme bindim ve 4 saatlik yolculuğu başlatan marş anahtarı çalışmıştı.. tek başıma yaptığım bu yolculuk, kalabalık ortamın bana verdiği sıkıntı 4 saatte bu 6 aylık sürece mutsuz başlamama sebep sayılırdı. nihayet yolculuk son buldu ve garajda beni bekleyen babamı gördüm.. babam 45 yaşında 1.75 boyunda 70 kilo fitt ve karizmatik bir görünüşe sahipti. saçlarına yeni beyazlar düşmüş bir olgun adamı gördüm.. sarıldık, sarmalaştık. ve garajın ilersinde otoparka yürümeye başladık.. babamı en son 2 yıl önce görmüştüm. bu 2 yıllık süreçte telefonla konuşurduk.. otopark’a geldiğimizde babam adamla beni tanıştırdı. bu otopark senin mi baba diye sorduğumda, hayır oğlum bu adam benim arkadaşım.. otoparkçılar birbini tanır dedi.. otoparkçı adamla tanıştık birkaç soru sormuştu bana. soru cevaplamayı sevmediğim için yüzüne bakmadan sorduğu soruları cevapladım.. adam bunu anlamış olmalı ki benle samimi olmadı. babam otoparkçı ile vedalaşarak kendi arabasına doğru yöneldi.. güzel sportik bir arabaydı bu. yuh dedim içimden. bu adam bu arabalara biniyor fakat bize 5 kuruş para göndermiyor diyordum içimden.. neyse eve vardık artık maceranın başlangıcı için ilk kapı eşiğini geçmiştik.. 3 katlı bir ev.. ama epey geniş. en yukarısında babam kalıyordu. açık terası, dışardan şatoyu andırıyordu sanki.. eve babamın kadın getireceğini bildiğim halde gitmiştim.. ben kendi dalgama bakar düşüncesindeydim. babam tuvalete girdiğinde ben evi gezmeye başladım.. yatak odasına vardığımda giysi dolabını açtım baktım.. daha ilk fire gelmişti.. babamın kıyafetlerin yanı sıra 20 kadar kadın geceliği, giysisi ve iç çamasirina rastladım.. babam tuvaletini yaparken ben bu duruma gülüyordum.. vay su adama bak dedim içimden. birbirinin üstüne binmiş dürülü halde olan iç çamasirlarinin birini elime almak için bir diğerinin üstünden kaldırdım. evet çamasirin arasında bulunan bazi nesneler de gün yüzüne çıkıverdi. ağzım açık bir halde bakakaldım sonra onları tekrar eski haline dönüştürüp hemen odadan çıktım.. suratımda ufak bir gülümseme vardı.. ta ki babamın bu yaptıklarını annemle karşılaştırıncaya kadar.. annem ömrünü bize adamış, kimseyle evlenmemişti.. ananemlerle kaldığımız için babamın parasına fazla ihtiyacımız yoktu. fakirdik ama aç değildik. annemin tüm bu fedakarlıklarını düşününce babamdan henüz o gece soğumuştum..

2

babam tuvalette oyalanirken ederken, ben uykumla cebelleşiyordum. babama seslenerek ben yorgunum baba nerde yatacağım dedim.. yatak odası hariç her yerde yatabilirsin oğlum demişti. anlamıştım yatak odası kuralları daha ilk günden konmuştu.. babamın tuvaletten çıkmasından sonra benim isteğimle 5 odalı evden en küçük odalı yere 1 minder atmıştık.. kafamı yastığa koyup ışığı söndürdüğümüzde babama olan nefretim artmıştı.. 6 ay diye geldiğim gezimi o gece noktalandırmak istemiştim.. annem beni zorluklarla mücadele edemediğim için eleştirir, hep bir şeylerden kaçıyorsun diye topa tutardı. anneme söz vermiştim, hemen dönemezdim.. annem ise bu geziyi açılmam için, toplumda kendime yer bulabilmek için istemişti.. o da benim iyiliğimi istiyor, ben gibi devamlı evde bulunan insanlarla diyaloğu sıfır olan bir çocuğu yontmaya çalışıyordu belki de.. neyse ki o gece sabahı etmiştim… ertesi sabah olduğunda babam uykumun içinde seslendi.. oğlum kalk kahvaltı yapalım dedi.. saat kaç diye sorduğumda, 10 cevabını aldım. sen niye gitmedin baba dedim.. erkenden napayım lan ben patronum 2-3 tane sağlam çocuklar var benim elemanlar dedi. kahvaltı masasına oturduğumuzda, babam bulunduğu yerin güzelliğini, insanlarını hatta kadınlarını bile anlatmaya başladı. burda çok karı kız var, hadi yaşadın diyerek bana güldü. ben de gülümsedim… babamın bu kadar modern olması hoşuma gitmişti fakat bir yandan da anneme yaptığı haksızlıklar aklıma geliyordu.. neyse ki annem ondan nefret ediyordu.. kendimi böyle avutmaya başladım ve birkaç günü geride bıraktık.. 1 hafta sonra babam eve bir kadınla geldi… kucağımda laptop ile online oyun oynarken, kapının tokmak sesini duydum.. antreye doğru baktığımda babam ve yanında gene onun boylarında, sarışın, pantalonlu fakat dekolteli askılısı gözüme çarptı. umrumda değildi. kafamı öne eğerle eğlmez bu benim oğlum diye bir ses geldi.. evet bu babamdı . kadın yanıma gelerek merhaba dedi ve elini uzattı. merhaba diye karşılık verdim ve pc’ye bakarak elini sıktım. nasılsın diye sorduğunda tuhaf bir mimikle iyi olduğumu söyledim.. bu soğuk davranışlarımı yaparken babamdan hiç çekinmiyordum. çünkü en ufak bir lafında çekip gidebilecek ve daha 1 haftalık süreçte çok özlediğim dede evine, anneme ve kendi odama kavuşabilecektim.. 1 haftalık süreçte asi karakterimi babama kabullendirmiştim bile. babam bu soğuk atmosferi ısıtmak için hadi ebru bişeyler yiyelim dedi ve kadını çağırdı. evet bu ebru bizim pederin hatunu dedim içimden.. ebru ile ancak bu kadar samimi olabilirdim.. tavrımı ortaya koymuştum.. ebru ağır makyajı derin dekoltesi ile babamı cezbetmiş olabilirdi .. o gece bana ufak sorular soran ve benimle diyalog kurmaya çalışan ebruya taviz vermedim.. onunla konuşmak istemediğimi belli ettim ve rahat tavırlarımı sergiledim..

3

onlar yemeğini yeyip oturma odAsına geldiklerinde, ben kalkınıp bana ayrılan odaya gitmek istemiştim.. taa ki babam nereye gidiyorsun diyene kadar. babama yorgun olduğumu ve yatmak istediğimi söyledim.. babam ise; daha saat 9 evlat burda hayat yeni başlıyor, geldi geleli dışarı çıkmadın gel bugün dışarı çıkalım ebru ablan da bizimle olacak, beraber eğleniriz dedi.. ebru söze girdi.. tabi ya senin ehliyetin var mı dedi.. neden sordun dediğimde arabayı sen kullanırsın, hem burayı avcunun içi gibi öğrenirsin diye karşılık verdi.. evet yeni aldım deyince babam kalkınıverdi.. söylesene oğlum bir tane araba çekelim altına şöyle genç işi dedi.. babamın haberi bile yoktu ama ehliyeti yanımda getirmiştim.. babamla çok sık konuşmazdık hal hatır sormak için arada beni arardı.. ona bu konudan bahsetmemiştim. o an uyuz olduğum babam gözüme çok sevimli gelivermişti.. sert tavrı mı o an bozmuş ve vallaha mı diyerek gülmüştüm.. bu durumum hoşuma gittiğini anlayan babam ve ebru gülerek onayladılar.. evet hem de yarın 18 yaşımda araba sahibi olacaktım.. sevindiğimi söyleyerek gülücükler saçmıştım, lakin eğlence mekanlarına gitmek istemediğimi yineledim. babam ve ebru anlayışla karşılayarak evden çıkmışlardı.. umrumda olan tek şey yarın araba sahibi olacak olmamdı… hemen annemi aradım ve durumu anlattım.. annem sevinmişti ama içkili mekanlarda, gözümün fazla açılacağını düşünmüş olmalı ki alkol alıp ya kaza yaparsan diye veryansın etmeye başladı. o babam gibi değildi.. içten severdi beni.. ona öyle birşey olmayacağını aksine gece kulüpleri ve diskolarıyla işim olmadığını, uslu uslu evde oturduğumu, arabam olunca içkisiz ve alkolsüz kullanıp bazen gezeceğimi söyledim.. annem rahatlamıştı.. artık yarını bekliyordum ve o gece uykuya daldım.. sabah kalktığımda tahmin ettiğim yüzle karşılaştım.. sarı, dağınık saçlarıyla ebru karşımdaydı. günaydın dedi. ben de ona günaydın diye karşılık verdim ve yüzümü yıkamaya gittim.. lavaboya yüzümü yıkamaya gittiğimde lavabonun aynasında gene ebrunun yüzünü görmüştüm.. ebru babamın kız arkadaşı olduğunu bana orda söylemişti.. biliyorum diye karşılık verdim.. seni rahatsız etmiyorum değil mi diye sorduğunda böyle peşimde dolanmadığın sürece hayır dedim gülümseyerek.. o da tamam tamam dedi ve yatak odasına doğru uzaklaştı.. kahvaltıyı yaparken ebru babama dönerek, Xin kız arkadaşı var mı diye sordu gülümser bir yüzle.. babam bilmiyorum ki dedi var mı oğlum diye devam etti. yooo karşılığını verdim.. babam gülümseyerek bu bana çekmemiş dedi.. ben senin yaşındayken kendimden büyük kadınlarla çıkardım dedi.. aferin hıyar dedim içinden… o da güzel dedi gülümseyerek.. onları umursamıyordum, bu durum onların farkındaydı sürekli beni kendilerine çekmeye çalışıyorlardı… ebru devam etti, bak burda çok kız var ayarla bi tane ha dedi göz kırparak.. agrasifliğimin altında ki utangaç yüzümü keşfetmiş olmalılar ki beni utandırmaya çalışıyorlardı.. babam söze girdi, ”hiç çekinme oğlum, kız arkadaşın olursa eve getirebilirsin” dedi.. utanmıştım … oldu dedim gülümseyerek, kafamı zeytin tabağına dikerek.. yok kız arkadaşın yoksa buluruz dedi göz kırparak.. babam iyice ileri gidiyordu .. aslında bu durum hoşuma gidiyordu ama şu ebruyu istemiyordum yanımızda .. neyse o günkü kahvaltı bana cesaret vermişti.. fakat aklım dün gece babamın bana söz ettiği arabadaydı.. babama söz etmemiştim arabadan neyse ki onlar evden çıkmışlardı.. evde gene yalnızdım.. eve karı atmanın planlarını kurmaya başladım.. asosyalin özgüveni yerine gelmeye başlıyordu.. 1 hafta aradan sonra o gün dışarı çıktım.. evin üzerindeki yolda 2 kez turladım etrafı keşfettim.. daha fazla gezemiyordum çünkü mahalle labirent gibiydi.. lakin kafalarında kovboy şapkalı, yeni yeni gelen yazın ve doğan güneşin doğurduğu kısa elbiseli afetlere rastlamak mümkündü.. başım dik, tebessümlü bir yüzle olan bitenleri inceliyordum.. herkesin tatil için geldiği bu mekanda oturmayı şans olarak görmeye başladım ve sanki yıllardır oralıymış gibi rahat tavırlar sergiledim.. artık 1 hafta aradan sonra macera başlıyordu …

4

(Muzikle devam edelim daha guzel oluyor) akşam babam kendi arabasıyla eve gelmişti.. ebru ise kırmızı sıfır olmayan ama harika görünen citroan c2 ile gelmişti.. tüm bunları balkondan görmüştüm.. balkonda laptop oynarken onları öylece gördüm.. gözüm onlarda iken ebru arabaya dokunarak bak bu senin dedi.. vay anasını dedim o an çok mutlu olmuştum.. indim ve yol üzerinde arabayla oynadım biraz.. o gece onlara sıcak davranmıştım .. ben soğuk davrandıkça onlar bana ilgi gösteriyodu.. bu ilgi hiç hoşuma gitmiyordu.. artık onlardan gibi olmaya başladım.. aradan gel zaman git zaman geçtii. ben bulunduğumuz mekanlarda arabamla geziyor tozuyordum.. ebru ile samimiyetimiz hat sayhadaydı.. ebru 27 yaşında oyle boyle biriydi.. ona hep kotu yolda ki kadın gözüyle bakmıştım.. 20 gün geçtikten sonra bir sabah babamla otoparka gittim. ordaki elemanlardan 19 yaşındaki burağı çok sevmiştim. burak 19 yaşında ama çok daha büyük gösteren sevecen bir arkadaştı.. ne diğer insanlar gibi boş boş espri yapıyordu, ne de patavatsızdı.. efendi, kalp kırmayı sevmeyen bir insandı. tam kafa dengimi bulmuştum.. evet artık özgüvenimin tavan yapmış olması, altımda çok güzel arabamın olması, yanımda bir arkadaşın olmasını ve bana bu turist dolu, eğlence mekanları dolu günah şehrinin yollarını öğretmesi gerekirdi.. gel zaman git zaman 1 ay geçti ve artık aylar haziran başlarını gösteriyordu… otoparkta çalışan çok sevdiğim, babamın elamanı olan burak ile geziyor, tozuyorduk.. o gece onunla bir karar aldık, bir gece kulübüne gidecek, içecektik, eğlenecektik.. daha önce hep arabayla önünden geçtiğim gece kulüplerinde öpüşen, sevişen çok boldu.. o gece birkaç hayat kadınının bize yavşayacağını biliyorduk.. eve gittim ve babamdan para istedim.. artık onunla çok rahat konuşabiliyodum.. baba ben disko’ya akıcam burakla bana para ver dedim.. hiç tereddütsüz cebinden 4 tane 100 lirayı çıkardı ve bunu yemeden gelme sakın dedi.. yüzüme hafiften tokat geçirdi gülerek.. vay çok cömertsin baba diyerek evden çıktım.. burak da fakir bir ailenin serbest oğullarındandı.. onu evden aldım ve burağın tavsiye ettiği diskoya doğru gazladık.. içeri girdğimizde herkes kopmuş, hayvanımsı bir ortam vardı.. öpüşenler, sevişenler, sevişir gibi oynayanlar, etrafı süzdüğümde bize bakan 2 tane kızı farkettim.. yüzlerine yaptıkları ağır makyajlar, olgun vücut hatları yüzlerindeki çocuksuluğu örtmüyordu.. taş çatlasın 20li yaşlarda idiler.. ikisinde de kot mini şort vardı.. biri siyah saçlı, diğeri ise sarımtrak saç rengiyle büyülüyordu.. siyah saçlı olanın narin vücudu harika gözüküyordu.. sarımtrak saçlı kız ise balık etli, tam burağın sevdiği tarzdı.. burak ile arada gezerken, nerde balık etli bir kız görsek burağın ağzı sulanırdı.. giydiği kıyafetlere bakılırsa bu kızlar tam bir o kızlardandi.. mekanda boşta kızlar vardı.. 5 kişilik bir kız gurubu kendini dağıtmış dehşetül vahşet şekilde dans ediyorlardı.. barda bizi saymassak 4 5 kadar damsız erkek vardı.. lakin bahsetmiş olduğum köşedeki 2 kızın sürekli bize bakması beni cesaretlendirmeye başlamıştı.. hayatımda ilk defa alkol alan ben alkolün etkisi burağın gazıyla kızların yanına elimde kadeh bardağı ile oynaya oynaya gitmiştim.. merhaba dediğimde hello cevabını aldım.. burakta beni takip etmiş olmalı ki onun hayvanimsi kahkahası kulağımda çınladı. ona doğru baktığımda burak içten içe gülüyordu. burağa bu kızlar yabancı dediğimde ben türkçe konuştular sandım diyerek espriyi patlatmıştı.. o espri ile birlikte ben de gülmeye başlamıştım.. kızlar bizim türkçe konuştuğumuzu anlayınca ve bizim onları türk sandığımızın farkına varınca bir hayli eğlenmişe benziyorlardı.. how are you dedim ve gülerek eski yerimize yürüdüm.. rezil olmayayım diye öylesine bir merhaba narası atmış gibilerinden bir hareket yapıp eski yerime yöneldim.. kızlar arkamızda idiler.. ve ingilizce birşey konuşmaya başladılar.. one minute diyerek burağın kulağına fısıldadım napalım diyerek.. burak kızları da alıp burdan gidelim dedi.. ben de rahatsız olmuştum çevremdeki leş gibi kokan itici hanzolardan. tamam ama nasıl dedim.. burak kızlara bakarak come on come on demeye başladı .. o an çok komik gözüküyordu gene gülmeye başladım.. etrafımızdaki 5-6 tane damsız hanzoların kızlara ve bize bakması beni rahatsız etti. burak kızları çağırırken ben arkamı dönerek disko çıkış kapısına doğru yürümeye başladım.. müzik sesi ve içerdeki atmosfer özgüvenimi düşürmeye başladı ve her zaman ki gibi kaçmayı çare bulmuştum.. kapıdan çıktım ve hemen arabanın içine girdim.. kapıyı kapatmamla burağın diğer 2 kızla gülerek kapıdan çıktığını gördüm.. evet bizim resmi takılan ama her yerde işini yüzdüren tam ideal arkadaş adayı burak bu işi bağlamıştı.. o an kapıdan çıkarken gülen o 2 kızı da arzulamıştım…

5

hele ki siyah saçlı narin vücutlu yabancı kızın dalgalanan saçları, dekoltesi ve güzel dudakları onu yeterince dişi gösteriyordu.. .. arabaya doğru yaklaştıklarında içimde bir heyecan oluştu.. özgüven düşmesi beni korkaklığa sürüklemişti.. iyi ki bu kızlar türkçe konuşmayı bilmiyorlardı.. çünkü bu gibi durumlarda konuşamaz, sesim titrerdi.. nerden anlayacaklardı.. arabaya bindiklerinde gülüşmeler arabamın içerisine yayılmıştı.. burak tahmin ettiğim gibi sarışın balık etli kızla haşır neşir olmaya başlamıştı bile.. üçü de arka koltuğa oturmuşlardı.. siyah saçlı bahsettiğim harika kıza dönerek come dedim.. kendimi ahmak gibi hissediyordum.. çünkü ingilizce bilmiyordum ama bu kızın hoşuna gitmişti.. arzuladığım ve istediğim kız gülerek arka koltuktan ön koltuğa geçmek için arabadan indi.. arkada burak ve diğer sarışın kızın ovvv seslerine itirazım yoktu.. çünkü bu kızı istiyordum ve onların anladığı şey doğru idi.. yanımda bölgeyi karış gibi bilen burağa da güverenek bölgeden baya uzaklaştım.. tenha bir sokağa geçtik.. denizin kıyısında çok tenha bir yere geldik.. onları arabadan indirip arabayı sokağa park ettim.. yaşadığımız ve bulunduğumuz yerlerde alkolsüz insana rastlanmadığı gibi polisin olmadığı yerlerde de birçok tehlikeyek arşı arabanın torpido gözünde bulunan bıçağı aldım.. bu kızla ölmeyecektim.. neyse ki hiç kimse yoktu sahilde.. burak diğer sarışın balık etli kızla denizin köşesinde yürüyor ve sağ tarafında onları bekleyen ıssız sokağa doğru ilerliyordu.. siyah saçlı güzel kız ise beni bekliyordu.. ne ev vardı ne mekan.. karanlık ve çok ıssız sokak ürkütücüydü ama az sonra ellerinden tuttuğum kız bana cesaret vermişti.. bana gülen gözlerle bakan bu güzele ismini sormuştum.. o kadar da olsun ingilizce biliyorduk. adının jessica olduğunu ve yaşının 19 olduğunu öğrenebilmiştim.. çatpat ingilizcemle ailen nerde diye sorduğumda evde diye cevap verdi.. bunlar buraya tatile gelmişti galiba diyordum.. jessica’nın ailesi de tipik bir ingiliz ailesi idi. modern ve çağdaş.. buraklar ara sokağa dalmıştı bile.. onları rahatsız etmek istemedim deniz kenarında el ele geziyorduk jessica ile.. konuşmuyorduk ama jessicada masum bir güzellik vardı ..sanki yıllardır sevgilimmiş gibi ona bir samimiyet duydum ve sarıldım.. sarmaş dolaş gezdik sahili.. ve nihayetinde ilk hamle ondan geldi.. yanağıma bir öpücük kondurdu ve daha sonra öpüşmeye başladık.. ilk öpüşmemin yabancı bir kızla olcağını ve deniz kenarında ıssız bir mekanda romantizm dolu dakikalar yaşıcağımı hiç düşünmezdim.. nitekim o masum ilk öpücük yerini daha degisik bir hale bıraktı.. burakların daldığı ve ilerlediği ara sokaklara bizde karıştık… jessica ile deli gibiydik yanyanayken.. o karanlık ve ıssız sokakta yanımda olan tek insanla koklasmak çok büyük bir hazdı.. jessicayla tek vucut oldugumuzda, o güzel dudaklarını yaklasmak parfüm kokusu beliren boynunu içime cekmek.. tıpkı filmlerdeki gibiydi.. o gece daha fazla ileriye gitmedik.. jessica ile tek vucut olup disarda olabilecek hersey oldu dahada ustune gitmedim. Rahatladiktan yarım saat kadar sonra ara sokakların derinlerine karışan burak ve balık etli sevgilisi karşımızda belirdi… jessica ve diğer kız da tatile geldikleri bu yerde tanışmış olmalı diye düşünüyorduk.. burak ve sevgilisi bizim yanımızda rahattı. biz de onların yanında rahattık ve onların yanında yakınlaşmaktan çekinmiyorduk… ben jessica’nın burak diğer kızın numarasını aldıktan sonra onları kaldıkları otele bırakıp evimize döndük.. o. sandığım jessica aksine buraya tatile gelmişti anlaşılan.. saat epey geç olmuştu.. o gece çok güzel duygularla girdim içeri… çünkü jessica 1 ay daha burda olduklarını ingilizce bana söylemişti.. nitekim ay kelimesi ve bir kelimesinin ne anlama geldiğini biliyordum hiç yoktan.. içeri girdiğimde ebru mutfakta meyve yiyor tv izliyordu. babam yorucu bi günün ardından uykuya dalmıştı.. o gece ebru ile koyu bir sohbet yaptık. ebru’yu daha yakından tanıma fırsatım oldu. aslında iyi bir kadındı. ama onunla asla samimi olamazdım. o yakınlığı kendisinde duymuyordum. yatmadan önce jessica’ya iyi geceler mesajı atmıştım, birkaç dakika sonra o da karşılık vermişti.. neyse ki o gece güzel bir uyku beni bekliyordu.. jessica’yı düşünerek uykuya daldım…

6

sabah kalktığımda babamdan önce gene ebru uyanmıştı.. ebru her zamankinden farklı bir gecelikle karşımda duruyordu.. yine gülen gözlerle günaydın dedi.. o an ebru’ya karşı tuhaf bir his oluştu içimde.. ebru askılı ve hafif dizüstü dekolteli kırmızı geceliği ile bana çok dişi gelmişti.. hemen kendime geldim ve yüzümü yıkamaya devam ettim. oha dedim ve kendimi toplamaya çalıştıkça, lavaboda ebru gözümün önüne geliyor aklimdan cikarmaya calismak için elimden geleni yaptim.. ebru babamın kahvaltı yapmak istemediğini, ikimizin kahvaltı yapacağını söyledi. bense çok etkilenmistim ve kendimi örtmeye çalışıyordum.. ebru’nun sesiyle daha da irkildim neler oluyordu? ebru neden beni etkiliyordu yada ben oyle anlamistim ? kahvaltı masasına oturduğumuzda. ebru giysisiyle cok daha guzel gozukmeye basladi.. bakmak istemiyordum ama elimde değildi… ebru hiç durmayan çenesiyle konudan konuya atlarken ben onu dinliyormuş gibi yapıyordum.. halbuki içimdeki vicdan azabıyla yanıp tutuşuyordum.. babanın metresinden nasıl etkilenirsin düşüncesi beni yiyip bitiriyordu lakin ebruya bakmayı ihmal etmiyordum.. ebru manken fiziğine sahip bir kadındı. 1.75 boylarında hemen hemen aynı boylarımızdı..mukemmel fizigi ile erkeksi duygularımı yenememe sebep oluyordu.. ben vicdan azabı ile boğuşurken, suratımın nasıl bir aldığını fark etmemiştim bile.. ebru ne oldu sana diye sorduğunda ne olmuş dedim.. suratın kireç gibi dedi. canın birşeye mi sıkkın yoksa konuşmalarımla canın mı sıkıldı dedi.. yok dün gece yatmışım sabah olduğu içindir dedim.. ben sana bir su vereyim dedi köşe olan kahvaltı masasından kalkıp, dolapta bulunan su bardağına uzanmak için dolabın kapağını açıp yukarıya doğru uzanınca elbisesi acilmisti ebrunun, .. kahvaltı masasından kalkıp gitmek istiyordum ama ama ayagi kalkarsam daha kotu olucakti hersey anlasilicakti.. neyse ki kahvaltı köşenin altında gözükmüyordu… gene içimdeki şeytanla savaşıyordum.. ebrunun benim gözüme baktığını bile bile gözüm ona gidiyordu.. içimdeki şu sualler kafamı yormaya başladı.. ya baktığımı babama söylerse? ya kötü şeyler olursa, ya babam farkına varırsa, ya bu kadın kötü şeyler yaparsa. ya ya ya .. kendi kendimi motive ettim. si*arim lan söylerse söyler bakmadım derim geçerim.. karşımda açık gecelikle oturmaya utanmıyo da ben mi kafamı kaldırmaya utancam diyerek kaçamak baktığım ona, onla konuşurken bile bakmaya başladım.. havadan sudan bahsederken konu geçen geceki disko olayına geldi. ona diskoya gittiğimizi burakla çok eğlendiğimizi ve neler yaptığımızı rahatlıkla anlatmaya başladım.. naptınız bakalım diye sorduğunda çayımı yudumlarken her insana hakettiği gibi davranmayı benimseyen karakterime ihanet etmedim.. alemlere aktık dedim ukala bir ses tonu ile.. bak sen dedi gülerek. nasılmış o alem diye sorduğunda devam ettim.. hiç karı kız avı dedim.. çayını içerken ince kaşlarının altında sinsi gözleri ile beni süzüyor ve olayları anlamaya çalışıyordu.. dediğim laf çok komiğine gitmiş olmalı ki karı kız avı mı diyerek az kalsın çayı püskürtüyordu.. evet dedim.. o nasıl oluyo dedi tekrar imalı gülümsemelerle. yüzüne baktım ve babama sor o daha iyi bilir dedim ve gülmeye başladım.. sen babanı geçersin bu gidişle dedi ve güldük.. ona olan etkilenmem onu babamın metresi gibi değil babamın o.. gibi görmeme sebep oluyordu …

7

kahvaltı masasından bir anda fırladım, ebru şaşıran gözlerle bana bakmıştı. umarım esofmana bakmaz diyordum ve endişe içinde odama doğru gittim.. ebru ne olduğunu şaşırmış olmalı ki bağırarak noldu yemekten kıl falan mı çıktı dedi.. yok miğdem bulandı ondan kalktım dedim.. demez olaydım. ebru gene odama geldi iyi misin diye.. hemen kıvranma pozisyonu aldım ve vucudumu gizlemeye çalışıyordum .. kıvrandım kıvranmasına fakat bu işimi daha da zorlaştırdı. ebru yanıma geldi ve hastahaneye gidelim mi dedi. yok sağol dedim iyileştim diyerk oturma pozisyonumu aldım ve sırtımı kalorifer peteğine verdim.. lakin artık ebru etkilendigimi görmüştü.. görmemiş gibi yaparak tamam bişey olursa söylersin dedi ve mutfağa doğru yol aldı… babam patron olmanın verdiği rahatlıkla bi tarafini büyütürken, evde uyanık olan ebru ve ben sürekli diyalog kurardık.. gene aynı günün öğlen saatleri yaklaşmıştı.. saat 1′i gösterdiğinde ebru mutfakta pasta yapmaya çalışır bir haldeydi.. babam ise hala uykuda rüya görüyordu. 2 gün önce nostaljik bakkaldan aldığım boncuklu tabancanın şarjörüne boncuğu koyup, pasta yapmaya çalışan ve öğlen olduğu halde üzerindeki acik geceliği çıkarmamakta ısrarcı olan ebruyu küçük bir pusu ile baldırından vurdum.. ebru çığlık atmıştı.. bense hayvani bir gülümseme ile onunla adeta alay ediyordum… ebru’nun mimikleri ciddi anlamda değişmiş acı çektiğini adeta bana karşı kanıtlıyordu.. elleriyle baldırını okşuyor canım acıdı diyerek bana sitemde bulunuyordu.. yanına yaklaştım ve uzun mesafeden atış yaptığımı canının bu kadar yanacağını tahmin etmediğimi söyledim. ebru birşey söylemese de acı çektiği belirliydi.. özür dilemedim, özür dilemeyi pek sevmezdim.. ama kendimi affettirmek için ona sevimli gözükmeye çalışmıştım. acıdıysa krem sürelim dedim. gerek yok dedi ve pasta yapmaya devam etti. kızaran baldırına bakarak küs müyüz diye sordum.. şuanlık evet dedi. tamam ne zaman barışırız dediğimde acısı geçince barışırız dedi ve beni güldürdü.. odama çekildim onu 1 saat kadar yalnız bırakacaktım.. ebru’nun etkilendigimi çokta umrumda değildi açıkçası. ebru’yu fazla büyütmüşüm gözümde diyordum.. evet guzel bir kadındı ama onu inceledigim ve etkilendigim için ne ondan ne babamdan korkmuyordum.. bundan sonra ebru’ya daha rahat davranacaktım.. o gün ne babam, ne de ebru’nun evden gitmeye niyeti yoktu. ikisi de mutfakta vakit geçiriyolardı. arada el kol şakaları yaptıkları için ben rahatsız olup misafir odasına geçtim. ebru’nun kahkahaları babamın ona yaptığı el şakalarından kaynaklanıyor olmalıydı.. ebru’nun kahkahaları evin duvarlarına vururken gözlerimin önüne ebruyu boncuklu tabanca ile vuruşum geliyordu ve sebepsiz yere gülüyordum.. peki ya jessica ? ebruyla uğraşmaktan jessica’yı unutmuştum nerdeyse.. jessicaya internetin de yardımı ile telefondan mesaj çekip, ona dün gecenin çok güzel olduğunu ve kendisinden çok etkilendiğimi söylemiştim.. jessica’da aynı ifadeleri taşıdğını mesajla gecikmeden bana yazmıştı.. jessica ile 2 gün sonraya yeni bir buluşturma ayarladım.. onunla her gün de görüşebilirdim fakat karakterim buna elverişli değildi. her gün gördüğüm insandan hemen bıkabilen bir yapım vardı.. jessica’yı o 2 gün içinde iyice özlemeli ona olağandan daha fazla değer verebilmeliydim.. jessica’nın arkadaşı ve benim arkadaşım olan burak da o gün gene bizimle olacaklardı.. daha geleli 1 ay olmuştu kocaman bir 5 ay vardı memleketime dönmeye.. içten içe ailemi özlemeye başlamışken bu mekanı, jessica’yı, hatta ebru’yu ve baba’mı bile sevmeye başlamıştım. bu sevgi asla bir anneme duyduğum sevgi etmezdi tabiki.. ama ordaki ortama katlanmamı sağlıyordu.. öğleden sonra babam ve ebru gezmeye gittiler.. bense burağı arayıp 2 gün sonra kızlarla buluşacağımız haberini verince burak sevinçten çılgına dönmüştü.. artık gece ortamlarına alışıyor, insan içine çıka çıka özgüvenimin tavan yaptığının farkına varıyordum.. burak ile o gün akşamına gene sözleşmiştik. gezecek, içecektik.. bu sefer ikimiz takılıp denizin, kumun güzelim haziran ayı akşamının tadını çıkaracaktık.. büfeden aldığımı birçok birayla şen şekrak bir ruh haline bürünmüştük.. arabayı gene eğlence mekanlarından uzak ara sokaklardan bir yere park etmiştik.. o gece aksiyon olsun diye birkaç tane patlayıcı madde almıştık. ilk işimiz lunaparka gitmek olmuştu. lunaparka gittiğimizde burağın gondola binelim diye yoğun baskısıyla karşılaştım. ona miğdemin hassas olduğunu, salıncakta sallanırken bile kustuğumu söylemiştim. burak gibi bir insanı bir daha zor tanırdım.. onu kıramıyordum çünkü çok iyi bir insandı. pekala dedim. gondola bindiğimizde hatırladığım tek şey birkaç dakika sonra burağın gondolu durdurun diye bağırması olmuştu.. o gün kendime geldiğimde lunaparktaki insanları bana bakarken gördüm. başımdaki kalabalığa bakarken kafamdaki ıslaklığı ve yüzüme çarpılan suyu farketmiştim.. burağın koluma girmesi ile oradan uzaklaşmaya başladık.. fakat herkesin bana gülmesini yedirememiştim. pantolonumun cebinde bulunan torpili kalabalık bölgeden geçip çıkış kapısına yaklaşırken çıkarmıştım. burak sigara içtiği için yanında daima çakmak bulunurdu. burağa çakmağı çıkarmasını söyledim.. oğlum burda olmaz başımıza bela almayalım, yapma diye direnmesine rağmen, ben senin için gondola bindim sen de benim için bunu yap şunlara gösterelim bize gülmelerin ne olduğunu dedim.. o gün 10 kadar kızlı erkekli arkadaş grubu bize çok gülmüşlerdi.. burak tamam diyerek uzattığım torpili ateşledi ve tam o grubun olduğu mesafeye torpili salladım ve son hızla koşmaya başladık.. torpilin patlaması ile hem lunapark çıkış kapısına deli gibi koşuyor hem de deli gibi gülüyorduk. neyse ki lunapark çıkış kapısından başımıza birşey gelmeden uzaklaşmıştık. arabamızı hep bulunduğumuz mekanlardan uzağa park ederdik.. lunaparkı aşalı çok olmuştu.. burakla deli gibi gülmemizin sebebi az önce gondolda rezil olduk diye bize gülen kızlı erkekli grubun patlayıcının gür sesi ile nasıl irkildiği idi. arkamı dönüp bakmamıştım diplerine düşen torpili görmüştüm.. burakla arabaya doğru ilerlerken hem 2 gün sonra jessica ve hatcayı düşünürdük.. burak kendi sevgilisinin adını hatca koymuştu.. beni bir hayli güldürmüştü. burakla macera dolu geçen bir geceden sonra eve dönme kararı almadık tabiki. arabanın deposunu bitiresiye kadar gezmiş arabanın içinde dışardan geçen turistlere diller çıkarıp eğlenmiştik.. insanın burak gibi bir dostlu olması ne güzeldi. her ortama uyan, zerre kıskançlığı olmayan, iyi kalpli bir arkadaş, artık kardeşten öte idi benim gözümde…

8

o gün çok içmiştik.. o güne kadar anneme alkol kullanmayacağıma, kötü alışkanlıklar yapmayacağıma söz veren bendeniz o gece bir hayli içmiştim.. tempolu ve eğlenceli geçen geceden sonra burağı evine koydum ve kendim eve geldim.. babam bana doğru bakarak çok hızlısın genç dedi. gülümsedim .. işte böyle ol evde ömür geçmez hayatının tadını çıkar dedi ve kafamı okşayarak yatak odasına gitti. ebru’nun bir hayli pahalı ayakkabıları kapının önünde belirdiğine göre bizim ebru gene burdaydı.. ebru önceden ara ara gelirdi ama sürekli bizde kalmaya başlamıştı. bu durum beni rahatsız etmiyordu .. umrumda bile değildi. 2 gün sonrasını bekliyordum, jessica’yı.. 1 günde ne kadar çok özlemiştim.. buraya geleli yaklaşık 1 ay olmuştu ama son 2 gece benim için çok güzel geçmişti.. artık gece haftada en az 3 gün dışarı çıkmayı düşünüyordum, çünkü çok eğlenceli ve güzel geçiyordu..2 gün sonrasını, jessica’yı düşünerek yorgun geçen günden sonra o gece derin bir uykuya daldım.. gördüğüm rüya ise sabah gene ebru ile ilgiliydi. Anlam veremedigim bi cekim gucu olustu onla aramda. çok garip bir rüya görmüştüm. babam ile ebru işten geliyordu. babam üstünü değiştirmeye gittiğinde ebrunun yanına cilginca gidip jesica ile olanlari tekrarliyordum. ebru jessica’ya göre daha albeniliydi doğal olarak. Jesica ebruya gore daha cocuksu kaliyordu ama jesicada baska birsey vardi kanım isinmisti. aşık değildim belki ama onunla geçirdiğim bir gece, onu bana ilkleri yaşatan ilk kız konumuna getirmiş ve değerli kılmıştı.. rüyamda degisik bir sekilde gordugum ebru ile sabah kahvaltısı yapıyorduk. fakat bu kahvaltı bir gün önceki kahvaltı gibi değildi. çünkü sofrada babam vardı. babam beni sevdiğini davranışları ile belli ediyordu ama ben ilk başlarda ebru’dan rahatsızlık duymaya başlarken, şimdi ise babamdan rahatsızlık duyuyordum. o gün kahvaltıda babam ve ebru 2 gün işleri olduklarını ve 2 gün boyunca evde olamayacaklarını dolapta birçok hazır yemeklerin ve gene hazır yemek için sipariş broşürü olan bir lokantanın broşürünün bulunduğunu söylediler. onların ne yaptığını merak bile etmeden tamam dedim. ben bakarım çaresine siz işinizi halledin dedim. babam ise espri yaparak, bu halinden çok memnun dedi ve imalı bir gülümseme ile ebru’ya baktı. ebru da gülümseyerek karşılık verdi. tahmin edecekleri şeyi yapacaktım..eve bir kadın getirecektim. burakla birlikte bugün mutlaka dışarı çıkıp ya evde alem yapacaktık ya da gezip tozacaktık. kaldırım köşelerinde takılıyormuş gibi görünen ne oldukları 1 km ileriden farkedilen kadınlar ile doluydu haziranın güzel akşamları.. sanırım o gece daha degisik olacakti … babam ve ebru kahvaltıyı yaptıktan sonra çıkmışlardı. koca ev bana kalmıştı. hemen burağı arayıp durumu anlattım. bu duruma burak çok sevinmişti. burak gündüzleri babamın otoparkında çalışıyor bazı akşamlar beraber takılıyorduk. son 2 gecede yaşadığımız olaylar burakla kardeşliğimizin çok daha güçlenmesine vesile oldu.. ev genelde boş olmasına karşın 2 gündür evde tek başıma kalamadığım için, ev boş olduğu zamanlarda da burakla dışarda olduğumuz için yanliz kalamiyordum. babamın odasına girip dolabı açtığımda Ebruyla ilgili bazi seyle buldum. . bu yaptığıma ben bile inanamıyordum.. Kendime geldigimde etrafi topladim sanki odaya girilmemis gibi herseyi yerli yerine koydum odadan ciktim. Kendimden utaniyordum , yaptiklarim iyiye isaret degildi. Hayatimda kadınlar varken neden ona takildim anlayamadim zaten … kısa bir süre ebru’dan nefret etmiştim fakat sonra kendimi topladım. Sonucta ona asik degildim . o gün elimde leptopla ön balkona çıkmıştım.. ev içten merdivenli idi. kat olmasına karşın 3.katın içinden merdiveni terasa çıkıyordu ve o teras bize aitti. ben ön balkonu tercih ediyordum çünkü birçok turisti görmek mümkündü.. insanları izlerken, laptopla oynarken, telefonla ailemle konuşurken o günü akşam etmiştik.. artık burağı evden alma zamanı idi. burağı mutlu etmek için gene arabaya atladım ve burağı evinden alıp yola koyulduk… henüz 18 yaşımda bu denli hızlı yaşam bana fazlaydı fakat 5 ay sonra hepsi bitecekti. bu yüzden keyfini çıkarmaya çalışıyordum. burakla arabayı parkedip kadını bol günah sokaklarına daldık. burak pek birsey beceremeyen ama, masum duruşu ve olgun gösteren dış portresiyle kadınları kendine çekmekte zorlanmıyordu. o gece burak benim durumumdan şikayetci olup bugün çok isteksizsin. istersen eve gidelim içer, kendi kendimize eğleniriz demişti. burak benim bir derdim olduğunu anlamıştı.. bu dert ebru’yu kafamdan atamiyor olmamdi. burak şikayetlerine devam edince onu memnun etmek için park kenarında oturan kadın grubuna doğru burağın kolundan asılarak yaklaşmaya başladım. napıyorsun dedi. şu kadınları görmüyor musun dedim. gel benimle oğlum dedi. hastalık falan bulaşır, ben istemiyorum gel eve gidelim dedi. burağın bu komik ve saf kalpli yönü beni gene güldürmüştü. Bisey olmaz onu hallettim dediğimde burağın inek şaban tarzı kahkahası ikimizin de neşesini yerine getirdi. baban anlamaz mı lan dediğinde babam nerden anliycak yaa dedim. bir sürü var diye burağı mutlu ettim. kadınların yanına yaklaştığımızda burak arka planda kalmıştı. yanlarına giderek tam karşılarında elimi cebime attım ve 5 deste yüzlüğü çıkardığımda 4 kadının bana doğru geldiğini gördüm. 2 tane sırık boylu kadına elimle geri işareti yaptım ve diğerleri arkamdan kuzu kuzu gelmişti. o gün 18 yaşında olmaktan ziyade dünyaya hükmeden bir adam gibiydim. bu kadınların imaji ve ne olduklari belliydi zaten.. kadınlarla hiç diyalog kurmadan arabayı patkettiğimiz yere gittik. kadınlar aga gugu etseler de burak onlarla çat pat konuşmaya çalıştı. evimizi öğrenirler gibi garip bir düşünceye büründüğüm için arabayı farklı yollardan dolaştırarak evin önüne getirdim. .. iki mini etekli kadın ve burakla birlikte ben de arabadan indim. yarın jessica ile buluşmak benim için şu an hiçbir şey ifade etmiyordu. kalbimdeki heyecanı hissedebiliyordum. burağa hangisi diye sorduğumda iki sarışın kadından daha kilolu olanını seçti. zaten bana doğru yaklaşan 4 kadından bu 2′sni seçmemin nedeni saçlarının sarı oluşu ve ebru’yu anımsatması idi.Kadının biri benimdi.. sarı saçlari olan ebru’yu gercekten çok andırıyordu. eve çıktık onları misafir odasına aldım ve ordan diger odaya.. ona türkçe sözlerle iletisim kurmaya calistim..İş bittikten sonrada burakla beraber onları arabaya attım ve aldığım yere bıraktım. gelirken burakla beraber arabadaki müziği son ses açıp zevk ve mutluluk naraları attık. artık erkektim. arabadan inip epey bira aldıktan sonra evin yolunu tuttuk. sabaha kadar burakla beraber tv izleyip içip eğlendik. daha yarın akşam jessica ve burağın hatcası ile buluşacaktık. bu ne hızlı bir hayattı. bu hayata bu yaşta sahip olmayı kim istemezdi? sabaha karşı burakla beraber sızdık ve öğlene kadar uyuduk. artık akşamı bekliyorduk. burağın aklında bizim küçük sevgilileri eve atmak vardı fakat bana bu hiç inandırıcı gelmiyordu. çünkü aileleleriyle tatile gelen bu kızlar herseye evet derler miydi? yabancıların ipiyle kuyuyo inilmezdi. bekleyip görecektik. ama gelmeseler de olurdu nitekim bu gece herseye doymuştum. ama jessica’yla olmak fena olmazdi hani


9

dün gecenin etkisiyle güne iyi başladık. her ne kadar dün gece bir kadınla olsamda ilk defa bir deneyim yaşasam da 2 gün önce tanıştığım ve aynı gün koklasip el ele yürüdüğüm genç kız, dengim olan jessica’yı bu akşam görecek olmak benim keyfimi yerine getirmişti. jessica ve hatcayı almak için çıktığımız o gece otelden kimse inmedi. kısaca jessica ve arkadaşı o gece bizi ekmişti. o günden sonra ne jessica’yı aradım ne o beni aradı. burak ve benle dalga geçmişlerdi.. o gece fiyasko ile dolu bir geceydi. o gece eve dönerken burakla beraber jessica ve arkadaşını eleştiriyorduk. burak otoparka yakın bir pastahanede tezgahtar bir kız olduğunu ve onun çok güzel olduğundan bahsederken, ben de arar ara balkona çıkıp babasına yardım etmeye çalışan, turistlere giysiler satmayı hedefleyen genç kızı düşünüyordum. evet balkona çıktığımda sürekli turistlerle ve türklerle iletişim içinde olan bu kız orda çalışıyordu.. muhtemelen babası idi patronu. çünkü aralarındaki baba ve kız ilişkisini görmek mümkündü.. babam ve ebru’nun bugünden ötürü geleceğini biliyordum ve o gün onlar gelesiye kadar ön balkonda oturup satıcı kızı izledim. o da benim onu izlediğimi farketmişti. onun önünde birçok kez fiyakalı arabamla yaptığım ukalaca davranışlar beni onun gözünde küçültmüş olmalı ki yüzüme bile bakmadı. o gün karamsarlığa bağlamıştım.. o kızla konuşmak istiyodum ama nasıl. onun gözünde tam bir zengin çocuğu ve kendini beğenmiş ukala havası almıştım.. bu durumu nasıl değiştirebilirdim.. tam bunları düşünürken babam ve ebru artık eve gelmişlerdi … onlara hoşgeldiniz diyerek, kendim aşağı indim. haliyle yoldan gelmişlerdi. banyo yapsınlar diye bir anlayış gösterdim. onlar beni tınlamıyordu gerçi banyo yapmak için. hiç çekinmiyorlardı benden. benim rahat davranışlarımı doğuran ana sebepler bunlardı.. aşağı indim ve artık satış saatinin düştüğü dakikalarda küçük mağaza sayılabilecek dükkana girip kıza merhaba dedim. dudağını ıssırarak kafasını öne eğdi. merhaba dercesine. bu tavrı anlayamamıştım. kıza dönerek kapri alacaktım ben diye konuşmayı sürüklemeye çalıştım. tamam dedi ve burda çeşitlerimiz var diyerek işini yapmaya çalıştı. ordan bir kapri seçtim ve kıza parasını ödeyip teşekkür edip sokakta az dolandıktan sonra eve çıktım. anladım ki bu kız, eğlence köşelerinde gördüğümüz bedeni ve kalbi ucuz olan kızlardan değildi. bu ukala hayatımı bırakıp eski günleri aklıma getiren hafif bir rüzgar belirdi sokakta. saçlarım rüzgarın etkisiyle dalgalanırken kafamı öne eğmiş, bana kapri satan kızın evime gideceğimi düşünerek garip garip bakması ve rüzgar eşliğinde diğer bir sokağa girdim. eski günler gelmişti aklıma.. eski günlerin anısına, rüzgarın saçlarıma ve yüzüme isabet etmesi beni güzel bir huzura sürüklemişti… her şeyi oluruna bıraktım ve o gün babamla ebru’nun ne haltlar karıştırdığını öğrenme kararı aldım. onları dinlemek, takip etmek bile istiyordum. burak babamın elamanı olmasına karşın benim kardeşimdi. babamın kötü yönlerini arada onunla tartışırdık. burağa babam hakkında bütün bildiklerini yarın gece onunla dışarı çıkıp soracaktım.. yarının bana verdiği merak, haziran gecesinin nemli havası ve hafif esen yel eşliğinde balkondan yıldızları seyretmek büyük bir keyifti.. herkes kendi halindeydi, içimi bir mutluluk kapladı artık yarın akşamı bekliyordum ve o akşam gelip çatmıştı. burakla beraber gezerken babam konusunu açmıştım. babam hakkında derinleşen sohbette burak babamın çok çapkın olduğunu ve her gün farklı kadınlarla otoparka uğradını söylemişti. ebru’yu sorduğumda, ebru babanı başka kadınlarla gördüğünde hiç sorun çıkarmadı diyerek cevapladı. ebru babamı nasıl kıskanmıyordu diye içten içe düşünmeye başlamıştım. peki bu babamın yanında dolaşan farklı kadınlar kimlerdi.. burağa babamın en son ne zamam ve nasıl tipte bir kadınla otoparka geldiğini sordum. burak en son 1 hafta önce 3-4 kadar kadınla babamın otoparka uğradığını söyledi.. burak konuşmasına devam ediyordu. babamı soran birçok adamın olduğunu, babamın yanındaki kadınların babamı soran adamlarla otoparkın önünde birçok kez buluştuğunu sözlerine ekledi. o gün babamın bir işler çevirdiğini anlamıştım. burağın gözlerine bakıp malüm soruyu sormak istedim ama henüz erkendi. artık bu saatten sonra kendi zevk ve eğlenceli yaşamımın yanı sıra babamın ne haltlar karıştırdığını öğrenecek ve onu takip edecektim.. burak ebru hakkında benden birşeyler gizliyordu. babamın da ebru’yu kıskanmadığını söyleyen burak bu konuya fazla karışmak istemiyor gibiydi. konuyu değiştirmeye çalışmasından anlamıştım ki.. babam ebru’yu kıskanmıyorsa ebru’nun yanında da erkekler oluyordu öyleyse.. konuyu değiştirip burakla bakıp bakıp doyamadığımız sahil kıyılarında keyifli sohbetlerle..

10

o gün burağı evine bırakıp kendi evimize girdiğimde misafir odasında ve mutfakta birkaç tane insan gördüm. beni gören babam arkadaşlarına benim oğlum diyerek tanıttı. babama meraklı gözlerle bakarken, evimizde bulunan kadınların kıyafetine baktığımda aslında her şeyi anlayabiliyordum.. bu kadınların hepsi kotu yoldaki kadinlar gibiydi… ebru’ya baktığımda 2 erkek ve 2 kadınla birlikte 5li bir grup oluşturup sohbet ediyorlardı. ne olduğunu anlamaya çalışıyordum… onlar ellerinde şaraplarla kafayı bulmuş ve deli gibi eğlenir bil haldeydi. ben ise bu saatten sonra ne olcağını merak ediyordum. bu neyin kutlamasıydı. içeri gidip ev kıyafetlerimi giydim ve odamdan çıkmamaya karar verdim. su içmek için buzdolabına ulaşmam gerekirdi. mutfağa girdiğimde bizim eve gelen birkaç kadın ve erkekten 1 çifti gördüm. kadın buzdolabına sırtını vermiş erkek ise kadını sıkıstırmak ve dokunmakla meşguldü. beni gördüklerinde ayrıldılar fakat samimi hareketlerine devam ettiler. farkettiğim tek şey kadınların yabancı erkeklerin ise türk olduğu idi. onlardan müsade isteyip su şişesini aldım ve içeri giderken babam sarhoş bir halde beni çağırdı… yanlarına gittiğimde babam gelsene oğlum gibi değişik ve sarhoşumsu bir sesle ve gülen yüzlerle bana baktı. yanlarına gittiğimde babam yanında bulunan kadınlara bu benim oğlum diye tekrarlamıştı. kadınlar yabancı gibiydi fakat içlerinden bazıları türkçe konuşuyordu. demek ki yarısı türk yarısı yabancı diyordum içimden.. içerdeki herkes birbiriyle çok samimiydi. babam hakkındaki düşüncelerim artık kesinleşiyordu. babam ya kadın pazarliyordu, ya da o işi yapan arkadaşları vardı.. insanları kılık kıyafetinden anlarsınız hani ya, ben bunların ne olduğunu çoktan anlamıştım.. hepsi sıcak kanlı, modern ama bir o kadar da patavatsiz insanlardı. bakalım ne olacaktı * babam sözlerine devam etti. ortama alışık değil dedi.. fakat babamın sözleri beni güldürüyordu, çünkü babamdan ziyade levent kırca’nın yaptığı sarhoş taklidini görüyordum karşımda. babam kafayı epey bulmuştu.. babamın yanında bulunan ve türkçe konuşan kadının biri ellerini babamın önünde boynuma dolayarak, ortama alıştırırız diye gülümsedi.. babam o an değişen surat ifademi farketmiş olacak ki salonu yankılandıran bir kahkaha attı. müzik açıktı ve herkes kendi alemindeydi. babam 3 kadar kadınla samimi şekilde takılıyordu. işte o kadınlardan biri ellerini boynuma dolayıp bu lafı ettikten sonra, babamın kahkası beni güldürürken, kadının tutumu çok şaşırtmıştı. kadın çok güzeldi.. onu reddetmek istemiyordum ama babamın önünde bu samimiyeti göze alamazdım. babam son derece modern olmasına karşın ben rahatsız olmuştum…

11

kadını kırmadan yere barak ve gülümseyerek ellerini omzumdan çektim. ne oluyordu bana? 20 küsurlu yaşlı kadınlarla birlikte oluyordum.. daha dün gece 25 30 yaşlarında bir kadınla birlikte olmuştum.. lakin ellerini omzumda hissettiğim bu kadın o dunkunden çok daha güzeldi.. ben salondan çıkarken son kez kadına bakmıştım.. kadın o sıra diğer 2 kadın ile babamın anlattıklarını dinliyordu. ısrarla baktım ve o salonun eşiğine bakasıya kadar orda durdum. o bana bakınca gülümsemiştim. o da bana gülümsedi ve bana doğru gelmeye başladı… o bana doğru gelirken ben eşikten ayrılarak antrenin sonunda beni bekleyen odaya doğru yavaş yavaş gittim. kadın da arkamda benimle gelmişti.. odamıza girdiğimizde ben odamdaki yatak örtümün desenlerini inceliyordum. şu son 3 günde ne kadar değiştimin farkındaydım. artık kendimden büyük insanlara bile yazabildiğime göre bu özgüven patlamasını biraz sonra odamda olcak dehşet kadınla pekiştirmeliydim odaya giren büyüleyici kadın bana doğru baktı ve adımı, yaşımı sordu. yaşımı söylediğimde gülümseyerek yanıma yaklaştı.. laptoptan oynamaya fırsat bulamadığım masa üstü bilgisayarımın bilgisayar masasına sırtımı dayamışken, ellerini bir kez daha omzuma attı.. dudaklarını bana doğru yaklaştırdı.. beni öpecek sandığım için bir an heyecanlanmıştım fakat onun söylediği lafla şok geçirmiştim.. kadın bana küçük afacan seni diyerek tekrar çekildi. o an ona dahada yaklasasim gelmişti. bu kadında beni ona çeken daha başka bişeyler vardı.. arkasını döndüğünde vucuduna goz gezdirmek zor değildi. bana doğru bakarak şu bilgisayarı açıp müzik dinleyip dans etmeye ne dersin dedi? içten içe gülüp hemen bilgisayarı açtım.. kadın bilgisayarın açılma esnasında kendi kendine şarkı söyleyip dans ediyordu.. odayı parfüm ve içki kokusu kaplamıştı bile. içki kokan bu kadının üzerindeki parfüm kokusu bende ona yaklasma, koklama belki de daha ileriye gitme isteği uyandırmıştı… bilgisayardan rasgale bir müzik açtım. yabancı ve hareketli bu şarkıda kadın iyiden iyiye coşmuştu.. kadını anlatmak gerekirse mukemmel kelimesi onun için yeterliydi.. giydigi kiyafetle onu bir melek gibi gösteriyordu.. giyimi, çok güzel yüzü, dudakları, yaptigi bakım ve parfüm kokan teniyle odamdaki mayhoş içki kokusu kapatıyodu.. bilgisayar masasına dayanmış onu izlerken, bilgisayar masasının çift tarafını tutmamama ve dengede durmamı sağlayan ellerimi o güzel elleri ile kendine çekti.. ve dans etmeye başladık. ben baston gibi kalmış onun el hareketleriyle oynatılan bir bebek gibi hissetmiştim kendimi.. lakin ellerini avuçlarımın arasında hissetmek, beni cesaretlendirmiş ve birkaç dakika önce onun önünde ezilen ruh ve bedenime coşku katmıştı.. kadının ellerini sıkıca tutup dans etmeye başladık. dans ettikçe yakınlaşıyorduk.. dans ederken adını sormuştum ve adının nilay olduğunu söylemişti. şarkının ortasında nilay ellerini ellerimden çekti iş baska yerlere kaymaya basladi…

12

arkasına döndüğünde kendini bana doğru yaklaştırdı . sonra kafasını arkaya çevirerek gözleriyle elimi bulup ellerinin yardımıyla ellerimi beline sardı.. Artik dans degismeye basladi.. evet bu kadın benim gibi utangaç birini etkilemeye calisarak kendi egosunu tatmin ediyor olabilirdi. ama umrumda değildi… .. bana arkasını döndüğünde kızıl saçlarındaki güzel koku ve fizigiyle tum vucudumu mest etmisti. Artik ona yanasmak beni utandirmiyordu.. o arkasını dönüp benle dans ederken yaptigim mudahileler karakterimi adeta ezmişti.. ninni gibi geliyordu sesi , o an o kadına büyülenmiştim.. şarkı bittiğinde yaa ne güzel dans ediyoduk diyen nilay’a hemen yabancı şarkı listesini oluşturmuştum.. tekrar dans etmeye başladığımızda nilay konusmaya yaklasmaya devam etti ama ben utangacligimdan gulumsemekle yetindim şarkıların coşkusu arttıkça nilayla daha çok yakınlaşıyorduk.. Dansini hizlandirdi kollarini yukariya kaldirip kopmaya devam etti bende ayni sekilde karsilik verdim sonra işler degisti yakınlıktan dolayi bazi samimiyetler olustu . Oda artik cevap veriyordu nilayın serbest tavırları beni oldukça rahatlatmıştı… nilay gözleri kapalı şekilde ve elleri omzumda şarkı söylüyordu. bilgisayarda çalan şarkıya nanana naralarında sözleri uyumlu olmasda beat anlamında eşlik ediyordu.. dudaklarını öpmek istiyordum fakat şarkıya ortak olmak için sürekli birşeyler mırıldanıyordu.. Sonra olan oldu… gülümseyen nilay ben dudaklarını öptüğüm halde şarkı söylemeye devam ediyordu… Seyrimizi hizlandirdik nilay bir başkaydi. hayvanimsi bir cekimi vardi. nilay jessica gibi değildi. onun tadı başkaydı. dişlerimizin bile birbirine çarptığını hissetmiştim .. nilayla bu cilgin durumda iken müziğin sesiyle antreden gelen kişiyi farketmemiş olmalıyız ki açılan kapıyla karşımda gördüğüm kişi beni şoka uğratmıştı nilayla bu durumdayken, içeri o ana kadar hiç göz göze bile gelmediğimiz, 5 kişilik grupla konuşan ebru giriverdi. kısaca basılmıştık. o an inanılmaz bir heyecan kapladı içimi, korku duygusu.. niye korkuyodum ki? babamın evinde ona neydi? ebru, içeri neden gelmişti? benimle mi konuşacaktı? ebru, nilay ve ben odada sessizlikle savaşıyoduk. tüm bunlar sadece 5 saniye içinde oldu. ebru hemen kapıyı kapatıp dışarı çıktı. ben şok olmuş ve ne olacağını merak ederken nilay’ın rahat tavırları bu durumlara çok alışık olduğunun göstergesiydi… endişeliydim.. sanki ebru benim sevgilimmiş ben onu aldatırken yakalanmış gibi bir korku vardı üstümde. o anlık korkudan kaynaklansa gerek kendimi tuhaf hissettim. içimdeki korku nilayla olan yakınlasmamiz daha fazla sürdürmedi. nilay iyice kafayı bulduğu için naptığının farkında bile değildi. nilay odamda yarı ayık yarı bayık dans ederken odamdan fırladım ve kendimi dışarı attım. olayın şokunu atlatmak için açık havaya ihtiyacım vardı. babamın misafirleri evin her tarafını erotik bir görüntüye bürürken ben aşağıya inmiş, kaldırıma oturmuş ve düşünür haldeydim… 1-2 saat kaldırımda oturup boş boş gezdikten sonra eve endişe ve korkuyla döndüm.. içeri girdiğimde babam yatmış, ebru her zamanki gibi mutfakta bulaşıkları yıkıyor, aynı zamanda da mutfakta bulunan tv’yi izliyordu. ebru eve girenin kim olduğunu merak etmiş olmalı ki mutfak eşiğine doğru baktığında benle göz göze gelmişti.. onunla göz göze geldiğimde hiç bu kadar korkmamıştım. yaramazlık yapan bir çocuk gibi ona mahcup, ona gebeydim… o güne kadar bana içten ve samimi davranan ebru bana gülümsememişti bile. kafalarımızı aynı anda çevirmiştik birbirimizden öteye.. o gece odama çekildim ve ebru’nun bana aldığı tavrı anlamaya çalışıyordum. bu kadar modern olduğunu savunan bir kadın neden beni bir kadınla birlikte gördüğüne rahatsız olsun ki diye düşünüyordum. aslında beni rahatsız eden bir kadınla öpüşürken basılmam, daha önce filmlerde izleyip güldüğüm ortada kalma olayı idi. neyse ki o gece yarın ne olacağını merak ederek zor bir uykuya dalmıştım… ertesi sabah olduğunda kahvaltıya giderken antreler üstüme gelir gibi olmuştu. korku, endişe, hüzün.. hepsi bir arada vardı o sabah. kahvaltı masasında ebru ile tek bir laf bile etmemiştik.. babam o gün işi olduğu için erken gitmiş olmalı ki, ne yatak odasında ne de kahvaltı masasında yoktu.. kahvaltı masasında benimle hiç konuşmayan ve televizyona yoğunlaşıp yemek yiyen ebru’ya kahvaltımı yaptıktan sonra, lavaboya elimi yıkamaya giderken merak ettiğim soruyu ancak sorabilmiştim… dün akşam gelen kimlerdi? evet bu soruyu yöneltmiştim ebru’ya. içimdeki korkuya rağmen, dün akşamdan beri aldığı tavrı anlamaya çalışırken, ebruyla muhattap olmak, son zamanlarda yumuşayan yüreğime karşı koymaktı. ebru ilk başta cevap vermedi fakat 2. soruşumda babanın arkadaşlarıydı diye yanıtladı. elimi yıkayıp mutfağa döndüğümde sabah yeni kalkmanın verdiği etki olsa gerek, suratımdaki şişkinliği sormuştu ebru. bilmem başım ağrıyor diye cevapladım. ebru ise dün gece çok mutlu görünüyordun, kapıyı çalmadan girerek görgüsüzlük ettim kusura bakma demişti.. 1 gece öncesinde basılmanın verdiği psikolojik rahatsızlığı ebru’nun sözleri tetikledi. ebru’nun yüzüne bakamadım bile, kızaran yüzümü farketmiş olmalı ki bana sert sözlerle yüklendi.. bencede utanmalısın, 30 yaşındaki bir kadınla yakınlastigin için diyerek, kızaran suratıma sıcak bir kıvılcım göndermişti.. utanma duygusunu bu kadından mı öğrenecektim. sinirlenmiştim .. o zaman beraber utanalım, sende 45 yaşındaki adamla ilişki içindesin dedim.. bu adam babamdı tabiki.. bu sözüm mutfaktaki gerilimi hat safaya ulaştırmıştı..

13

söylediğim ağır sözlerden sonra ebru’nun suratı düşmüştü. ince kaşlarının altında süzülen kara gözleri dolmuş, kadınsı gururu ezilmiş, birkaç saniye önce öfkeyle yaklaştığım o kadın şimdi gözümde masum bir hal almıştı.. ona karşı hep ön yargılıydım fakat bu ön yargı zamanla ona karşı bir hissiyata dönüşmüştü. ebru’nun dolan gözlerine daha fazla bakamadım.. kafamı mutfak çıkışına doğru çevirdim ve mutfaktan çıkarken ebru’dan özür diledim. özür dilerim’e karşılık aldığım cevap bir hayli titrek sesle kapa çeneni idi. ben odama doğru ilerlerken muhtemelen ebru ağlıyordu… içimde ebru’ya karşı beslediğim garip duygular vardı. kin, bazı zamanlar nefret ve son zamanlarda yoğunlaşan sevgi. bu karmaşık duygular çok canımı sıkmıştı. ebru mutfakta ağlarken ben odamda onun gönlünü alma planları yapıyordum. ebru’yu babamın paralarını yiyen bir kadın olduğu için mi? yoksa babamı seven bir kadın olduğu için mi sevmiyordum? olarlara o zaman karşı taraftan bakamadığınız için anlayamıyosunuz amk. bu şu demek oluyordu.. ya ebru’yu babamdan kıskanıyordum, ya da babamı ebrudan kıskanıyordum. cevabı kalbim söylese de inkar etmeye çalışıyordum. evet ebru’ya karşı içimdeki sevgi duygusu git gide büyüyordu… mutfağa giderek ebru’dan tekrar özür diledim. ebru suratıma bile bakmıyordu. gözlerindeki kızarıklığı farkettim. içime bir kor düştü o an. evet şaka değildi lan bu. kafa toplamak için geldiğim babamın yanında gene sorunlu bir hayat başlamıştı. geçmişteki gördüğüm hayaller, ebru’nun gerçekciliğini düşürüyodu gözümde. evet bunlar gerçekti ama hem babamın metresine aşık olmak, geçmişteki gördüğüm hayaller.. ebru özrümü kabul etmemişti, babama bu konu hakkında hiçbir şey söylememişti… o günden sonra 1 haftalık bir sessizliğe büründük. ne geceleri dışarı çıkıyordum, ne de ebru ile diyalog kurabiliyordum.. ama bir şeyin farkındaydım. ebru bana sırtını dönse de onun sarı saçları bana mutluluk veriyordu. galiba ebru’ya tutku ile bağlanıyordum .. 1 haftalık süreçte ebru sadece 3 gün bizde idi. ebru’nun olmadığı bir gece babam hosaf kılıklı bir kadınla kapıdan içeri girdi… derin düşüncelerle boğuştuğum salon, babam ve kadından gelen içki kokularıyla ekşimişti. kadını yatak odasına götüren babam, benim yanıma gelip bu durumdan ebru’nun haberdar olmamasını, baba oğul arasında bu tür sırların tutulabileceğini ve bana çok güvendiğini söyledi. erkekler arada çapkınlık yapar diyerek kendini tatmin etmeye çalışıyodu. bu 1.5 ayın sonunda gelen ilk aldatma idi. babam bu günden sonra bu hareketlerini sık sık tekrarlayıp kendini ele vermeye başlamıştı. babamın kendisine karşı bu kadar sadık olan ebru’yu aldatması, geçmişteki anneme yaptığı haksızlıkları hatırlatmıştı bana. annemin anlattığı kadarı ile babam patavatsizin teki idi. ama saf kalpli oluşu, onu birçok para avcısı kadınların tuzağına düşürüyordu. ben bunları düşünürken içeriden gelen bağrışmalar, zevkle atılan kahkahalar kafamı iyice attırmıştı…

14

artık dayanamıyodum bu herife. o herif benim babamdı. ebru gibi ruhu ve bedeni güzel olan kadına sahip olmak yetmiyormuş gibi onla bunla düşüp kalkması çok tuhafıma gidiyodu . kafam atmıştı. babama bağırıp çağırmak istiyordum. içeri girsem kadınla onu bi pozisyonunda görecek olmam beni tiksindirmişti. onun yerine salondan fırlayarak yol kapısını son derece hızlı bir şekilde çarptım. içerde zevkten bagirmakla meşgul olan babam ve kadın bu kapı sesini duymuşlar mıydı bilmiyordum ama benim sinirim az da olsa geçmişti. o an içimden ebru’nun evine gitmek gelmişti. ebru’nun evi araba ile bizden 15 dk kadar uzaklıktaydı. arabayla ebru’ya gidip babam seni aldatıyor deseydim büyük bir çılgınlık yapar mıydım acaba? evet bunu içten içe düşünmeye başladım. eve tekrar gidip vestiyerde asılı olan kontak anahtarını aldım ve ebru’nun yolunu tuttum… arabanın gaz pedalına yüklendim ve ebru’ya ulaşmak için can atıyodum. babamın onun aldattığını söylemekten vazgeçtim yolun ortasında. çünkü ben bu durumu söylesem babamla aram açılırdı ve babam beni evden kovardı. babamın beni evden kovması umrumda değildi.. umrumda olan tek şey babamın bulunduğu şehirden ayrılırsam bir daha ebru’yu göremiyecek olmamdı. ebru’nun evine vardığımda, ondan özür dileyip gönlünü almayı, ona süpriz yapmayı planlamıştım. ebru’nun evinin önüne vardığımda, apartman kapılarının açık olduğunun farkına vardım. apartman kapısının içine girdiğimde, ebru’nun beni karşısında görünce ne yapacağını düşünerek atmıştım merdiven adımlarını. 3 katlı apartmanın 2. katının basamaklarını çıkarken ebru’nun oturduğu dairenin kapısının önünde, sivri burunlu bir ayakkabı gördüm. o an içimdeki hayal kırıklığını anlatamam bile. ebru’nun yanındaki erkek kimdi.. hemen aşağı indim ve ebru’nun evinin önüne park ettiğim arabayı başka bir sokağa park ederek ebru’nun evinin önünde geç saatlere kadar beklemeye karar verdim… saat o an 11:30 civari idi. gerekirse 1 e kadar oralarda oyalanıp ebru’nun evinden çıkacak kişiyi, o sivri burunlu ayakkabının sahibine bakacaktım… 1 e kadar da bekledim orada. kimse çıkmadı o apartmandan. içimden babama ve ebru’ya küfürler saydırarak arabayı park ettiğim yere doğru koşuyodum. öfkeliydim. hem babama hep ne yaptığı belli olmayan ebru’ya .. burakla geçirdiğimiz güzel ve eğlence dolu gecelerden sonra bu 1 hafta bana kabus gibi gelmişti. ne babam ne ebru umrumdaydı artık hiç birini umursamiycam diyordum içimden. ama kalbimden gelen ses ebru’yu merak ettiriyordu bana.. aradan 1 gün geçti ve ebru öğlen saatlerinde bize geldi… ebru ile tam 3 gün sonra yalnızdık. içeri giren ebru, 1 haftalık küslüğünün ardından bana merhaba dedi. mutlu ve coşkulu bir şekilde naber diyerek oturduğum odaya geldi. iyi olduğumu söyleyerek onun halini hatrını sordum. ebru bugün mutluydu.. peki ya o dün gece kapısının önünde gördüğüm erkek ayakkabasının sahibi kimdi? bu soru içimi kurcaladı durdu. derin bir sohbetten sonra ebru mutfağa gitti ve çok sevdiği pasta tariflerinden birini uygulayacaktı. 1 hafta önce beni kadınla basan ebru benim ayıbımı yüze vurmuştu, peki ya ben onun dün gece ne yaptığını niye sormayayım ki diye düşünüyodum. karar verdim.. dün gece ki ayakkabının sahibini sormak ve öğrenmek için mutfakta bulunan ebru’nun yanına gittim… mutfağa girdim ve ebruya seslenerek; ben: kolay gelsin. ebru: sağol. bak sana bugün çok güzel pasta yediricem.. ben: ne pastası bu ebru: daha önce yemiştim. yeni tarifini aldım. ben çok beğendim sen de parmaklarını yersin. ben: tamam.. ebru pasta ile uğraşırken ben cesaretimi toplayıp dün gecenin konusunu açtım. ben: dün gece sana geldim. bana küs olduğunu biliyodum, sana süpriz yapmak gönlünü almak istedim. ebru: ne zaman geldin? saat kaç gibi? ben niye görmedim? ben: saat 11 gibi.. kafam attı geldim. kapının önünde erkek ayakabbası vardı geri gittim… ebru: kimin olacak. babamın binbir çeşit ayakkabılarından biriydi. çalsaydın ya kapıyı.. ben : babam evdeydi .. ebru garip bir şekilde yüzüme baktı ve baban dün benim yanımdaydı dedi. hayır burdaydı diye yeniledim. ebru saçmalama diyerek, sinsi bir gülüşle konuyu örtmeye çalıştı. arkasını dönerek pasta ile ilgilenmeye başlayan ebru’yu çok aciz gördüm. arkadan onu inceliyordum.. bu kadar savunmasız yakalamışken üstüne gitmem gerekirdi. ebru’nun bu acizliği beni cesaretlendirmişti. ebru babamın bizim evde olduğunu bildiği halde neden bu kadar basit bir yalan atsın ki? bu konuyu daha da açmak ve aklımdaki çelişkileri yok etmek, kafamdaki soruları çözümlemek için, gözümde çok büyüttüğüm ebru’ya karşı dün gece duyduğum hayal kırıklığının asıl nedenini öğrenmek için tekrar sordum.. ”o ayakkabının sahibi kimdi?”… sen 11 gibi mi geldin? pardon ben yanlış anlamışım. baban 9 gibi benim yanımdaydı.. baban benim yanımdan giderken, bu gece evde olmayacağını söyledi. ben o yüzden gelemedim dün sizin eve diyerek kafamı iyice karıştırdı. o ayakkabının sahibine gelince, baban gittikten sonra evime eski bir bayan arkadaşım geldi. kocasını da yanında getirdi. ama kadının ayakkabıları çok pahalı olduğu için ve yol kapının açık olduğunu, hırsızın girebileceği korkusuyla içeri almamı istedi. adamın ayakkabıları dışarda kaldı anlayacağın dedi. yani bu sohbetin özeti, babamın ebru’yu evde olmayacağım diye kandırmasıydı. ebru yalan mı atıyordu bilmiyordum ama ben istemeden de olsa babamı ele vermiştim. kafam iyice karışmıştı .. ebru ile konuşmaya devam ettik… ebru’nun suratı asıldı ve konuşmalarına devam etti. akşam göstericem ben ona, bu yalanın sebebi neymiş? beni bu evde istemiyorsa dobra dobra söylesin, dansöz gibi kıvırtmasına gerek yok diyerek babamın arkasından sert konuşmaya başlamıştı. ebru’nun babamı eleştirmesi hoşuma gidiyodu. babamın o gece ebru’yu kandırdığı aklıma bile gelmemişti. kadını hem kandırdı hem de aldattı. ebru babamın kendisini aldattığını duysa ne hissederdi acaba? o an ebru’nun sinir oluşu ve kendi kendine konuşması beni içten içe güldürüyodu. yüzümdeki gülümsemeyi farkeden ebru bana kaşlarını çatarak baktığında kendimi topladım ve gülmemeye başladım. aklımdaki tek soru şu idi. ebru aldatıldığını duysa ne yapardı acaba? bu kadar modernde olsa aldatılmayı kaldırabilir miydi?

15

babamın bana verdiği sırı istemeden de olsa ağzımdan kaçırmıştım. başladım ebru’ya yalvarmaya, nolur söyleme.. olan bana olur, ispitçilik yapmış gibi olurum diye ebru’ya yakınlaşıyor yalvarıyordum. ebru bu durumuma acımış olmalı ki tamam bakarız diyerek beni mutlu etmişti. ben de çok sağol ya diyerek 2 aya merdiven dayayan samimiyetimize inanarak ebru’nun yanağından öpüp odama doğru gitmiştim. tam 50 gün sonra ebru’nun yanaklarını öpmek, ona bu kadar yakınlaşmak beni mutlu etmişti. artık ebru’ya karşı olan zaafım iyiden iyiye kendini belli etmeye başlamıştı. ebru akşam babam gelmeden evden gitti.. o gece babam ebru’yu aramasına rağmen ebru beni ele vermemişti ve başının ağradığını bu gece kendi evinde kalacağını söylemişti.. bense o akşam uzun bir aradan sonra burakla birlikte dışarı çıkıp kafa dağıtmıştım… ertesi gün doğduğunda, hatta öğle saatlerini gösterdiğinde ebru’nun bize gelmemesine üzülürken uzun süredir balkona çıkıp izleyemediğim giysi satan kızı izlemek için balkona çıktım. bizim kız uyuz tipli bir erkekle samimi şekilde muhabbet ediyodu. seninde suratina ediyim diyerek içeri girdim ve o gece alem yapmaya karar verdim. burağı arayarak bugün bir kadınla basbasa olmak istediğimi söyledim.. burağı aramamın tek nedeni gene bana yoldaş olması, eğlenmek için seçtiğim tek arkadaşımı ikna etmek içindi. burağın arayıpta bulamadığı şey bu olduğu için hemen kabul etti. akşam olduğunda çıktık ve deli gibi eğlendik.. o gece hiç tanımadığım bir kızla 2 saat boyunca dudaklarım aşınasıya kadar öpüştüm. daha fazlası olmadı, o minik çaplı alemden sonra saat 11 gibi cep telefonum çaldı. rehberimde kayıtlı olmayan bir numaraydı. numaramı babamdan almış olmalı ki telefonu açtığımda ebru’nun ağlayarak babam hakkındaki serzenişleri duydum. ebru çok hırçındı ve babama öfke doluydu. telefonda hiçbir şey anlamadığım için ebru’ya şuan dışarda olduğumu müsaitse onun evine gelebileceğimi ve derdini orada dinleyeceğimi söyledim… burağı eve attıktan sonra ebru’nun evine doğru yol aldım. en son gelişimde farklı hislerle çıktığım apartman kapısına bu sefer neyin olup bittiğini anlamak için girmiştim.. kapıyı açan masum prenses, gözleri yaşlı ve kızarık olan, ilk başlarda nefret beslediğim ama giderek bağlandığım kadındı. gireyim mi diye sorduğumda kafasını sallayarak onayladı. içeri girdim… o gece o kadını teselli edecektim . bunu gerçekten istiyodum. omzumda bile ağlayabilirdi yani. o derece masumdu hani. evin salonuna geçtiğimizde ebru’ya ne olduğunu sordum. ebru babamın yaptığı şerefsizliği anlatmaya başladı.. dolan gözleriyle anlatıyordu babamın ona yaptıklarını, bense onun dolan gözlerine bakıp dudaklarından çıkan kelimeleri gözlerinden okuyordum. bir başkaydı lan bu kadın. masum, herşeye rağmen umut dolu gözleriyle, o anlattıkça ona sarılasıp teselli etmek geliyordu içimden… ebru o gece birçok şey anlattı. ama en önemlisi o akşam babam tarafından herkesin içinde şiddet görmesiydi. ebru bana verdiği sözü tutamamıştı, babamın onu kandırdığını benim tesadüf eseri ağzımdan kaçırdığımı babama anlatmıştı. o an ebruya kızamadım bile, ağlayan gözleri ona kızmamı engellemişti. tüm bu olaylar otoparkta geçmiş. ebru babamın eve gelmesini, ya da kendine gelmesini bekleyemeyip akşam olmadan babama dün gecenin hesabını sormaya gitmiş. tartışma kavgaya dönüşmüş ve babam otoparkta ebru’ya elamanlarının gözü önünde vurmuş. ebru bunları ağlayarak anlatıyodu. bir yandan da şimdi seninde başını yaktım diye bana dert yanıyodu. eve gitme bugün burda kal baban sana bir şey yapar şimdi diye beni ikna etmeye çalışıyordu… ebru’ya birşey olmaz dedim ve onu teselli ettikten sonra evden çıktım. evden çıkışımda ebru’nun bana sevgi dolu bakışları onun kalbinde belki bir sevgili olmadığımı fakat onun sevdiği biri olduğumu gösteriyordu. arabaya atladım ve yola koyulduğumda eve vardığımda ne tepki göstereceği belli olmayan babama karşı o an cephe almıştım bile. eve vardığımda babam bana birşey söyleyecek miydi? içimdeki merak konusu bu idi. zira babamla son günlerde iyiden iyiye ufak atışmalar yaşıyorduk… eve vardığımda buram buram kokan içki kokusu babamın alemde olduğunun göstergesiydi. bu ev hiç bu kadar içki kokmamıştı. içkinin kokusundaki asalet fazlalaşınca leşimsi bir koku almıştı evi. eve girdiğimde babamı karşımda gördüm, uyumamıştı. bana karşı ilk defa bu kadar tepkili bir ses tonuyla, ” sen de çok alıştın bu yaşama” diyerek bana sinirli olduğunu belli etmişti.. ben hiç bir şey söylemedim fakat babam devam ediyordu. niye söyledin ebru’ya evde olduğumu? karı gibi laf mı taşıyorsun lan sen diye ses tonunu bir hayli yükseltmişti. babamın keyfine söz geçirememesi, annemden sonra ebru’ya yaptığı haksızlıklar beni zaten germişti…

16

bilerek söylemedim diye cevapladım. gambazcı olsaydım o gece eve kadınla geldiğini de söylerdim, evde olduğunu ebru’dan gizlediğini bilmediğim için ağzımdan kaçırdım dedim.. beni sert surat ifadesiyle izleyen babama rest çekerek, bana bir daha böyle bağırıp çağırma dedim. ve babam ses tonunu fazlasıyla arttırdı. sen padişah oglumusun müsün ulan? ben senin babanım hıyar. adam mı oldun , karı kılıklı.. laf taşıyorsun karı gibi .. babam bunları söylerken ateş alan yüzümü ve tüm vücut hatlarımı söndürmek, bir nebze rahatlamak için mutfağa gidip musluktan yüzümü yıkıyordum. fakat antreden bir hışımla küfürlerine devam eden ve alkolünde verdiği etkiyle üzerime gelen babama ilk şokunu o an yaşatmıştım… yuru git lan başımdan, seyine söz geçiremiyosun bana mı geçireceksin diyerek mutfak dolabının bir parçası olan çekmeceden aldığım bıçakla üzerime gelen babamı adeta geri adım atmaya zorlamıştım. babam o an hiç bir şey söylemiyordu. daha önce yaşadığım olayları bilen babam o gece fazla üstüme gelmişti. o an babam hızla geri döndü ve odasına giderek kapıyı çarptı. muhtemelen çoktan sızmıştı. bense sakinleşmek için banyoya girdim ve soğuk suyla bir güzel duş aldım.. soğuk suyun verdiği rahatlıkla o gecenin gönlümdeki meleği ebru’yu düşleyerek rüyama daldım ve ertesi sabahı ettim… gözlerimi açtığımda ilk işim babamın odasına gidip kontrol etmek oldu. evde yoktu bizim ayyaş. bu olay benim güne mutlu başlamama sebep oldu.. birkaç saat sonra ev telefonu çaldı ve arayan ebruydu. ebru dün gece babamın bana birşey yapıp yapmadığını sordu. ebru’ya babamın köpek gibi ürüdüğünü, daha sonra ona karşılık verince odasına çekilip sızdığını söyledim. ebru çok üzüldüğünü söyledi.. bu akşam bize geleceğini, olayları tatlıya bağlamak istediğini, herşeyin eskisi gibi olması için uğraşacağını söyledi. telefonu kapattıktan sonra bu gece ebru’yu görecek olmamın verdiği mutluluk ve balkona çıkmamla satıcı kızı gene aynı mongolla görmemin verdiği hüzün birleşince çok b*ktan bir şey ortaya çıktı. ebru kadındı, giysi satan insan kız.. ebrunun kadınlığına, dişiliğine hızla bağlanırken bu satıcı kızı yaşıtım gibi göründüğü için yanımda istiyordum belki de. ama satıcı kıza duyduğum hissi ebru’ya duyduğum his ile karşılaştırdığımda kendime gülüyordum. çünkü ebru olgun ve ihtiraslı bir kadındı. artık o gün kendimden sakladığım gerçeği kendime kabullendirmiştim. ebru’yu seviyordum… peki ya ebru akşam bize geldiğinde tahmin ettiği gibi herşey yoluna mı girecekti bunu ben de bilmiyordum… akşam olabilecek gergin atmosfere karşı yorgun düşmek, sessiz kalan taraf olabilmek için bütün enerjimi atmak için evde deli gibi spor yaptım. dışarı çıktım, gezdim, yollarda sebepsiz yere koştum, insanların garip bakışları eşliğinde sokaklarda güle güle dolaştım. bu 2 aylık süreçte artık insanları umursamamayi, toplum içinde doğal olmayı, ölümlü dünyada içimden korku duygusunu çıkarmayı öğrenmiştim.. muhtemelen beni deli sanıyolardı ama ben böyle mutluydum. akşamüstü merdiven basamaklarını çıktığımda ebru’nun ayakkabıları kapının önünde duruyodu. o ayakkabıları gördüğümde bile heyecanlanmıştım. ne oluyordu bana? içimdeki duyguları bastıramaz olmuştum.. büyük bir heyecanla girdim içeri. ebru bana hoşgeldin diyerek yanaklarıma öpücük kondurmuştu.. onun için babama çektiğim rest ve dün gece onu teselli edişim aramızdaki bağları güçlendirmişti… o gece müzik açtık, eğlendik, espriler yaptık, beraber kahkası bol, eğlenceli dakikalar geçirmiştik.. taa ki babam gelene kadar …

17

babam akşam 9.30 gibi eve geldi.. içeri girdiğinde ebru’yu görmesine rağmen hiç tepki vermeden yatak odasına üstünü değiştirmeye gitti. babamın bu hareketinden sonra ebru’nun düşen suratı dikkatimi çekse de, oralı olmamaya çalıştım ve kendi dalgama baktım. açıkçası babam umrumda değildi, babam ebru ile ayrılsa bile ebru ile görüşebileceğimi düşündüğüm için olaylar bana s*çramadıkça karışmayacaktım. haziran ayının sonlarına yaklaşırken babam içeri şort ve kısa kollusu ile girmişti. ben kucağımdaki laptopla ilgilenirken babam uzanmış tv izliyordu. gözümün ucuyla ebru’ya baktığımda babamın bu ilgisiz davranışlarına karşı kayıtsız kalmıyor, babama kızgın bir surat ifadesi ile bakıyodu. ortalığın birazdan gerileceğini tahmin etmiştim . odadan sıvışmanın en iyisi olduğunu düşündüm ve babamın dik dik bakışları arasında onun yanından geçip odama doğru ilerledim. odama vardıktan 5 dk sonra babam ile ebru sessizliğini bozmuş konuşuyorlardı. bu konuşma bağrışmaya dönüşünce odamdan çıkıp olanları izlemek üzere adımlarımı attım… içeri vardığımda babam ve ebru hareretli bir şekilde tartışıyolardı. onlara sessiz ve sakin olmaları konusunda uyarmak istemiştim fakat yükselen seslerin karşısında bu durumdan vazgeçtim. babam ebru’ya bağırıp çağırıyordu. ebru bu gece herşeyi düzeltmeye geldiğini, herşeyin eskisi gibi olacağı umudunu içinde taşıyarak buraya geldiğini söylüyordu. tüm bunlar babamın umrunda değildi. sakin olun ya bağırmayın diye söze girdiğimde ikiside beni tınlamayarak kavgalarına devam ettiler. babamın ağır sözleri ebru’nun gururunu incitmeye devam ediyordu. kavganın ortasında ebru artık babama dayanamadığını, buraya herşeyi düzeltmek için geldiğini fakat babamın sergilediği tutuma karşı hayal kırıklığına uğradığını tüm nefretiyle anlatıyordu. babam ise bir süre sonra ebruya ”cık git bu evden” demişti.. o bu lafları söylediğinde ebru’nun gözünden süzülen yaşlar beni babamı susturmaya, ona karşı çıkmaya itmişti… babama artık susmasını, ebru’nun bu gece her şeyi düzeltmek için bize geldiğini, onun bu lafları haketmediğini söylemiştim. ebru beni destekleyen konuşmalarla, babamın insan olmadığını onun böyle şeylerden anlamadığını babamın yüzüne bakarak söylemişti. babam ise bu laflardan sonra ayağa kalkınarak ebru’nun üzerine doğru yürüdü. bense olayları süzmeye çalışırken babamın bu ani hareketiyle irkildim. napıyordu bu patavatsiz babam. benim önümde ebru’ya şiddet mi uygulayacaktı. babam olduğu yerden ok gibi fırlayıp ebru’yu oturduğu yerden kendine çekti ve kollarından kapıya doğru sürükleyerek defol git diye bağırıyordu. ebru kolumu bırak giderim diye direndiğinde babam ısrarla sürüklemeye çalışıyordu.. olayların daha da ileri gideceğini anlayarak babamın yanına gidip, ” ya bıraksana kadını, gidecek işte. ne diye itekliyorsun” diye sözlerime devam ettim. babamın gözü dönmüş olmalı ki sen karışma lan diye beni yakamdan itekledi. babamın bu yaptığı davranış beni sinirlendirse de ebru’yu o halde görmek üzüyordu. ebru’nun kolundan sürüklemeye çalışan babama, ebru’nun hıçkırıkları eşliğinde ağır sözlerle yüklendim. sen insanlıktan nasibini almadın mı? bu kadın sana bugün ne dedi? neden ona hayvan gibi davranıyorsun? bu sözler beni ebru’nun gözünde yücelttikçe babamın gözünde düşürüyordu. ve o an dananın kuyruğu kopmuştu. babamın söylediği söz kapıdan kendi çıkmakla inat eden, babamın şiddetine karşı koymaya çalışan ebru’yu parçalamıştı. babam bana dönerek, ” savunma lan şu kariyi” dedi ve ebru’yu tekrar kaba kuvvetle itekledi. ben o an donmuştum. gözü dönen babama artık birşey söylememe kararı almıştım. ebru ise babam’a bu laflarından sonra bir hayli kızdı ve avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı. ben yolluysam sende pez* lan, essek heriffff.. ben onların bu çirkefliğini izlerken babam ebru’ya git kimin altında yatacaksan yat ama bu eve bir daha gelme diyerek, daha önce itekleyerek kovmaya çalıştığı bedenine darbeler indirmeye başladı. ebru hırpalanmış bedenini daha da yoruyordu. ağır laflar ardını kesmiyordu… babamın ağır laflarına karşın, ebru’nun ağır lafları da gecikmedi. ” satacak çok karın var değil mi ahlaksiz” diyerek babamı benim önümde çılgına çevirmişti. artık babam kendinden geçmiş ebru’yu dövmeye başlamıştı. ebru hem ağlıyor hem babamın sırlarını açığa kavuşturmaya çalışıyordu. babam ebru’ya sert darbeler indirirken ben artık ayırmaya karar verdim ve aralarına girmeye çalıştım. ebru babama assaglik, namussuz, adi şerefsiz dedikçe babam ebru’ya tekme tokat giriyordu. ben araya girmeye çalıştıkça, babam beni de itip kakıp yavaş yavaş sinirimi bozmaya başlıyordu. ebru’nun burnundan akan kan artık iyice gözümü döndürmüştü…

18

babamın boğazından tutup çıldırmış surat ifademle gözlerine baktım ve babama karşı duyduğum öfkeyle yüksek ısıya ulaşan nefesimi yüzüne solumuştum. babamı boğazından tutup var gücümle duvara kadar ittirdim ve sırtını duvara dayamıştım.. ” yeter artık lan millete rezil oluyoruz, kadını öldüreceksin” diyebilmiştim. daha fazlasını söylemek gelirdi içimden ama o anın verdiği adrenalin sözlerimi kısıtlamıştı.. babamın benim bu psikopatça tavırlarıma karşı sessiz olması beni şaşırtıyor ama hoşuma gidiyordu. keza o gece de öyle olmuştu. babam bu hareketimden sonra ebru’ya dönerek ‘cık git bu evden” dedi ve odasına çekildi.. o odaya girer girmez ebruya yöneldim. ağlayarak evin kapısının önünde ayakkabasını giymeye çalışan ebru’dan özür diledim, onu teselli etmeye çalıştım. ebru az önce yaşadıklarının etkisiyle olsa gerek bana hiçbir şey söylemedi. yaptığı tek eylem ağlamaktı. o gece ebru eve gitti. bense odama çekilerek ebru’yu düşünmeye başlamıştım. babam ebru’ya cık git bu evden dediğinde, ebru’nun verdiği ” başka satacak karın çok değil mi” cevabı beni düşündürmeye başlamıştı. 1 saat sonra telefonumdan gelen zil sesi, ebru’nun aradığını gösteriyordu. ebru’nun son lafı beni düşündürse de o an çok mutlu olmuştum … ebru ile telefonda o gece uzun süre sohbet etmiştik. ebru, babam ve ben arasında problem olup olmadığını sorduğunda hiçbir problemin olmadığını söyleyince rahatlamıştı.. ebru’nun konuşmalarına bakılırsa babamdan artık ayrılmayı kafasına koymuş gibiydi. keza onu o gece döven babamında ebru ile artık ilişkilerinin devam etmesi isteğini taşıdığını düşünmüyordum . ben olmasan kadını öldürücekti belki de. ebru ile telefondaki konuşmamız bir hayli samimi olmuştu. ebru o gece yaptıklarım için teşekkür etmişti. sen babana çekmemişsin. insanlığınla ona misli basarsın, bundan sonra hayatımda baban yok ama seninle görüşmeye devam etmek istiyorum. istediğin zaman bana gelebilirsin canım demişti. az önce acıyarak baktığım kadına karşı, onun bana ettiği samimi laflardan sonra tekrar ihtirasla bakmaya başlamış onu yeniden arzulamıştım. ebru’ya çektiğim yağlardan sonra onu bir hayli şımartmıştım. birkaç saat önce evden ağlayarak çıkan ebru’yu telefonda güldürüyodum.. onu mutlu ediyodum ve aramızdaki bağı bir hayli güçlendirmiştim.. o günden sonra ebru ile babamın ilişkisi kesin olarak bitmiş gibi gözüküyordu. ebru ile hemen hemen gün aşırı telefonla konuşup, sohbet ediyorduk. nitekim olaydan 1 hafta sonra ebru beni özlediğini söylerek evine davet etti… artık temmuzun ilk haftaları gelip çatmış, hava iyice kavurucu bir hal olmuştu. 1 haftadır eve gün aşırı gelen ve benimle arada sohbet eden babamla aramız iyidi. babamın bugün ebru’ya gideceğimden haberi yoktu, olamazdı.. o gün akşamı heyecanla bekledim.. hiçbir yakınlaşma ümidi taşımamıştım içimde. 10 gün sonra ebru’yu görecek olmanın mutluluğu bana yetmişti.. o gece yaşanacaklardan habersiz evden büyük bir coşkuyla çıktım.. ebru’ya gidiyordum artık.. telefonda samimiyetimizin iyice arttığı, artık babamın sevgilisi olmayan ebru’ya.. ebru’nun evinin önüne geldiğimde kalbimin ağzımda attığını hissettim.. içimdeki heyecan geçesiye kadar arabadan çıkmadım. heyecanımın geçtğini düşünerek çıktım merdiven basamakları kalbimin bir kez daha ağzımda atmasına sebep olmuştu. cansu’nun topukla enfes ayakkabılarını görünce bendeki hareketlilik ve telefondaki samimiyetlik artık ebru’nun kapısını çalmam gerektirdiğini düşündürüyodu bana…

19

zile bastım ve kapıyı güzeller güzeli ebru açtı.. ebru o gece harika görünüyordu.. askılı ve dizinin yarım karış üstündeki elbisesi kırmızılığı ile büyülüyordu beni.. içeri girdiğimde güzel ve çekiciliyle 2 yanağımada hoşgeldin öpücüğü kondurdu.. güzel vucudu duyguklarımı saklamama fire veriyordu. ebru cok guzel gibi kadındı. baştan aşağı süzdüğümde, saçlarını düzleştirdğini farketmiştim. ebru saçlarını fazla düzleştirmezdi. onu uzun süre sonra öyle gördüğümde güzelliği ile adeta büyülenmiştim. elleri ve ayaklarındaki bakım ve susleri tüm güzel vücut hatları ile birleşmişti. o gece tapılası bir kadın olan ebru beni 10 gündür görmediği için fiziğimdeki değişikliği hemen farketmişti.. ebru’nun olmadığı süreçte evde hayvan gibi yaşamanın verdiği düzensizlik beni farkedilir şekilde zayıflatmıştı.. ebru’nun tartısına çıktığımda 10 günde verdiğim 6 kilo direk yüzüme vurmuş ve beni çöküntüye uğratmıştı. ebru’ya sen evde yokken bana iyi bakmıyorlar dedim ve ebru’yu bir hayli şımartmaya başladım.. ebru mutfakta yaptıkları ile ilgileniyordu, daha hiç oturmamıştı.. yemekler olana kadar içeri geçtiğimizde ebru’nun tam yanı başıma oturması ve kısa elbisesi ve iç gidiklayici hareketleri, ve vucudunun bazi yerleri bir hayli açılmıştı. güzel vucudunu ebru’nun beni gördüğünü bile bile süzdüm ve tum vucudunu tek tek inceledim. bu kadına tapıyordum. tüm bunların yanı sıra ondan gelen çekici parfüm kokusu beni haddinden fazla etkilemisti etmişti… artık ebrudan daha fazlasini. ebru dibimde idi. benden tarafa olan bacaklarını yanastirinca beni öylesine etkilemisti ki etmişti ki.. ebru ile 10 günlük süreçteki geçen olaylarla ilgili konuşurken, konuşan taraf sadece ebruydu. ebru’nun yüzüne bayık şekilde bakıyodum fakatbolgelerine dalip gidiyordum. ebru bunun farkındaydı.. kendime engel olamıyordum ama ebru’nun suratındaki tebessüm her şeyin iyiye gittiğini ebru’nun bu durumdan rahatsız olmadığının göstergesiydi. çünkü dibimde olan ebru’ya büyük cesaretle bakıyodum .. birkaç dakika sonra ebru mutfağı unuttum diyerek olduğu yerden ok gibi fırlayıp yaptığı yemeklere koşarken elbisesinin arkası koşmanın verdiği hızla açılmıştı. O an donup kalmistim. ama kendimi kontrol etmeliydim… birkaç dakika sonra yemek masasına geçtik ve yemek masasının gizlediği bolgelere bakmak istiyordum. ebru o masaya o elbise ile nasıl oturmuştu. bacak bacak üstüne atsa da hoştu atmasa da. Cok merak ediyordum durumunu.. ebru konuşmasını bitirip, gözünü benden ayırıp yemeğe baktığı sırada çatalı masanın altına atıverdim.. kafamı hemen masanın altına çatalı alma bahanesi ile indirdiğimde, ebrunun hareketlenmedigini gordum. o an yine fenalardaydim. ben onun yine vucuduna dalmışken ebru’nun sesi ile irkildim. dur yenisini vereyim dediğinde onun kalkmasını beklemek, kendimi ele vermekten öteye gitmezdi. kafamı kaldırdım ve çatalı masanın üstüne tekrar koydum. ebru çatalı değiştirdi ve bir yenisini verdi. o an ebru’da ki tebessümü gerçekten farketmiştim. acaba anlamış mıydı? tüm bunları düşündüğüm sırada ebru söze girdi. ebru: ee naptın bakalım? geceleri çıkıyo musun gene? ben: yok ya. hiç bir şey tat vermiyo şu günlerde ebru: neden? kafamı masaya eğerek ben: sen olmadığın için. ebru gülümseyerek devam etti. ebru: biliyo musun? bende seni çok özledim. hele ki son yaptığın kahramanlık. o geri zekalının ellerinden beni kurtarışın. yaşıtlarının yanında çok kahraman ve cesur kalırsın.. ben: o gün için tekrar özür dilerim. daha iyisini yapabilirdim. ebru: benim için babana kafa tuttun.. imalı gülümsemelerle devam etti. senin için bu kadar değerli miyim? ben : ilk başlarda sana gıcıktım ama daha sonra seni sevmeye başladım. hatta … ebru: hatta? ağzımdan kaçırmıştım bi kere. ona bağlandığımı söyleyecektim fakat cesaret edemedim. dudaklarımı büzerek mimik yapmıştım. ona duyduğum yakınlığı anlamış mıydı? bence anlamalıydı. sohbet iyi gidiyordu.. yemek masasında yaşadığımız sıcaklılık artık benim ebru’ya karşı rahat olmamı sağladı. yemeği yedikten sonra eline sağlık çok güzel olmuş diyerek ebru’nun yemeklerini özlediğimi dile getirdim. ebru ise ” sen bize gel, ben sana her zaman yemek yaparım” diyerek ruhumu okşamıştı. yemeği yedikten sonra odaya çekildiğimizde ebru ilk defa saçlarımı joleli görüyordu. evet .. saçlarımı hep doğal haline bırakırdım. o gün jole sürüp dalgalandırmış, 80 li yılların artisleri gibi olmuştum. yüzümdeki çocuksuluğa saçlarım masumiyet katıyodu. ebru o saçlar niye joleli bakayım diye sorduğunda, ona senin için diyemeyeceğime göre, bilmem kafam esti diye yalan söylememe sebep oldu. seni ilk defa böyle gördüm diyen ebru’ya güzel olmamış mı diye sorduğumda, ebru’dan gelen cevap beni şımartmıştı. ”harika olmuş”… ebru televizyonun kumandasına davrandığında tekrar vucuduyla beni mest etmişti. bir türlü etkilenmem bitmiyordu. artık rahatsız edici bakışlarımı ebru bile farketmiş olmaktan çekinmiyordu. yine ona daldigim sırada televizyon izleyen ebru bana bakarak, hu hu? dediğinde nerden geldiğimi şaşırdım. bu kaçınılmaz sondu. ebru devam etti. bacaklarımda ayna mı var? ve arkasından gelen ihtiras dolu kahkahalar.. ebru bir insan göre abartılı bir kahkaha patlattı. ne olduğumu anlayamayan ben dudaklarımı büzerek, kaşlarımı yukarıya kaldırarak fazla masum görünmüş olmalıyım ki, ebru’nun ”utanmaaa, ne var bunda” sözleriyle yutkunmuştum. kıpkırmızı kesilen suratımı televizyona çevirdim. ebru moderndi.. ona bakmam onu rahatsız etmiyordu, kahkahalarından anlaşılacak ki hoşuna da gitmişti. olan bana oluyodu . gene çok fena etkilendim oldum. aynı zamanda utandım. ebru’nun bana verdiği pası gole çeviremedim. bacaklarımda ayna mı var dediğinde, bi cevap verebilseydim keşke. ebru mutfağa içecek koymaya gittiğinde kendimi motive ettim. onun karşısında rahat olacağıma dair kendi kendime söz verdim… konuşmalarımıza devam ettiğimizde ebru’nun işe girdiğini öğrendim. ebru babamdan ayrıldıktan sonra haliyle para kazanmak için çalışması gerekirdi. deminki yakalanmanın verdiği psikolojik baskıyla ebru’ya titrek ses tonuyla; ”nerde, ne işi” sorularını yönelttim. ebru ise bulunduğumuz turistik beldenin en işlek mağazalarından birinde satış yapacağını söyledi. o an çok üzülmüştüm. muhtemelen birçok 19-20 yaşında kız yerine ebru’nun o mekanda satış temsilcisi olarak çalışması gene onun güzelliği ve kalitesi ile alakalı idi. suratımın düştüğünün farkına varan ebru, ” ne o, neden moralin bozuldu” diyerek bana ne olduğunu anlamaya çalışıyodu. bense üzgün bir şekilde ona neden çalıştığını sordum. para kazanmak için diyen ebru hayatın acı gerçeklerini bir kez daha yüzüme vurmuştu. ona çalışmamasını, ben evden ona para verebileceğimi söyledim. ebru bu söylediğim söze kızarak, öyle şey olur mu? ben o adamın parasına muhtaç değilim. baban diye susuyorum ama o şerefsiz kendi parasıyla boğulsun diyerek babama sitemde bulunmaya devam etti. babam diye çekinmemesi gerektiğini söyledim. ben: sana el kaldırdıktan sonra babamdan nefret ettim. ebru: o günden sonra aranız nasıl? ben: babamı sevmiyorum. aramız ne kötü ne iyi. ikimizde kendi halimizde takılıyoruz. ebru: ben bu kadar değerli miyim senin gözünde? ben: yani..

20

utandığımı farkeden ebru yanıma geldi ve öpülesi elleriyle yanaklarımı sıktırıp, dudaklarıyla okkalı bir öpücük kondurdu. dudaklarından çıkan öpücük sesi gene beni benden almış, kulaklarımı çınlatmıştı. daha sonra ebru mutfağa, içeceklerin boşunu koymak için gitti.. bense hayranlıkla onu izliyordum. ebru’nun yarın işe gidecek olması, bütün havamı kaçırmıştı. öpmek, dokunmak istediğim kadının yanında kalmak istiyodum ama ebru kaçmıyodu. müsade istedim.. ebru’nun biraz daha otur itirazlarına karşı yorgun olduğumu söyledim. o gece ebru’ya sevgi dolu baktım. utangaç bir genç havası ile. onu sevdiğimi anlaması için elimden geleni yaptım. belki öpemiyordum onu bu gece. belki dokunamıyodum ama o gece kazanan bendim . ebru’nun bana parlak gözlerle bakışı ebru’ya sahip olacağım günün çok yakınımda olduğunun belirtisiydi. kapıdan çıkarken ebru ile sarmaştık ve birbirimizi öpmüştük. ebru bana sımsıkı sarılmıştı. onun için yaptığım fedakarlıklar bu sarılmaya değerdi. daha sonra normal insanların yanaktan yanağa öpüşme hızından bir hayli yavaş şekilde, kısaca doyarak yanaklarımızdan öptük birbirimizi. yavaş bir öpücük. daha çok koklar gibi, o gece arabaya bindiğimde çok mutluydum . radyoyu açtığımda çalan slov şarkı gönlümü ısıtıyodu. ebru’yu seviyodum, bu sevgi aşka dönüşmüştü. aşıktım, arzuluyodum. bu ikisi bir arada olunca doyumsuzluk bir mutluluk oluşuyo insanda. eve vardığımda babam gene ortalıklarda yoktu. babamsız hayat daha keyifliydi. adamın bana zararı yoktu ama ebru gibi kadına sahip olması ona gıcık olmamdaki en büyük sebepti. ama ebru babamın metresi olamsaydı ebru’yu nerden tanıyacaktım. bu motive için iyi bir düşünceydi. burağı arayıp uzun uzun sohbet ettik. burak babamla ilgili küçük sırlar vermişti bana. babamı her gün farklı kadınlarla samimi şekilde otoparkta gördüğünü söyleyen burak, uzun zamandır gitmediğimiz eğlence mekanlarına gitmek için bana istekte bulundu. o gece her şey yolunda olduğu için mutlu, mesut, bahtiyar şekilde uyudum… sabah kalktığımda ilk düşündüğüm şey bugün ebru’nun ilk iş günü olmasıydı. ebru’nun ilk iş günü nasıl geçmişti. ebru’yu üzerler miydi? bunları düşünürken ruhum daraldı. dışarı çıkmaya karar verdim. dışarı çıkıp bakkaldan birkaç bira aldım ve tekrar eve döndüm. onları içtikten sonra tekrar dışarı çıkıp tek başıma sahilde yürüyerek tur atmak istiyodum. bize en yakın olan sahile gitmek için ayakkabılarımı giydim ve dışarıya çıktım. o gün sahile gittiğimde temmuz ayının ilk haftası olmasına karşın bu güzel denize nasıl girmediğimi düşündüm. tek başıma denizde ne yapabilirdim? usta bir yüzücü değildim ki denizin derinliklerine açılıp keyfime bakayım. o gün birileriyle denize gitmeye karar verdim. akşam ebru’yu arayıp ilk iş gününün nasıl geçtiğini sorduğumda ebru iyi geçtiğini söyleyince rahatlamıştım. ebru da bugün bana neler yaptığımı sordu. sahili gezdiğimi ve denizi çok beğendiğimi hala gidemediğime hayret ettiğimi söyledim. ebru’nun az sonra söyleyeceği sözü ancak hayal edebilirdim.. ebru beraber denize gidebileceğimizi söyledi. o an elim ayağım titremişti.. güzel denizin serin sularında temmuz ayında serinlemek, bu eylemi yaparken yanımda isteyeceğim tek kişinin bana sahil teklifinde bulunması çok hoşuma gitmişti. büyük bir zevkle kabul ettim. 4 gün sonra yani pazar günü ebru ile denize gidecek olmanın saadeti, 3 gündür eve gelmeyen babamın kapıdan içeri girmesini bile hoş karşılatmıştı bana. babam içeri girdiğinde ”naber evlat” diyerek kafamı okşadı.. gayet mutlu görünüyordu.. ama ben daha mutluydum. çünkü ebru ile denize gidecektik. o gece herkes mutluydu. mutlu olmadığını düşündüğüm bir kişiyi mutlu etmek için aradım. burağı arayıp bu gece gezip tozalım dedim. o gece gezip tozu dumanı birbirine kattıktan sonra burağı’da mutlu etmiş oldum… ben artık sabahın olmasıyla 3 gün kalan ebru ile deniz keyfini beklerken kapı çaldı. kapıyı açtığımda 3 tane kodaman tipli adamı gördüm. bunlar siyah abilerdi. takım giymişler.. her biri iri yarı öküz gibiydi. soldaki adam, ben kadar boyda ama enine fazla olan bir adamdı. yanındaki ise bir hayli uzun boyluydu, yüzünde kesik çizikler vardı. 3 adamdan biri arka basamakta onları bekliyodu. adamlardan biri babamın adını ve soyadını sorarak burda oturuyormuş doğru mu dedi? babam olduğunu söyleyince evde olup olmadığını sordular. evde yok dediğimde bu durumu babam gelince hatırlatmamı, ona emre dayının ona selamı olduğunu söylememi istediler. kafamı sallayarak kapıyı kapattım. babamın başının belada olduğunu düşünmeye başladım. babamın gelmesini beklemeyerek cep telefonu arayıp olanları anlattım.. babam durumu anladığını söyleyince telefonu kapadım… babamın başının belaya girmesi umrumda değildi. umrumda olan tek şey ebru idi. artık 3 gün sonrayı bekliyodum. saniyeler dakikayı, dakikalar saati, saatler günü kovalayınca 3 gün geldi çattı.. pazar günü sabah sırt çantamı vestiyere koyduğumu gören babam bugün ne yapıyorsun diye sorduğunda plaja gideceğimi söyledim. tek başına mı sorusuna ise evet yanıtını verdim. babam: tek başına ne yapacaksın denizde? ben : 1 saat yüzüp döncem babam: birazdan çıkacak mısın? ben : saat 11 gibi çıkarım. babamın bu soruları öylesine sorduğunu sanıyodum. meğer öylesine değilmiş, kendi kendimi ele vermişim babama.. içinde havlu olan çantamı omzuma takarak evden çıktım. ilk önce ebru’yu evden alacak sonra ikimiz plaja gidecektik. arabadan indim ve merdivenleri hızlı hızlı koşarak, aşık olduğum kadının kapı zilini çaldım. kapıyı açtığında gene enfes görünüyodu. dağınık saçları, altındaki kısa şortu ve askılısı.. ust askısı şeffaf değildi bu sefer. merhabalaştık, öpüştük. içeri girmedim. onun hazırlanıp dışarı çıkmasını beklerken içimden denizi falan bosver edip, inanılmazın üstündeki sırt dekoltesinden beliren sütyen askısını çözüp onunla olmak istiyodum. inanıyordum . bir gün ona kavuşacaktım.. denizde fazla kalmayacağımız, ordan dönüşte ebruya uğrayabileceğim anlamına gelebilirdi. ben bunları düşünürken ebru hazırlanmış olmalı ki altına dar bir kapri ve gene sırt dekolteli bir başka askılısıyla kapı eşiğinden adımını attı ve denize koyulduk… halkın fazla tercih etmediği, bize en yakın plaja vardığımızda, ebru’yu bikinisiyle görme hayali kuran ve denizde onunla oyunlar oynayıp ona yaklasmanın planlarını yapan ben birkaç dakika sonra yanımıza gelen babamı görünce şok geçirmiştim.. bu herif beni plajda tek bırakmamak, benimle plajda eğlenmek için benim bu plaja geleceğimi tahmin ederek oraya gelmiş olmalıydı. babamı görür görmez ebru ve ben haliyle çok rahatsız olmuştuk. babam gelir gelmez ebru’ya ve bana ateş püskürmeye başladı. senin bu kadının yanında ne işin var? ya senin oğlumun yanında ne işi var? sanane deme hıyar herif. geldi gene içine etti hayallerimin. gel de gebertme bu adamı. kıyametler koptu içimde, peki ya bundan sonrası ne olacaktı?

21

kotu bir gelişmeye başlayan olayların verdiği çöküntü artık beni susturmuştu babam karşısında. babamı gören ebru hiç muhattap olmadan orayı terk etmek için harekete geçti. tüm bu yaşananların etkisiyle artık dalgın dalgın denize bakıyodum . sıkılmıştım bu babam olcak pez*dan. her şeyi gene mahvetmişti. ebru ordan ayrılırken babam bana hesap sorma derdindeydi? babam bana hesap sorarken dalgın dalgın denize bakan ve sessizliği koruyan ben, babamın yanına gelen kadınla artık çılgına dönmüştüm. evet bu babamın eğlenmek için denize getirdiği karıydı. kim bilir hangi o* ydu. kadın babamı sakinleştirmeye çalışırken beni hedef göstererek ” bu çocuk mu bu güzel günümüze gölge düşürdü” diyerek kafamı attırmıştı. kadına dönerek ” Sana burdan ucarim” diye bağırarak plajı inletmiştim. az sayıda bulunan insanlar bize bakarken, babam rezil olduğu için hiçbir söz edememişti ve ben ebru’ya doğru koşarken arkamdan bile gelememişti. kadın benden yediği küfürün şokunu yaşıyo olsa gerek, babamda insanlara rezil olmamak için susmuştu. bense az önce plajı terkeden ebru’nun gittiği yoldan koşuyodum. koşuyodum.. deli gibi.. artık o cesaretle ebru’ya her şeyi anlatabilirdim. onu sevdiğimi söyleyebilirdim. o bu duruma tepkisiz kalırsada giderdim babamın yanından, bu lanet şehirden. nihayet yolun sonunda ebru’yu gördüm ve bağırarak ona seslendim. ona şimdiye kadar ne abla demiştim, ne de ebru. hey pişt gibi laflarla seslenirdim ona. ilk defa bağırmıştım arkasından ebru diye.. ebru arkasını döndü ve beni görünce adımlarını yavaşlattı. yanına gittiğimde tekrar özür diledim. ona sen mi söyledin denize gideceğimizi diye sorduğunda, sabah plaja gideceğimi, tek takılacağımı söyledim sadece diyerek ebru’ya gerçekleri anlatamaya çalışıyodum. ebru ile o yol üzerinde yürüdük. daha sonra ebru’ya park ettiğimiz ara sokaktan arabayı çıkarmak ve onun evine gitme fikrini sundum. ebru ise babanla aran yeterince benim yüzümden açıldı diyordu. arabaya binmek istemeyen ebru’yu ikna ettim ve arabaya doğru gittik. arabayla ebru’nun evine vardık ve ebru’yu evine koyduğumda, onun teklif etmesini beklemeden ona gelmek istediğimi söyledim. ebru, babamın eve gelebileceğinden korktuğunu söyleyince, arabayı farklı sokağa park edebileceğimi babam gelirse saklanabileceğimi söyledim. ebru’yu zorda olsa ikna ettim ve ebru ile birlikte evine girdik… her şeye rağmen onun yanında olduğum için mutluydum. ebru’nun babamdan veryansınlarına karşı, artık ebru’ya söylediğim cesur sözler ebru’yu sevdiğimi ona karşı ele vermişti. aramızda geçen diyaloglar; ebru: böyle bir gün olmasını tahmin etmezdim. ben: bende.. ama bir şeyi çok heves edince olmuyo zaten ebru: ne hevesi bu? ben: seninle denize gitmeyi çok heves etmiştim. kaç gündür bugünü bekliyodum ama olmadı ebru: boşver. otoparktaki arkadaşınla gidersin. ben: o başka bu başka ebru: nasıl yani? artık cesurdum ve ebru’ya karşı çekinti duymuyordum. ben: yanisi şu. ben seninle daha çok gitmek istiyodum. ebru: belki gideriz başka bi gün. üzülme tamam mı? ben: senin yanında olduğum için mutluyum. ebru gözlerimin içine bakarak gülümsedi ve kafasını başka yere çevirdi. daha sonra devam etti. ebru: bazen gözüme koca bir adam gibi geliyorsun. ben: babam koca adamsa ben çocuk muyum? ebru: baban umrumda değil. neden böyle birşey söyledin? ben: babam sözde koca adam ama yaptığı şeyler çok çocukça değil mi? ebru: işte sen bu yüzden koca adam gibisin. seni koca bir adam gibi görmekten korkuyorum ben: nasıl yani? ebru: hadi gel. mutfakta sana pasta yapmayı öğreteyim. beraber vakit geçirelim ne dersin? ben: tamam.. ebru konuyu değiştirmişti ama, beni koca adam gibi görmeye korktuğunu söyleyince şunu anlamıştım. artık ebru’nun gözünde gittikçe büyüyordum. onun yanındaydım, sevdiğim kadının. mutfağa içimdeki bu duygularla gittim. eve vardığımda yol kapısının eşiğinde gördüğüm kanla irkildim. korkarak açtım yol kapısını. aslında bir ara kapıyı açmadan apartmandan kaçmak istemiştim. 3 parmak ucu kadar kandan mı korkuyorsun diye sordum kendime. böyle mi ebru’nun kahramanı olmalıydım. girdim içeri. fayanslardaki kanı farkettim. hemen babamın yatak odasına gittiğimde babamın kendinden geçik vaziyette uyuduğunu gördüm. ne b*k yersen ye dedim içimden .. aklıma ebru’nun bir sözü gelmişti.. babanla kavga edersen ve evsiz kalabilirsen bana gelebilirsin lafı beynimi kurcalamaya başladı. niye bu yalanı söyleyip ebruya gitmeseydim? o gece o evde kalsam neler olurdu? bu soruların cevabını tahmin etmek içimi epey gıdıklamıştı.. düşündüm, taşındım ve bir karar verdim… ebru’ya gitmeye karar verdim. banyoya girip duş aldım. sonra altıma bir şort geçirip üstüme geniş bir kısa kollu giydikten sonra kapıdan dışarı çıktım. babam evlatlarına sadece para veren babalardandı. onun için bu gece eve gelmemem telefondan arayıp alacağı cevap kadar basitti. tereddüt etmedim, babamın bana yaptığı tek iyilik olarak gördüğüm arabaya bindim ve ebru’ya gitmek için gaza bastım. boş ve karanlık yolda aklıma gelen çeşitli sorular ebru’nun yanına gidersem ve babamla tartışmadığım ortaya çıkarsa, ebru’nun gözünde değer kaybedeceğimi düşündüm. nitekim son zamanlarda yaptığım gizli işlerde hep çuvalladım, hep battım . yolun yarısını geçmişken gitmekten vazgeçtim ve eve dönmeye karar verdim. onun yerine azcık karanlık sokaklarda gezmeyi hedefledim. artık 2 aylık süreçte avcum gibi ezberlediğim yollara güvenerek farklı sokaklara girdim. karanlık sokakta araba kullanmaktan zevk alırken sokağın yan tarafında gördüğüm baraka gibi bir yere derinlemesine bakarken önüme çıkan köpeği son anda farkettim. frenlesemde o gece o köpeğe çarptım amk. yaklaşık 15 km hızla falan köpeğe çarpmıştım. karanlık sokakta arabadan inerek tam arabanın önüne düşen köpeği kenara çekmeyi ya da canı çıkmadıysa eve götürüp tedavi etmeyi planlıyodum. arabadan indiğimda oha lan seslerini duydum… karanlıkta seçemediğim 4-5 tane serseri 50 metre ilerden oha lan diyerek üzerime koşuyorlardı. o an köpeği kim ipler diyerek arabaya atladım hemen. geri geri gitmenin saçma olduğunu daha henüz arabaya binerken anlamıştım. çocukların sarhoş ve serseri olduğunu düşünerek öt korkusu içinde önümdeki kıvranan köpeği ezip çocukların üzerinde yürüdüğü ve bana doğru koştuğu yolu bir hayli süratli şekilde geçmiştim. o hıyarlar arabanın üzerlerine hızlı geldiğini görünce hemen yolun kenarına geçmişlerdi, amacım buydu. olan o zavallı köpeğe olmuştu. köpeğin üstünden geçişim beni o gece psikolojik bunalıma sürükeldi. artık hırçınlaşıyodum, asosyal hayatımda alışık olmadığım maceralar benim karakterimi tuhaflaştırmaya ve değiştirmeye başlamıştı. buraya gelmeden önce bırak bir kadına dokunmyai öpüşmemiştim bile. buraya geldiğimde yaşamayı hayal bile etmediğim şeyleri yaşamıştım. lakin koca bir 4 ay beni bekliyordu. eve gitmek son tercihimdi. burada zorluklarla baş etmeyi öğrenmiştim. o gece eve gidip köpeğe yaptığım zulmden sonra rahat bir uyku uyuyamazdım. ama öyle yaptım. artık vicdanımı da kaybetmeye başlamıştım…

22


aradan 2 gün geçti, babam ortalarda yoktu gene. 2 gün sonra çalan zil birkaç gün önce gördüğüm kodaman tipli adamlara benzer kıyafet ve kiloda olan 2 tane adamdı. kapıyı açtığımda baban nerde diye sormuşlardı. ben: babam evde yok. adam: içeri girip bakıcaz ben: iyi girin bakın içeri giren adamlar evdeki odalara baktıklarında babamı bulamamışlardı. fakat bu adamlardan iyice sıkılmaya başlamıştım. ve söze koyuldum.. ben: sizin babamla ne sorununuz var? adam: baban daha iyi bilir ben: ben de öğrenmek istiyorum. adam: git babana sor. ben: babam nerde onu bile bilmiyorum. o gece babamın başının belada olduğu kesinleşmişti. babamın telefonunu aradığımda ”onlar benim arkadaşım” diye bana masalsı bir yalan söylemişti. buna tabiki inanmıyordum. babam beni mal sanıyodu galiba ki bu kadar basit yalanlar atıyordu. artık bu evde durmanın fazla emniyetli olduğunu düşünmemeye başlamıştım.. 1 saat geçtikten sonra telefonum çaldı. arayanın ebru olduğunu görünce gene mutluluk kapladı içimi. telefonu açtığımda ebru sinirli bir ses tonuyla, ”işi bıraktım, mağazanın patronunu öldürecektim sinirden” demesiyle şaşırmıştım. ebru’ya üzülsem mi sevinsem mi diyerek cevap verdim. ebru bunun ne anlama geldiğini sordu? bense cevapladım. ” benimle daha fazla vakit geçireceksin, bence çok güzel bir haber bu” dedim. ebru gülerek gel hadi bize dedi. ama bu sefer evde oturmak yok. gezicez tamam mı diyerek şartını koymuştu… hiç düşünmeden kabul ettim. aşağı indiğimde 2 gün önce çarptığım minik köpeğin arabanın tamponunda sorun yaratmadığını gördüm. o an gene sızlayan vicdanımı ” sicarim lan köpeğe, ebru’ya gidiyorum. onunla gezeceğim daha ne ” diye motive ediyodum. arabanın içinde daha rahattım. bir türlü atamamıştım şu sosyal fobiyi üzerimden. insanların içinde ebru’ya samimi davranamazdım. araba ile uzaklara gidip deliler gibi eğlenebilirdik. ebru’nun evinin önüne geldiğimde telefonunu arayıp aşağıda beklediğimi söyledim. ebru ise ” akşam gezeriz, şimdi bir şeyler yiyelim” dedi. ebru’nun evinin orlarda dolaşmak beni geriyodu. babam çıka gelir diye korkuyordum . gene her şeyi mahvetse onu boğazlardım heralde. arabayı gene uzaklara bir yerlere parkedip ebru’nun yanına çıktım. kapıyı güzeller güzeli beni bu yaşımda koca bir adam yapan çılgın kadın ebru açtı.. altında bilek kısmı olmayan kapriden biraz uzun pantalon vardı. üzerinde çok kısa, yarım kollu askılıyı anımsatan omuz ve bel kısmı pullu beyaz bir melek kanadı vardı adeta. bir süre sonra içeri girip ebru’yu arkadan süzdüğümde vucuduyla ebru tam bir kadındı, çıldırtıyodu gene beni. Cok zarif bir bedeni vardi.. o gün yeyip içtikten sonra, akşam olduğunda bulunduğumuz yerden çok uzak bir sahile gitmek, o ıssız sahilde bira içmek ve dertleşmek için merdivenlerden aşağı indik. ebru arabayı gene kapısının önünde göremeyince gene arabayı nereye parkettiğimi sordu. bense ilerde bir ara sokakta olduğunu söyleyince, arabaya gidene kadar ebru koluma girdi. arabayı parkettiğim sokağa doğru ilerlerken yanımda kollarıma giren ebru’dan gelen mükemmel parfüm kokusu, onun sevimli hareketleri ona sarılma isteğimi arttırıyodu. ama yapamıyordum.. artık arabaya bindik ve bizden epey uzak olan sahile, kimsenin tercih etmediği ve geceleri ıssız olan deniz kenarında eğlenmek için yola koyulduk.. karanlık, daha çok varoşu andıran sokakları geride bıraktıktan sonra eski kayıkların, tarihi geçmiş, miladı dolmuş oturakların, gecenin verdiği karanlıktan olsa gerek, maviliğini kaybetmiş yosun kokan denize gelmiştik. arabayı hemen denizin önüne park etmiştik. bizden başka kimse yoktu o ıssız sahilde.. çünkü oraya gelmeden epey gezmiştik ve saati 11 yapmıştık. arabadan az önce aldığımız biraları çıkardım. oturduk eskimiş oturaklara. tekli oturaklardı. daha çok yarışam programlarında ve evlenme programlarında izlediğimiz oturakların tahtalısı gibiydi. hayal edin işte ancak bu kadar anlatabildim. karşımızda bir deniz, biraya eşlik eden çekirdeğimizle keyif yapmak için son hazırlıklarımızı yapıyoduk. derin bir sohbet başladı artık… daha sohbete başlamadan ebru oturaklardan rahatsız olduğunu birkaç metre ilerde denize daha yakın olan 2 kişinin yan yana oturabildiği sandalyelere oturma isteğini kabul ettim. denizin sahili yoktu.. ben daha önce görmemiştim zaten bu denizi, ebru’da benim gibi ıssızlıktan hoşlandığı için onun tarifi üzerine yolları aşıp buraya gelmiştik. iyiki de gelmiştik. ıssız bu denizde onunla baş başa olmak çekirdek çitleyip bira içmek gibisi var mıydı? ”işi neden bıraktın ebru” diye sordum ona. artık ebru diyordum ona. o da başladı tüm sevimliliğiyle patronunun onu nasıl kızdırışını. anlatıyordu, anlattıkça güldürüyordu. patronun taklidini yapışı, değişik mimiklerle patronuna duyduğu siniri tekrar yaşaması onu çok sevimli kılmıştı gözümde… o anlattıkça ben gülüyordum. patronu ebru’ya karşı müşterilere daha fazla sıcak davran diye şikayette bulunmuş. birkaç gün önceden beri kendisini rahat bırakmayan patrona gıcık olmuş ebru. o gün patlamış patronuna karşı. daha ne yapayım, tepelerine mi çıkayım? elimden geldiğinde iyi davranmaya çalışıyorum, bir türlü size yaranamadım demesi üzerine patronu ebru’ya bakarak ”elinden gelen buysa, duvara yazı eleman aranacak diye yazı asalım” demiş. ebru ”hayhay” diyerek çantasını alıp çıkmış iş yerinden. tüm bu yaşananları anlatırken o kadar tatlıydı ki. patronuna kızıp dudaklarını büzdüğünde karşımda oturanın 27 yaşında bir kadın olduğuna inanamıyordum. öyle masum, öyle isyankar, öyle tatlıydı ki. sanki karşımda 18 yaşında cıvıl cıvıl bir kız oturuyordu…


23

onun anlattıklarına karşı gülmem ebru’yu kızdırmıştı. ”ne gülüyosun sende be” diyerek tatlılığına tatlılık katmıştı. bense ona dönerek ”kısaca işten kovuldum desene sen”.. patlattım kahkahayı. uzun zamandır hiç bu kadar içten gülmemiştim.. ebru tutmak istediğim elleriyle kafama küçük bir tiske vurup ”pislik ” diyerek bana tatlı ve komik bir sitemde bulunmuştu.. ”şimdi ne yapacaksın” diye sorduğumda çaresiz bir şekilde içini çekerek ”bilmem bakıcaz artık, yeni bir iş bulurum belki” dedi. iş bulmak zorunda değilsin, babam çok para kazanıyor, bana veriyor. sana yardım ederim dedim. ebru ”bana acıyor musun” diye sorduğunda ”asla” diye yanıtladım. ben sadece senin çalışmanı istemiyorum. çalışmak yorucu oluyor. asla böyle düşünme diyerek ona sevimli gözükmeye çalışıyodum… babamda para sudan daha boldu. biliyorum bu durum ebru için imkansızdı ama ben ona yardım etmek, onun çalışmasını engellemek istiyodum. ebru: aman boşver. şu anın tadını çıkaralım. bak sen hep yalnızlığı sevdiğini, insanlardan uzak olmaktan hoşlandığını söylerdin. tam senlik bir yer değil mi? ben: evet.. çok ıssız.. şu eski kayıklar çok hoşuma gitti bir tane bizim olsa açılsak ne güzel olurdu değil mi? ebru: kayık denizin ortasında batsa ne olurdu diyerek gülmüştü. ben de gülen gözlerle baktım ona ben: sen ıssızlığı seviyor musun? ebru: aslında sevmezdim. ama son yıllarda en çok sevdiğim şey oldu ben: önceden nasıldın? ebru: önceden insanları seven, hayata bağlı biriydim. yaşım ilerledikçe yalnızlığı sever oldum. ama sen bu yaşta böyle isen ilerde ne olacak? ben: bilmem. ben bu hayata farklı bakıyorum. ebru: mesela? ben: sevdiklerim yanımda değilse o ortam bana işkence veriyor. sevdiklerim yanımda olsun bana yeter. işte o zaman mutlu olurum ebru: burada mutlu musun? ben: evet ebru: neden? ben: çünkü sevdiklerimden biri yanımda oturuyo. diyerek baktım karanlık denize. ebru ise teşekkür ederek başka kimleri sevdiğimi sordu.. ailemi diyerek cevapladım. .. hayatta sevdiğim tek insanlar bunlardı. asosyal hayatımda 4-5 kadar arkadaşıma da yol vermiştim daha önce. onlar 18 yaşında dünyaya kafa tutabileceklerini sanan, ellerinde sigaralarla özentilik peşinde koşan çocuklardı. onlarla arkadaş olmamın sebebi ilkokul yıllarına dayanırdı. o zamanlar öyle değillerdi. ergen oldular, dünyayı şaha kaldırdı bizim çocuklar.. yaşıtlarımdan nefret ediyordum . onların aptalca esprilerine, hayata karşı güler yüzlü olmalarını kıskanıyodum belki de. neydi gönlümdeki olgunluğun ve isyanın nedeni? neydi insan içine çıktığımda tek başıma kaldığım odamın duvarlarına duyduğum özlem? herkes yalnızlıktan nefret ederken ben niye yalnızlığı seviyordum? . ben gibi olan yazarlar varsa yazsın arkadaş olalım . o gün yaşananlara dönecek olursak ebru annemi sormuştu bana.. nasıl biri olduğunu, babamla olan evlilik sürecini vs.. sevdiğim kadına öyle güzel anlatmıştım ki annemi. evlatları için evlenmeyip, babamın beni ve annemi ben henüz bebekken bıraktığında sığındığımız ananemi ve ölmüş dedemi.. yaşarmıştı gözleri… tüm bunlar annemin kalkınma döneminde olmuştu. artık annem güçlü bir kadındı . onca çektiği çileydi belki de onu bu kadar güçlü gösteren, o da memnun değildi kötülerle mücadele etmeyen oğlundan. belki de bunun için gönderdi beni hiç sevmediği babamın yanına. henüz beni bebekken bırakıp giden, 45 yaşında bile kadın peşinde koşan babamı bu yüzden sevmiyordum. kapıya gelen adamların babama zarar vereceğini tahmin ediyordum ama üzülmüyordum işte. anne kelimesinde hissettiğim sıcaklığı baba kelimesinde tadamamıştım. bunları size anlatıyorum ama daha önce ebru’ya anlatmıştım. ebru annemin çok güçlü bir kadın olduğunu söyleyerek benim gibi bir evladının olduğu için de gururlu olması gerektiğini söylemişti. tüm bu duygusal dakikalardan sonra tekrar odaklandım ebru’nun gözlerine… onun hayat hikayesini sormuştum ebru’ya. başladı anlatmaya.. o anlattıkça gönlüme dolan acıyı yutkunarak dindirmeye çalıştım. o da babası büyümüştü.. babası 1. sınıftayken kanserden ölmüş. annesi ile bir köyde yaşadığını, orta okulu bitirdikten sonra şehre teyzesinin yanlarına yerleşip sanat öğrenmek için kuaförlüğe başladığını anlatmıştı. teyzesinin yanında yaşadığı acıları, kuaför çıraklığı döneminde ezildiğini anlatmıştı bana. artık büyüdüğünde kuaförden aldığı kalfalık maaşı ile hiç sevmediği teyzesinin kocasının evinden ayrılmış kendine ev tutmuştu. ebru kuafördü, kuaför mesleğini yaparken, kuafördeki elemanlarla tatile gelmiş bu yerlere. o zaman tanışmış babamla.. sürmüş gitmiş ilişkileri. bu zamanlara kadar gelmişler işte. ebru’nun annesi bulunduğumuz yerden bir hayli uzak yerde yaşıyormuş ve ebru’yu hâla kuaför sanıyormuş.. ebru’nun da bir kardeşi yokmuş. babası erken öldüğü için annesi evlenmemiş. hayat hikayelerimiz birbirine çok benziyordu anlaşılan.. o gece duygusal dakikalar yaşamıştık onunla. ebru’nun gözyaşlarına dayanamadım.. artık kendimi ona çok yakın hissettiğim için sandalyenin üst kısmına dayanan omzumu belimden sola doğru kırarak ebru’nun omzuna yaslamıştım.. ebru ellerini dizlerinin üzerinde büzmüş, ellerini gözlerine götürüp gözyaşlarını silmiyor üzerine akıtıyordu. tüm bu duygusal dakikalar yaşanırken ebru, omzundaki saçlarımın kokusunu içine çekerek, mis gibi şampuan koktuğumu söyleyip beni güldürmüştü. ben de ona mis gibi parfüm koktuğunu söylemiştim. o gece hiç olmadığı kadar yakınlaşmıştık birbirimize.. bu yakınlaşma istediğim cinsel yakınlaşma değildi belki fakat o anın atmosferine uygun olan duygu yakınlaşmasıydı. gözlerine bakıp onu sevdiğimi söylemeyi o kadar istemiştim ki.. eninde sonunda söyleyecektim. bugün söyleyemesem bile o sırrı artık içimde saklamaktan sıkılmıştım. ama bugün sırası değildi. ebru zaten içten içe anlıyordu artık bu durumu ve laflarıyla olsun duruşuyla olsun bana karşılık vericekmiş gibi bir hali vardı.. tüm bunlar bizi neye sürüklüyordu? tüm duygusal dakikalar birkaç şişe bira içmemizle son bulmuştu. artık neşemiz yerine gelmişti. ben pek eğlendiremesem de onu o üstün espri yeteneği ve sempatik kişiliği ile beni eğlendirmesini iyi biliyordu. denizin kenarında turlayalım fikrini bana o atmıştı. tamam dedim ve sandalyeden ilk ben kalktım . onun kalkmasını beklerken ellerini sandalyeden bana doğru uzattı. galiba kalkarken ona destek olmamı bekliyodu. bana doğru uzanan elleri tuttum ve kaldırdım. ellerimi sımsıkı tutmuştu ebru. ince parmakları ve küçük ellerini iyice sarmıştı ellerimin içine. bu sahili el ele turlamassan ne zevki kalır demişti bana. onun ellerini tutup deniz kokusunu içime çekmek, ıssız karanlık gecede yapmak istediğim tek şey olurdu. o gece harikaydı. harikaları yaşıyodum. ebru küçükken bir oyun oynadıklarını söylemişti. bu oyunun ne olduğunu sorduğumda ”yılancılık” demişti. bu oyunu biliyordum, siz de bilirsiniz. bir grup insan el ele tutuşur, yan durarak en öndeki insanın kendilerini çekmesini beklerler ve en öndeki onları çeken kişinin ekseni etrafında dönmesiyle baştan sona herkes savrulur, hatta en son ve onun önündeki kişiler fırlar düşerdi. o oyunu bildiğimi söyledim ve ebru’nun hadi oynayalım isteğiyle karşılaştım… tamam dedim ama 2 kişiyle nasıl oynayacağız diye sormuştum. ebru gülerek ”sen beni çek, çevir” dedi. tamam dedim ve bazen engel olamadığım dengesiz davranışlarıma bir yenisini daha katarak, ebru’yu ellerinden asılarak var gücümle koşmaya başladım. ebru dur yetişemiyorum deyince zaten bana yetişmekte zorlanan ve adımlarına sahip olamayan ebru’yu denizi arkama alarak karşı tarafa doğru döndürdüm. döndürdüm fakat ebru’nun eli elimden kaymış, 27 yaşındaki kadını yere kapaklattım. ebru anormal şekilde yeri boylamıştı. bu düşen başka bir kadın olsaydı hoşuma giderdi belki ama ebru çok kötü düşmüştü. bu hareketi denize doğru yapsaydım ve onu denize doğru çekseydim heralde derinliğini bilmediğim denizi boylardı ebru. ebru’nun yüz ifadesine moralim bozulurken yanına gittiğimde pantalonun dizinin yırtıldığını ve dizinden akan kanı gördüğüme çok üzüldüm. bu bacakları ben nazar etmiş olmalıydım. özür diledim ve orada çeşme aramaya başladım. ebru problem yok diyerek çantasından çıkardığı ıslak mendille dizini sildi. ebru bacağınla sendelerken ben koluna girmiş onu eski yerimize doğru götürüyodum… tam o sırada ebru gözlerimin içine baktı ve bana ”hayvan” diyerek içten içe gülmeye başladı. onun gülmelerine karşılık ben de kahkahalarımı patlattım.. ebru acı çekmesine rağmen gülüyordu, bende yaptığım salaklığa gülüyodum. güle güle bitirdik o geceyi.. sadece deniz kenarında ettik saat 1 i. o gece bitmesin istemiştim ama artık eve gitmek gerekirdi. arabaya bindik ve ebru’yu bıraktıktan sonra yanaklarıma aldığım 2 veda öpücüğü bana yeterdi.. o güzel gece böyle bitmişti. artık iyiden iyiye ebru ile arzuladığım hayata kavuşuyordum. sorun değildi benim için, ebru bana böyle davransa yeterdi.. o gece eve gittiğimde babamın ayakkabılarını gördüğümde içim rahatlamıştı. her ne kadar sevmesemde ölmesini istemezdim. başı belada idi. babamla konuşacaktım yarın.. babamın ebrudan ayrılıp başka kadınlara yönelmesi, eskiden babama ebru’yu seviyor olmamın verdiği mahcupluk hafiflemişti artık .. açtım yatak odasının kapısını. yatıyordu babam kuzu gibi.. yalnızlığı seviyordum ama evde yalnız kalmayı asla. babam evde olduğu için ve ebruyla geçirdiğim güzel dakikaların verdiği mutlulukla daldım o gece uykuya… sabah olduğunda babamla 2 kere kapımıza dayanan kodaman adamlar hakkında konuşmak için erken kalktım. babamı evden çıkmadan yakaladım ve o adamların kim olduğunu tekrar sordum. babam bana arkadaşım diye tanıttığı adamları, bu sefer düşmanım diyerek tanıtmıştı. ama merak etmememi bana bir zarar vermeyeceklerini söyledi. dertlerinin kendiyle olduğunu vurguladı. babama o adamlarla arasındaki problemin ne olduğunu sorduğumda, önemli birşey yok diyerek geçiştirmişti. saat 10:30 gibi babam evden dışarı çıkmıştı. babamı uğurladıktan sonra aşağıdan gelen gürültü, bağrışma beni balkona sürükledi. balkondan aşağı gövdemi sarkıp yol üzerine baktığımda 2 tane adamın babama öldüresiye giriştiğini gördüm. hemen büyük bir endişe ve heyecanla yol kapısını çarparak aşağı koşarak indim. aşağı indiğimde yerde olan babamı tekmeleyen 2 adamın arasına doğru koştum. onları ayırmak isterken iyi yarı bir adamın yumruğu ile yerde buldum kendimi. hemen hemen her insanda vardır bu huy. bir yerine vuruldumu çılgına döner. yanağıma aldığım yumruk adeta orayı uyuşturmuştu. yerden kalktım ve demin beni indiren, şimdi ise babamı ölümüne tekmeleyen adama dalmaya başladım. birkaç tane sallasamda karşımdaki yılların tecrübesi adam beni oracıkta k.o etmişti. güneş yukardan hiç bu kadar parlamamıştı. kendimde değildim, kendime geldiğimde yüzü gözü kan içinde olan ve adeta asfalta yapışmış halde gördüğüm babamı kaldırmaya çalıştım…

24

o zamana kadar sevmediğimi düşünürdüm babamı. meğer geçen 2 ay nefret ettiğimi sandığım babama karşı sevgi uyandırmış bende. kendimden büyük iri yarı adamlara saldıracak kadar cesur kılmış beni. zamparaydı belki, akıllanmamıştı, , yaşının adamı değildi ama ağzı yüzü kan içinde kalan ve yere düşen adam benim babamdı. gittim gözleri darbelerden kapanmış, nefes almaya çalışan babamın yanına. ellerimin arasındaydı artık 45lik yorgun adam. onu o halde görünce sarasım geldi kollarıma. şimdiye dek baba sevgisi duymadığım adama acımıştım o an. babamın koluna girerek eve doğru yürütmeye başladım. bu halde gideceği yere gidemezdi babam.. eve vardığımızda dolaptan aldığım oksijen suyunu sürdüm babamın yüzüne. artık babam kendine gelmeye başlamıştı. babam tanınmayacak hale gelen yüzü, gözü ile suratıma bakıp ağzıyla kahkaha atmaya başladı… o an aklını oynattığını sandım babamın. ne oldu baba, neden gülüyorsun diye sordum. ”beni tedavi ediyorsun ama, kendi elmacık kemiklerini görmedin galiba” diyen babama meraklı gözlerle baktım ve morarmış mı dedim. evet morarmıştı elmacık kemiklerim. babam içindi.. ”iyiki elmacık kemiğime vurmuşlar baba, burnuma vursalar ne olacaktı. zaten burun damarım çatlaktı”. babam bana gurur dolu gözleriyle bakarken ”deli oğlan, babasını korurmuş” diyerek kafama şaplaklar geçiriyodu. o gün o yarma adamdan fazla yumruk yememiştim. yediğim 2 yumrukla dengemi kaybedip yeri boyladım. adam bana yerdeyken tekmeler atmıştı sadece. kürek kemiğimde sızı vardı. birkaç dakika sonra aynaya baktığımda morarmış suratımın ne kadar sürede geçeceğini düşünüyordum. çünkü bu suratla ebru’nun karşısına çıkamazdım. her anımda vardı ebru. her anımı onunla yaşıyordum… babam bugün işe gitmeyeceğini, benimle baba oğul takılarak bulunduğumuz yerin altını üstünü getirmeyi teklif etti. o gün morarmış suratımla yanıma ancak gene suratı kan revan yara içinde olan babam yakışırdı. gündüz babamla uzun uzun sohbet ettikten sonra, akşam yürüyerek geziye çıktık. deli gibi şarap içen babamın yanında ayık kalmak için sadece 1 şişe bira içmeyi tercih ettim. babamla diskoya gittik, barlara girdik, eğlendik, gezdik, tozduk.. sarhoş olan babamı kadınlara taciz girişiminde bulunmaya çalışırken son anda zabdettim. bende ayık olmasaydım o gece yüzümüz bir kez daha perişan olacaktı. yüzümüzdeki şişlikleri, yaraları görenler dönüp bir daha bakıyordu babamla bana. kimse umrumuzda değildi. o gece eğlendikten sonra evin yolunu tutarken karanlık sokakta bana sarılarak şarkı söyleyen babamı kendime çok yakın hissetmiştim. artık başlamıştı vicdan azabı. ben bu adamın eski sevgilisine nasıl aşıktım. nasıl aşık olabilirdim. sarhoş babam şen şakrak türkü söylerken, içimdeki vicdan azabını suratıma yansıtmamaya çalışıyordum. nereye sürükleniyoduk biz? babamdan ayrıldıktan sonra maddiyatı zayıflayan ebru? televizyonlarda gördüğümüz siyah adamların peşinden koştuğu babam? babam ve ebru’nun arasında kalan ben? kütahyanın pınarlarııııı akışırrrrrr, devriyeler gol gol olmuuuuuuuuuşşşşş baaaaakışırrrrrrr.. devriyeler kooool koll olmuş bakışır.. asalıyaaaa çuha şalvar yakışırrrrrrrr lahheyyyyyyy amman amman (benim adımı söylüyor) ahh ben ölürsem dünya sana kalır mııııııııııı sesin güzelmiş babaaaaa babam: sanatçı olacak adamdım ben bee. bizim mahallede benimle yaşıt bi çocuk vardı, çok güzel saz çalıyodu. yalvardım ona bana saz çalmasını öğret diye, vakit bulamadı öğretmeye.. sazın sapını bi tarafina soksun şimdi .. sokağı çınlatan bir kahkaha babam ve benden gelmişti. daha dün gece ıssız denizin başında eğlendiğim, kollarıma giren, ellerimi tutan ebru idi. bugün sarmaş dolaş olduğum, şarkı söylediğim ise babamdı. vardık eve, kahkahaların yankısı boş merdiveni bile çınlatmıştı. o gece babam eve girer girmez sızmıştı, bense balkona çıkıp telefonumun kulaklığı duygusal bir müzik açmış, balkon sefası çıkarıyodum. kollarımı normal balkonlar gibi olmayan, önünü fayansla ören terasımsı balkon kenarlarına yatırdım. çenemi kollarımın üzerine koyduğumda ebru, babam, beni buraya kafa dağıtmam için yollayan ve herşeyden habersiz olan annem gelmişti aklıma. bu üçlünün arasında kalan vicdanım artık gözlerime zulüm vermeye başladı. uzun süre sonra akıtmıştım gözlerimin içindeki suları. engellemeye çalışsamda taşmıştı artık… vicdanım ebru’ya yol vermemi söylerken, kalbim onsuz olmaz diyordu. o gece gözyaşlarıma şahit olan balkondan çıkarak efkarla açtım buzdolabını. 2-3 şişe açılmamış kola şişesi gördüm. kapağını açtığımda duyduğum asit sesi, bir yudum alarak kolayı salladığım içimi andırıyordu. içim yanıyordu fakat kola serinletmişti içimi. kızgın ve sıcak sobanın üstüne düşen su damlası cısss derdi hatırlar mısınız? ebru ile babam arasında kalan ve alev alev yanan içimi bir yudum kola serinletmişti. ebru’nun sevgisi babama duyduğum sevgi ile elbette kıyaslanamazdı. sevdiğiniz kızı babanıza olan sevginizle kıyaslayabilir miydiniz? çok farklı iki sevgiyi niye kıyaslayasanız ki? fakat sevdiğiniz kız daha önce babanızın sevgilisi olsaydı? ebru benden 9 yaş büyüktü belki ama babamdan 18 yaş küçüktü. kendimden 9 yaş büyük kadına aşık olmakla ben mi, kendinden 18 yaş küçük kadına aşık olmakla babam mı yapmıştı hatayı. çekip gidemezdim artık annemin yanına. başı belada olan babamı bırakamazdım, tutkuyla bağlandığım ebru’yu bırakamazdım. 4 ay sonra eve dönecektim, bu kesindi ama şu an gidemezdim. 4 aya daha çok vardı.. 4 ay boyunca ebru ve babamın yanındaydım. o gece bir türlü sakinleştirememiştim kendimi, dindirememiştim vicdan azabımı.. uyuyamadım ama vücut artık sabah ezanı ile iyice yorgun düştüğü için gözlerimi kapatmıştı. istemeden de olsa bitirmiştim o kabus geceyi. dün gece beraber dayak yediğim babama soramadığım soruları bu sabah soruyordum. o adamlar kimlerdi? babam artık benden birşey saklamadan anlatmaya başladı…

25

ben: baba? dünkü adamların kim olduğunu artık anlatmayacak mısın? babam: bak oğlum. lüx yaşıyoruz ama borcum var. ben: kime ? ne kadar? babam: tefeciye. çok para ben: çok paran var baba. neden ödemiyosun? babam: düne kadar takmıyodum onları. ben ve oğluma yaptıkları bu işkencenin bedalarını ödeyecekler. onların belalarını halledecegim. ben: tefeciyle mi uğraşcaksın baba? onun yerine ödesene adamın parasını. hem suç sende. aldığın borcu neden ödemiyorsun? babam: lan oğlum, onlar tefeciyse biz boş değiliz. ben şuan cebimdeki parayla dünkü bize dalan köpeklerden bir ton tutarım. ben: mevzu güç mevzusu değil ki. adamdan borç almışsın işte, paranda var neden ödemiyorsun? babam: boşver bu konuları, keyfine bak sen. babanı tanımıyorsun daha. o parayı ödemek için bankamdaki paranın yarısından fazlasını çekmem lazım. bankasında olan paranın yarısını çekmek zor geliyordu adama, anlamıyordum babamı. niye bu kadar parayı almıştı tefeciden? kendi parası yok muydu? aldığı parayı neden ödemiyordu.. babam benden neleri gizliyordu. babam yüzüne aldırış etmeden otoparka gideceğini söyledi. onu uğurladığımda, aynaya bakmıştım. yüzümdeki morluklar uzun süre ebrusuz kalacağımı anlatıyordu adeta. artık geleceği düşünmemeye karar verdim.. geleceğe neresinden baksak kötüydü. çünkü gelecekte 4 ay sonra babamdan ve ebru’dan ayrılmam gerektiği, babamın ne haltlar karıştırdığının ortaya çıkması, başımıza musallat olan adamlara babamın meydan okuması, bir yığın olay görünüyordu. geleceğin dedim, çıktım balkona. gene satıcı kızı gördüm karşımda. senin de agzina edeyim diyerek içeri gittim, buzdolabının içindeki elma poşetinden elmayı çıkarıp yıkadıktan sonra hemen yemeye başladım. elmanın yarısından fazlasını yedikten sonra balkona çıkıp, gövdemin altını duvarla örten, pansiyon balkonlarından olan mutfağımızdan satıcı kızı hedef aldım. hıncımı ondan alacaktım belki de. elmanın yarısını satıcı kıza doğru tüm gücümle fırlattım. elma ona gelmesede önüne düşmüştü. kendimi kamufle ettiğim o yerden emekleyerek içeri gittiğimde satıcı kıza yaptığım bu minik çaplı dengesizlik beni epey güldürmüş, dün gece gözlerimden akan yaşlarıma parlaklık kazandırmıştı.. ben hâla o kıza gülerken cep telefonuma gelen mesajda, burak: ”baban otoparkın önüne bir yığın adam dizdi. onlara talimat veriyor, birşeyler anlatıyor, noluyo lan bi bilgin var mı ” diyordu. ona bi bilgim yok yazarak, gelişmeleri takip etmesini söylemiştim.. babam kendini düşünmüyordu ama beni de düşünmüyordu ak. adamlar eve gelip beni paketlese ne olacaktı? bu çılgın adam benim ebru’ya aşık olduğumu öğrense ne yapardı acaba? ebru ile daha dün gece görüşmüştük ama yüzümdeki morlukların en az 4-5 gün geçmeyeceğini tahmin ettiğim için, ebru ile geçemeyecek 4-5 güne bile isyan ediyordum. babamın benim için minik bankası, bilgisayar masasının çekmecesiydi. arabanın benzinini, su gibi harcadığım parayı ordan alıyordum. o minik bankaya babam her gün 100 tl atıyodu. ne iş yaptığını hâla çözemediğim babamın bu kadar para kazanması hoşuma gidiyordu aslında. yüzümdeki morlukları ucuz bir yalanla ebru’ya yutturabileceğimi düşündüm ve dolaptaki uzun süredir hepsini harcamamdan kaynaklanan ve birikmiş olan paralardan 400 tl alarak ebru’ya gitmeye ve ebru’ya destek olmaya karar vermiştim. ebru bu parayı kabul etmese bile zorla ettirecektim çünkü artık ebru’ya kol kanat geren koca bir adam gibiydim. ebru babamsız bir hiçti. yalnızdı… bana ihtiyacı vardı belki.. aradım ebru’yu ona 1 saat yanına uğramak istediğimi söyledim. okeyi aldıktan sonra sonra atladım arabama.. bekle beni ebru, bırakamam seni çaresizliğe. karar verdim arkadaş bakıcam 4 ay gözlerine.. bu karamsar dünyamda sadece sen mutlu ediyordun beni. niye vazgeçeyim senden? içimdeki vicdan azabından daha büyüktü sana olan aşkım. her şeyin önündeydin artık. vardım mutluluğu bana öğreten kadının kapısına. anlatmama gerek var mı onun farkını? düz ve sarı saçlarıyla bana, mor yüzüme bakan güzeli.. kapıyı açar açmaz gizleyememişti içindeki heyecanı. ne oldu sana? kim yaptı? baban mı? neden? söyle? içeri gir. onun tüm bu sorularına cevap vermiyordum. çünkü o soru sordukça çok daha tatlı oluyodu gözümde. meraklıydı.. hemen babamdan buldu bana bunu yapanı. ”dün gece tanımadığım varoş sokaklarına gittim. 2-3 tane çocukla kavga ettik. önemi yok” diyerek konuyu savuşturmaya çalıştım.. ”gel krem sürelim, ne diye kavga edersin” dedi bana. gitti, krem buldu geldi. beni tedavi etmek için, 2 gün önce tuttuğum elleri ile yüzüme krem sürmeye başladı. beyaz ellerini morarmış yüz hatlarımda gezdirdi. ellerini suratımda gezdiren ebru’ya dalmıştım. onun güzelliğine dalmadan edemiyordum.. karanlık gözlerinde kaybolsam beni bulabilir miydi? ellerini yaralı yüzümde gezdirirken ona odaklanan gözlerime bakmıştı artık. herşey sendin ebru, gözlerimdeki parlaklığın sebebi sen. hiçbir şeyi umursamayan bu küçük aşığının aşkıydın sen. utanmıştım herşeyi anlatan gözlerine bakmaktan. ellerini yüzümde gezdirirken, içinde kaybolmak istediğim gözlerini gözlerime çevirdiğinde en fazla 3 saniye durabilmiştim onunla göz göze. yaralarım acısa bile susuyordum.. şikayetci değildim öpmek istediğim ellerin yüzümde gezmesinde, katlanabilirdim o kadarcık acıya. tekrar gözlerimi ona çevirdiğimde siyah bir gecedeydim adeta. o da mavi bir denizde idi. sessiz bir ses tonuyla ” gözlerin, deniz gibi.. babanın böyle değil, annenden mi aldın?” .. salladım kafamı, konuşamazdım o an. ikimizin gözleri birleşmişti o an. deniz ve gece.. 2 gün önceki el ele yürüdüğümüz karanlık denizi hatırlatmıştı bana. gözlerimiz birleşmişti, sevdiğim kadının gözlerine, beğendiği gözlerimle bakıyordum. gözlerimiz birleşmişti ya dudaklarımız?

26

göz gözeydik, dudaklarımız birbirine çok yakındı. dudaklarımı dudaklarına itmek, onu öpmek zor değildi ama olmuyordu işte. insan sevdiğini kolay öper değil mi? ama ben öpemiyordum işte. ebru’nun bana karşı son zamanlardaki hissedilir yakınlığı, onu öptükten sonra tepki almayacağımı bildiriyor ve korkuya yer vermemi gerektiriyordu. içimde bir gram korku yoktu ama olmuyordu işte. bir insanın gözlerinin içine hiç bu kadar bakmamıştım. ebru’nun gözlerine odaklanmıştım, o da bana … gene olmadı işte. gözlerime bakan kadını öpmek bu kadar mı zordu? artık acemi de değildim. ama durun! acemiydim .. ben hiç sevdiğim kadını öpmemiştim ki. ebru’dan başka kimseyi sevmemiştim ki.. o gece ebru’ya maddi yardım yapmak için gitmiştim yanına. döndü dolaştı konuyu orayı getirebilmeyi başardım… ben: ebru biliyorum şimdi kızacaksın ama ben sana maddi yardım etmek istiyorum ebru: bak ne güzel söyledin kızacaksın diye. ben: hemen kızma. biliyosun işte para konusunda sıkıntım olmadığını ebru: tamam olabilir ama, bu senden para alacağım anlamına gelmez bu ebru’yu ikna etmek için ettiğim onlarca sözden sadece ikisiydi. nitekim o gün ebru’yu zorda olsa ikna etmiştim. fakat o gece, çekmecemdeki paraya para koyan babamın, çekmecemdeki miktarı bilip o paraların 1 günde nasıl bittiği sorusuna cevap verecek miydim? tüm bunları o gece gene babamın karşısında s*çmış olacaktan habersiz şekilde yaptım. henüz yaşamadığım o akşamı yaşamak için ebru ile vedalaştım ve eve gittim. ebru’nun bana onun için yaptığım iyilik üzerine sımsıkı sarılması ebru’nun yanından ayrılırken her zamanki sıcaklığı hissettirmişti. amma velakin gece babamın malüm sorusuyla karşılaştım. ”o paraların hepsini nasıl 1 günde yedin la?” ben: sen nerden gördün baba? babam: akıllım oraya her gün parayı atan kuşlar mı? ben: bugün biraz fazla harcadım baba kusura bakma babam: niye kusura bakayım oğlum? o para senin. ben sadece merak ettiğim için sordum. istersen bir o kadar daha vereyim harca gene. ben: sağol baba. babam: kariyla mı yedin lan hahahahahaha… babam beni ebru ile denizde gördükten sonra onunla görüştüğümü anlamıştı, parayı ebru’ya verdiğimden şüphelenmemesi için babamın ön plana attığı konuyu onayladım. kafamı öne eğerek paraları kadınlarla yemiş gibi yaptım. babam: 400 liralık kari mu var lan bu şehirde. tanıştırsana beni hahahhaha baktım konunun değişeceği yok, girdim odama. açtım bir şarkı başladı farklı dünya. aynaya baktığımda ebru’nun ellerinin gezdiği suratıda, ebru’nun ellerinden bir iz aradım.. biraz sonra babamla yemek yerken, babama bugün ne yaptığını sordum.. aklımda burağın bana attığı mesaj vardı. bu mesajı direk babama söyleseydim, otoparkın önüne neden adam yığdığını ve onlara neden talimatlar yağdırdığını sorsaydım burağı ele verirdim. başladım ağzını aramaya… ben: ee naptın bugün baba babam: ben birşey yapmadım. haberler sende ben: ne haberi olcak babam: ulan 400 karinin biriyle yiyorsun. sende haber olmayacak kimde olacak diyordu gülerek. babam benimle arkadaş gibi olmak istiyordu. öyle ya, 400 lirayı kadının tekiyle yediğimi sanan babam, kadının adını bile sorup, o günün nasıl geçtiği hakkında bilgi almayı amaçlıyordu. babam beni arkadaşı olarak görse de ben onu babam olarak gördüğüm için bu tür konuları yalan bile olsa anlatamazdım.ne diyecektik çok güzel kadının birini 400 tl karşılığnda sahip oldugumun mu? konuyu değiştirerek dünkü adamların mevzusunu açtım. babam o adamlara ne kadar büyük olduğunu göstereceğini, bu saatten sonra 3-5 çapulcuya katlanamayacağını söyledi. bense babama isyan ederek ” baba öyle diyorsun ama. 2-3 tane adam eve gelip beni paketleseler ne olcak? adamlar evimizi bile biliyor”. bu laflarım üzerine babam: ” korkuyor musun lan? bende seni psikopat birşey sanırdım. merak etme sana birşey yapamazlar..” korkuyodum evet ebru’yu öpemeden, ona gözlerinin içine bakarak seni seviyorum diyemeden ölmekten korkuyordum.. babamın benim hakkında emin konuşmaları ona inanmamı sağladı. o gün olanları buraktan öğrenmek için ve uzun süredir dışarı çıkmadığım burak ile gezmek için burağı aradım…

27

burakla dışarı çıktığımda yüzüme bakıp ne olduğunu soran burağa bütün gerçekleri anlattım. o ebru değildi. ona niye yalan söyleyebilirdim ki.. burağa yüzümden dolayı gezemeyeceğimi bugün araba ile takılmamızı söylediğimde onun yoğun isteği karşısında bulunduğumuz yerin en kalabalık sahiline gitmeye karar verdik. sahile giderken burağa otoparkta olanları sorduğumda, attığı mesajdan ibaret olduğunu söylemişti. sadece o kadarını biliyordu burak. o gece sahile gittiğimizde denize en yakın, insanlara en uzak olan ince kumların üstüne oturup denizi izliyorduk. ebru ile izlediğim ıssız ve kirli denizi özlemiştim o an. onunla herşey güzeldi.. derken o güzel atmosferi bozan kahkahalarıyla ortalığı çınlatan amale grubu geldi. kızlı erkekli 4 kişi 5 metre ötemize elinde toplarla, içkilerle oturdular. o kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki, yaptıkları salakça ergen esprileri beni iyice bunaltmış, burakla beraber oradan ayrılma sebebimiz olmuştu. şehrin en işlek caddelerinde gezerken, burak bir anda yolunu kesen kızla sohbete başladı.. kıza beni arkadaşı olarak tanıtan burak, kızı da bana eskilerden tanıdığını söylemişti… burak: bak elif bu benim arkadaşım elif : merhaba ben : merhaba elif : suratın çok komik gözüküyo hehehehe ben : üzerindeki şişliklerden olsa gerek elif : evet artık kim benzetmişse anırır gibi gülmüştü o an. kimdi lan bu kız. kız o kadar şehvetli şekilde benle dalga geçiyordu ki, sanki yıllardır tanıdığı bir arkadaşınla konuşuyordu. sinirlenmeye başlamıştım.. devam ettik konuşmaya. ben : beni kimse benzetmedi ama, sen bu çenene sahip çıkmassan çok benzetilirsin elif : yok hacı ya, beni benzetmek yürek ister. benzeten kişi sonra olacaklara katlanır. yorma kafanı. ben :banane ya elif :estetik ol bence. ben : sebep? elif : hangi inşaattan düştün? devlet amelelerin sigortasını karşılamıyor mu? hahahahaha bu soytarı kız beni çıldırtmıştı. burağa doğru baktığımda elif’in o lafından sonra kafasını öne eğmiş, gülümsediğini belli etmemeye çalışıyordu. o an kızın sinir sistemlerini oynatan bir laf söyledim. ben : benim yüzüm mü mor şimdi? elif : yok senin kafada morarmış hacı, normal değilsin sen. ben : yüzüm açıkta olduğu için belli oluyor. senin gözükmeyen yerlerinde morluklar var mı? lafı anlamak için küçük beynini yormaya çalışan elif’e yüklenmiştim o an. ben : kiminin yüzü, kiminin bitarafi? elif: ne demeye çalışıyorsun? ben : fazla coşan ** morarır. bu lafı söyledikten sonra karşımda olan elif’in yanından geçip yoluma devam ettim. arkamdan duyduğum seslerle çılgına döndüm elif: ne diyosun lan sen serefsiz gel buraya yırtıcı bir kaplan gibiydim. yüreğimdeki heyecan yavaş yavaş artmaya başlıyodu. işte bunu çok seviyodum. çünkü o heyecan sayesinde kendimi kaybedebiliyodum. elif’e sırtımı verip yoluma devam ediyordum. onun bu lafı sinirlendirmemişti beni.. yollularin en meşhur sözüdür ”O..Ç…”.. ben arkamı dönmüş giderken arkamdan biri sağ kolumu geriye doğru çekti. geriye döndüğümde elif, lisede arkasındaki erkek tayfasına güvenen küçük yollular gibi ellerini kaldırmış ve bana kimsin lan sen, yazık olur oğlum sana gibi tehtidler savuruyodu. bu kadarı fazlaydı, caddede gördüğüm ilk ara sokağı hızlı adımlarla beni takip eden arkadan salvolar atan elifle girdim… ara sokağa girer girmez arkamda elif’in yanı sıra bizi takip eden burağı da gördüm. elif’e susacak mısın diye sorduğumda, karşımda ettiği küfürlerle tiksindirici bir hal almıştı. bu kız olamazdı, dişi olamazdı. hiç çekinmedim ona o an vurmaktan. basit bir tokatta değildi bu. artık küfür etmekten kanalizasyona dönen elif’in ağzına hiç acımadan son gücümle atabileceğim en iyi yumruğu atıp, yere sermiştim. burak araya girmek istesede dengesini kaybedip yere düşen ebru’ya tekmeler atıyodum. az önce dalga geçtiği suratı en son kendime geldiğimde benimkinden daha kötü görünüyordu. burak devreye girip benden fazla olan kilosu ve vücuduyla beni oradan uzaklaştırdı. elif o an caddeye çıktığında, acınası haline biri yardım etmiştir belki. burak o gün neredeyse ağlayacaktı. burak var gücüyle bana sitem ederken aklımda gene ebru vardı. o kadın.. hiç çıkmıyordu ki .. ebru kadınsa az önceki elif neydi? elif benim yaşıtımdı.. ebru’yu niye deli gibi sevdiğimin farkına varmıştım. ebru olgun idi.. ebru acınacak halde olan elif’in yanında hayli dişi kalırdı. . burağa barak o kızın sende telefon numarası var mı diye sordum. burak yok demişti. neden korkuyorsun o zaman burak, senin adın olmayacak ki. burak korkmadığını, sadece kıza acıdığını söylemişti fakat bir süre sonra iyi yaptın lan o yolluya diyerek gerçek bir arkadaş olduğunu bana gene kanıtlamıştı. burakla yaşadığımız maceralara bir yenisini daha eklemiştik o gece. daha çok macera vardı ufukta…

28

aradan tam 2 gün gün geçti.. o gün hava kapalıydı. özlemiştim bu havayı, güneşin kavurucu sıcaklığından 1 gün uzak olmaya ihtiyacı verdi herkesin, sadee benim değil. o günü değerlendirmek için aşağı indim. evimizin önlerinde yürüyüp az gezip hava almak amacındaydım. lakin geçenlerde elma atarak keyfime yerine getiren satıcı kızın dükkanlarından geçerken satıcı kızın ”baksana sen” sesi ile çevirmiştim kafamı ona? kız: yaptığını görmediğimi mi sandın? neden elma fırlattın? ben: ne? kız: burayı elma çöpünü sen fırlattın ben: anlamadım kız: anlamazlıktan gelme, onu yapmandaki amaç neydi? ben: ben bir şey yapmadım ya kız: yalanlıyosun şimdi, o hareketi bir daha tekrarlama kızın o lafından sonra içerde babası olduğunu tahmin ettiğim dükkan sahibi geldi. dükkanın dışına açılan tezgahın başında olan kızının yanına. adam: ne oluyor kızım? kız : yok birşey baba? adam: içerden duydum, kim ne fırlattı sana? kız : yok birşey baba. ben : iyi günler diyerek sıvıştım oradan. hiç kimse umrumda değildi. kapalı ve her an gökten yağmur düşebilecek havanın tadını çıkarıyodum. aklımdaki tek soru ebru’nun 2 gündür beni aramaması ve mesaj atmamasıydı. hep ben mi arayacaktım bu kadını? gurur yaptım, 2 gün sesini duyamasamda aramayacaktım onu. evin önündeki duvara dayanıp yeri izledim, birkaç dakika sonra başlayan ve çok özlediğim yağmurun altında deli gibi ıslanıyodum. o gün çok yağmıştı yağmur, etrafımda gördüğüm insanlar yağmurdan kaçmak için saçak altı ararken, ben yukarı bakıp gözlerimi açıp içine yağmur damlacıklarını doldurmaya çalışıyodum. ve ve ve.. çaldı telefonum . tam da isyanımın dozunun arttığı anda, bu kadın beni takmıyor dediğim anda çalan zil sesimle çıkardım telefonumu cebimden. ebru yazıyordu telefonda, telefon ekranında yazan isminin üzerine düşen 2 yağmur damlacığıyla hemen uzaklaşıp saçak altına girdim ve telefonu açtım.. gene yanına çağırmıştı beni. ebruuuu, o günlerimin en güzeli, o günlerin anlamı.. işte en son o gün akşam yakalanmıştım gribe, sabahtan ıslandığım yağmurun altında yakalandığım gribe ebru’nun tedavi etme isteğini şimdi bir başka üzülüyorum.. akşam aşkımın yanındaydım, bu mutluluk yeterdi o saate kadar bana. ebru’ya gitmeden 3 saat önce kadar , iyiden iyiye hapşurmaya şifayı bulmaya başlamıştım. şu gripteki en sevmediğim şey burnunun akmasıydı. ebru’nun yanında sürekli burnumu mu silcektim. açtım buzdolabını, uzun zamandır ihmal ettiğim miğdemi iyi besledim. kâr etmedi fakat burnum akmıyodu. üzerimdeki halsizliğin ebru’nun yanına gitmemi engelleyeceğini düşünmediğim için babam eve gelmeden ebru’ya gitmek için çarptım yol kapısını. merdiven basamaklarını ikişer ikişer inip arabaya vardım. şans meleklerinden istedim yardım.. aşık olduğum kadını öpmekti tek hayalim, fazla masumdu belki, ama benim için dünyalaya bedeldi. vardım güzeller güzelinin kapısına, o kapı kalbimin deli gibi atmasını sağlayan saraydı sanki. içinde prenses vardı. o prenses şimdi ise karşımdaydı. güler yüzle karşıladı gene beni. umutla, sevgiyle . sürmeliydi bugün. uzun zamandır gözlerinin altını bu kadar siyah görmemiştim. siyahtı.. varsın satanistler duvarları siyaha boyasınlar, siyah giysinler. siyah onların olsun,, karanlık onların olsun, gece onların olsun. ama bana bakan bu 2 çift göz benim olsun.. ebru.. saçları dalgalı, kirpikleri kalkık, kaşları her zamanki gibi incecik, dudaklarında ruj, kulaklarında çocuksu bir küpe. altın değildi küpeleri halka şeklinde olan küçük küpelerdendi. ebru arada böyle kendine özen gösterirdi. o doğal olmayı seviyordu genelde. ama doğal olması, ondaki mis gibi kokan parfüm kokusunu, bembeyaz vücudunu, ve tapılası teninin guzelligini engellemiyordu. içeri girdik. unutulmaz diyalogların yaşandığı, her gece yattığımda mumla aradığım saatlerin başladığı, hiç unutamadığım o geceye giriş yapmıştık böylece… mutfaktan gelen yemek kokuları burnumu mest etmişti. ohhh burnum koku alıyor, akmıyor. sadece halsizlik ve sesimdeki değişme, temmuzun ortalarına ilerlediğimiz yaz aylarında sürekli soğuk suyla banyo yapmamdan ve buz gibi sular içmemden kaynaklanıyor olsa gerekti. içeri girip hal hatır sorduktan sonra ebru yemek masasını hazırlamak için mutfağa gitti. 5 dakika sonra beni çağırdı. sofrada birbirinden güzel yemekleri bile örtüyordu güzelliği ile ebru. karşında yemek yerken bile çok sevimli gözüken ebruyla derin bir sohbete girdik.. güzel yemeklerin verdiği tad sohbete de yansımıştı.

29

ben: oo döktürmüşsün gene. birkaç saat önce tıka basa yemek yemiştim ama, senin yemeklerini tokken bile yerim ebru: sağol canım. ye ye bak çok kilo verdin. kendine iyi bakman lazım. ben: evet ya. zaten hasta oldum heralde ebru: noldu? ben: hiç ya. boğazım fena acıyo. ebru: burdan hiç öyle gözükmüyor ama haha ben: nAsıl yani? ebru: şaka yaptım ya. yemekleri büyük bir iştahla yiyosun da. ben: senin yaptığın yemeklere hastayım ebru: hahaha. afiyet olsun. ben: valla öyle bak, çok iyi yemek yapıyorsun. ebru: sana da öğreteyim mi? ben: yok sen sadece bana yemek yap böyle arada. ebru: hahahaaha. bu kadar çok güveniyosun benim yaptığım yemeklere yani. ben: hıhı. senin ellerinden her şeyi yerim. ebru: zehiri bile mi? ben: bak onu düşünmemiştim. ama onu bile yerim galiba. ebru: benim ellerim sihirli geliyo heralde sana. ben: sadece ellerin değil… artık ebru’dan hiç çekinmediğim için rahatça konuşabiliyordum onunla. insan aşkından çekinir miydi? ona tek taraflı aşk besliyordum. belki de o bana.. ikimizde birbirimizi sevdiğimizi söyleyemesekte, birbirimize davranış şeklimiz birbirini çok seven çift gibiydi. ebru: başka nerem olcak? ben : her yerinle 10 numarasın. ebru: hadi ya, nasıl oluyomuş o? ben : yani genel anlamda zaten sihirbaz gibisin. ebru: evet sihirbazım. galiba seni kendime sihirledim ha? nerden de bilmişti.. nasıl da anlamıştı ona büyük bir sihirle bağlı olduğumu. kim sihirlemişti bana bu kadına karşı? ben : iyi bildin. naptın kendine mi bağladın beni? ebru: ben birşey yapmadım. ama bu sihirden şikayet değilim. ben : bende sihirbaz olmak istiyorum. bu bağlama sihiri nasıl yapılıyo öğretsene ebru: olmaz meslek sırrı? hem ne yapacaksın o sihiri öğrenip? ben : ben de seni kendime bağlıcam hehehe ebru: bunu daha önce yapmadın mı sen? ben : nasıl? ebru: ben sana, senin bana bağlandığın gibi bağlandım.. kim takardı ebru’nun yemeklerini. soğuyan çorbayı. kim bırakıp tekrar yemek isterdi bu güzel sohbeti. ebru’nun o sözleri karşısında artık kilitlenmeyecektim. devam ettik birkaç saat sonraki olanları doğuran konuşmaya… ben : bana? ebru: evet sana. ben : nasıl? ebru: seninki nasıl? ben : neyy? ebru: senin bana olan bağın nasıl? söz vermiştim kendime. utanmıyacaktım artık açılacaktım bu kadına. babamdan tüm bağlarını kopartmış, delicesine sevdiğim, hastası olduğum bu kadına açılacaktım. ağzıma gelen lafları söyleyemedim. onun o laflarından sonra yutkunarak gözümü yemeğe çevirdim ve bir kaşık attım. gözlerim kaşığa bakarken yansımasını görebildiğim ebru bana bakıyordu. o gece ebru beni sıkıştıracaktı, aslında böyle yaparak iyi yapıyordu. cesaretim yerine geliyordu.. ebru devam etti… ebru: neden sustun? aramızda nasıl bir bağ var? ben : bilmem ebru: ben biliyorum ama ben : nasılmış? ebru: yanılmaktan korkuyorum ben : bende ebru: sen neye yanılmaktan korkuyosun? ben : senin bana olan bağını yanlış tahmin edebileceğime ebru: korkma.. söyle hadi bu bağı. ben : üzümüne ye bağını sorma.. ebru: hahahahaha . espride yapıyorsun artık, biliyor musun böyleyken çok sevimlisin. ben : sen her zaman her halinle sevimlisin. ebru: en çok ne zaman? ben : ayrım yapamam ki. ağladığında bile sevimlisin. böyle bebek gibisin. öpesim geliyo seni onun sevimliliğini ona tarif ederken, artık ağzıma gelip söyleyemediğim sözü ağzımdan kaçırmıştım. ebru’nun sevimli hallerini hayal edip ona anlatmam içimde tuttuğum o sözü dışarı vurmamı sağladı. iyiki sağladı.. sağladı ki ebru ile gittikçe derinleşen ve kalbe inen sohbetimiz devam etti. ebru girdi söze… ebru: hadi be yalancı. niye öpmedin o zaman bu tatlı bebeği? madem bu kadar tatlıydım niye sarılarak öpmedin yanaklarımı? ben : çok defa yapmak istedim ama çekindim. ebru: aşk olsun. benden çekiniyor musun? ben : yani biraz. aslında kendimden çekiniyorum. ebru: çekinme. ben : istediğim zaman öperim ama yanaklarından ona göre ebru: tamam ama yemeklerini yemiyorsun ben : boğazım acıyo biraz, sadece çorba içsem olur mu, kızmassın değil mi? ebru: hasta olmasan kızardım. ama bugün burası bir hastahane ve sen hastasın ben : sen de doktor musun ha? ebru: evet gülüşmeler başlamıştı o an. artık ebru ile bir hayli samimi olmaya başlamıştık.. öyle tatlıydı ki benim canım, kötü bir niyetim yoktu. daha önce sevmediğim kadınların dudağını öpmüştüm. şimdi ise sevdiğim kadını öpüp onu içime çekmek, çok sevdiğim dudaklarını dudaklarımla birleştirmek. o gece tek istediğim onu öpebilmekti. sohbete bakılırsa başarılıydım. dudaklarını tadabilmeye adım adım yaklaşıyodum…

30

ben : beni nasıl tedavi edeceksin peki ? ebru: ee bir ıhlamur kaynatırız artık. ben : iyi gelmezse? ebru: katlanırsın sende bee. bu sevimlilik için katlanırsın boğazındaki acıya. ben : haklısın. sen varsın ya, yemişim boğaz ağrısını umrumda değil. ebru: böyle konuşmaya devam edersen ben seni yicem. niye bu kadar tatlısın bugün sen? ben : bilmem.. artık senden çekinmiyorum. beni bu şehre bağlayan tek insan sensin vallahi ebru: sen ne iyisin ya. biliyorum bu senin doğal halin. artık benim yanımda doğalsın bunun için mutluyum ben : evet aynen öyle ebru: ee artık benden çekinmiyorsun. aramızdaki bağı bana anlatacaksın heralde değil mi? nasıl anlatabilirdim ona olan bağımı. nasıl anlatabilirdim onu deli gibi sevdiğimi. seni seviyorum ebru mu diyecektim ona. o herkesin söylediği, sevenin de sevmeyenin de söylediği klasik söz mü anlatacaktı ebru’ya olan bağımı. hasss ya.. tüm bunları düşünürken dudağımı büzmüş, gözlerimi kısarak düşünüyomuş numarası yaptığım ebru’nun karşısında bacaklarım titremeye başlamıştı. bir an söyleyecek gibi oldum, bir an vazgeçtim. ” ya şey, o bağ” diye girdiğim sözlerin sonu nasıl bitecekti? ben : güzel bir bağ bu, tarifsiz. ebru: yaa. bu bağ sadece bana mı özel? ben : yani ebru: hımmmm ben : beni neden çağırdın? ebru: canım istedi. ben : bir sebebi yok yani? ebru: sebebi mi olması lazım? sen yanımda olunca mutlu oluyorum. ben : ben kadar mutlu olamassın ebru: en az senin kadar mutluyum ben : iyiki gelmişim ebru: neden ben : bu sözleri duydum çünkü tüm bu konuşmalar artık o gece ebru ile yakınlaşmam gerektiğini tüm açıklığı ile vurguluyordu. ne şanslı idim. ebru o gece, artık anlamış olduğu hislerime karşılık verirken daha bir güzeldi. daha bir hoştu. ben yemek masasındayken ebru üzerine daha rahat bir şeyler giyeceğini söyledi ve odasına doğru gitti. bense onun ne giyeceğini merak ederek yemek masasından kalkıp, ellerimi yıkamış ve salona geçmiştim. ebru salona geldiğinde giydiği epey bir rahat, bir hayli açık kıyafetiyle gözlerimi büyülemişti. o gün yüzü bu kadar güzel olan kadının, 1 saat sonra giydiği kıyafet, süt gibi bedenini sergileyen cesur bir seçimdi. Pembe ,geceliği anımsatan elbisesinin rengiydi. harika bir fiziği vardı ebru’nun. . . ebru o gece bambaşkaydı… ebru: kusura bakma evde otura otura artık rahat giysilere alıştım. ben : evet ev hali öyle oluyo. en iyisi ebru: pantalon bacaklarını yakıyo ya insanın diyerek dizinin altındaki ön bacağını kaşımaya başladı. ebru: uff, sinek mi ısırdı ne ben : o sineği öldürelim ebru: sadece o sineği mi ya. hepsi ölsün ısırıyolar sürekli ben : ben sadece o sineği öldürcem. gerisini belediye halletsin ebru: sen niye sadece o sineği öldürüyosun? ben : seni ısırdığı için ebru: hahaha. kim bilir hangi sinek. seni ısırmadı mı? ben : yok beni ısırmadı. sen daha tatlısın heralde ebru: sivri sineğe göre öyle bence. ben : bencede. bacağını kızarttı ebru: bence sen daha tatlısın ben : o zaman sende beni ısırırsın eyvah ebru: korkma yemem, sadece kaşındırırım, ayrıca ben sivrisinek miyim? ben : keşke sivri sinek olsan cesur yanıtlarım ebru’nun hoşuna gidiyor, onu tebessüme zorunlu kılıyordu. ebru pratik zekasıyla ince laflarımı kavrayabilecek kalitedeydi. keşke sinek olsaydın da ısırsaydın beni.. o laftaki ince mesaj bu idi ve ebru bunu bence anlamıştı… ebru: ısırılmak mı istiyosun? ben : evet seni kıskandım ebru: ben sinek gibi ısırmam ama canın yanar ben : aşın varsa sorun yok.. gene batirmistim. neden yaptım bu salakça espriyi. ebru’yu bozacağını bildiğim halde niye kapatmadım çenemi. herşey yolunda giderken niye soğuttum atmosferi? ebru: neeeeeeee konuşma benle kalkmıştı olduğu yerden. karşı tarafa oturdu bu sefer yüzüme bakmadan televizyonla ilgilenir gibi yapıyordu. ben : şaka yaptım ya özür dilerim ebru: kabul edilmedi ben : valla bak özür dilerim kızma ebru sessizliğini korumuştu. bana karşı olan yakınlaşmama tabularını, o gece bana kurduğu acik secik sözlerle bozmuştu aslında. yaptığım bir espri ile kırmıştım ebru’yu .. o gece ebru ile küs oturacak değildim. hemen duygu sömürgüsüne başladım… ben : özür dilerim, senin kadar ince espri yapamıyorum. benim esprim bu kadar oluyo işte kalitesiz ve kırıcı. sen beni espri yaptığımda daha tatlı buluyodun. ondan yaparım dedim. ebru: hiç tatlı değilsin ben : ama sen gene tatlısın hehe. bak şuan bana kızdın valla çok tatlısın ebru: tabiii ben : gideyim bari, şu şehirde değer verdiğim tek insan bana küstü. kalkındım ayağa. suratımı asmış, istediği olmayınca ağlayan çocuklar gibi mızmız hareketlerle ebru’nun gözlerine baktım. o gece yaptığım hareket çok riskliydi. gitmek istemiyordum ama ebru’yu test ediyordum.. ebru: otur şuraya ben : yok ben gideyim salondan çıkmak için 3 adım attığımda ebru yerinden fırlayıp beni durdurdu. kendine doğru çektiğinde, şuursuzca baktım tum vucuduna. öyle güzellerdi ki. . ebru gözlerimin içine bakıp beni durdurmaya çalışırken ondan gelen hafif parfüm kokusu, hastalığın etkisiyle olan yorgun bedenimi uçurmuştu adeta.

31

göz gözeydik ebru ile. sürmelerinin üstündeki ince kaşlarının altındaki karanlık gözlerine bakarak konuşuyodum onunla. yakındık bu sefer birbirimize. ona dönmeme rağmen çekmedi ellerini kolumdan. ebru: nereye gidiyosun ya hemen ciddiye aldın ben : senle küs durmaya dayanamam ebru: küs değiliz zaten. ben : sen öyle gibi davranınca ebru: evet azcık naz yaparım dedim karşımda gülümseyen ebru’nun elleri kolumda idi. bu durum beni oldukça etkilemeye başladı. o gece yüzü ve vucudu büyülemişti zaten onun olan gözlerimi. ellerini çekmedi kolumdan. ayakta idik, göz göze … ben : naz mı? ebru: evet çok mu garip ben : yoo yooöhü öhü . öhü öhü artık gecenin ilerleyen saatlerinde, ağrıyan boğazım kaşınmaya ve beni öksürtmeye başlamıştı. iyiki öksürmüştüm.. neden mi? çekti ellerini kollarımdan artık.. ebru: off, kötü öksürüyosun ben : evet ebru: ciğerin çıkcak şimdi, sana ıhlamur kaynatayım ben ben : iyi olur sağol ebru mutfağa giderken bende arkasından takipteydim. ebru: sen nereye? ben : mutfağaa ebru: iyi tamam gel hadi yaptığım espri sonucu tadı kaçan güzeller güzelinin neşesi artık yerine geliyordu. moralinin yükseldiğini tebessümleriyle anlamıştım… ebru ıhlamuru kaynatırken öksürüğüm iyice azmaya başlamıştı. ebru bu yaz gününde nasıl böyle ağır hastalığa tutulduğumu sordu. soğuk suyla banyo yaptığımdan olmalı diye cevaplamıştım onu. ebru: soğuk suyla niye banyo yapıyosun? hiç akıllı işin yok dimi? ben : insanı dinç tutuyo ya ondan ebru: ben sucak suyla yapıyorum, sıcak su da dinç tutuyo merak etme ben : bundan sonra onla yaparım mutfak masasının sandalyesine oturup sohbet ettiğim ebru yanıma gelerek boynumu ellemeye başladı. boğazımda bir şişlik olup olmadığını farketmeye çalışan ebru ellerini boğazımda gezdirirken anılarım canlanmıştı gözümde. onunla ıssız sahilde el ele dolaşıp oyun oynamamız, hatta onu düşürmem. babam için dayak yediğim günde moraran yüz hatlarımda gezen kremli eli. gene aynı duygular içerisindeydim ama o boynumu elleyince huylanmaya ve gülmeye başladım. o duygular gözümün önünden gidince sanki biri boynumu gıdıklıyormuş gibi oldu. başladım öksürürken gülmeye… ebru: neden gülüyosun be? ben : ya huylandım yapma hehhehe ebru: hahaha senin tikin var demek, yandın sen ben : ya nolur yapma tik değil huylandım işte ahhahahaha ebru: banane yapcam, hehehe ebru az önce okşadığı boynumu bu sefer gıdıklar gibi yapıyordu. ojeli tırnaklarını boynuma batırıp çektikçe huylanıyodum. ve en sonunda bende ona karşılık verdim. ince bel yapısına, tam karın boşluğuna parmağımla dokunmuştum. hemen hemen herkes oradan huylanır ya.. ama o huylanmıyordu. üstelik onu huylandırma çalışmalarıma tepki de vermiyordu. yanına dokundurduğum parmaklarımı biraz daha üste çekmiştim. hurlanmıyordu ebru. fakat beni huylandırmaya çalışırken hareket ediyordu ve bugün apaçık ortada olan vucut hatlari dikkat cekiyordu. bense boşluklarına dokunurken onu süzüyordum, ebru’nun bunun farkında olması umrumda değildi.. ebru daha da yaklaşmıştı bana. sandalyede oturduğum için yukarıdan boynumu gıdıklamaya çalışan ebru’yu göremiyordum. o an gözümün önünde ebru’nun dikkat cekici vucudu ve mukkemmel guzelligi vardi. bense onun bana yaptığı gıdıklamayı abartmıştım artık ebru’ya iyiden iyiye yanasmaya başlamıştım. ince beli çok iç gıdıklıyordu bugün. daha önce hiç bu kadar fazla görmediğim dekoltesi de ayrı bir dünyaydı.. ben halimden memnunken ebru’nun ”ıhlamur olmuştur” lafı o anın bittiğini gösteriyordu. ebru ıhlamuru katıp bana getirdi.. benim şifam sendin ebru diyememiştim ona.. ıhlamuru içtikten sonra ebru tekrar benle uğraşmaya başladı, bu durumdan çok memnundum…

32

o beni gıdıklamaya çalıştıkça, vucudu aciliyordu, bende beni gıdıklamaya çalışan ellerini bileklerinden kavrayarak engellemeye çalışıyodum. aslında engellemeye çalışmıyodum, narin bileklerini ellerimde tutmaktı tek amacım. bileklerini sımsıkı tuttuğuda artık elleri ile gıdıklayamazdı boynumu.. onunla göz göze geldiğimizde yaramaz bir kız çocuğu gibi olan suratına bakarak ”bu kadar tatlı olmak zorunda mısın?” dediğimde ebru’nun hiçbir şey söylemeden gözlerime bakması, artık o anın geldiğini mi gösteriyordu diyordum içimden. kurtulmak istiyordum içimdeki çelişkiden. bilekleri ellerimin arasındayken onun guzel yuzune baktım. adeta öpülmeyi bekleyen dudakları üzerine gözyaşı dökülmüş gibi ıslaktı. bu durum aşkı ve ihtirası o an doğurmuştu. bu yollu bir kadına duyduğum bir erkeksi his değildi, bu erkeksi hissin yanında oluşan, aşkına sahip olma duygusu idi. en azından dudaklarını öpebilmek, onunla bir işi aynı anda yapabilmekti. çok bir şey istemiyordum o an, onu doya doya öpmekti hedefim sadece… yüzündeki çocuksu tebessüm kalkmış, son derece dişi duran dudakları ile, ellerimde hissettiğim ince bilekleri ile iyice güç vermişti bana. 2 karış vardı aramızda, belki 1.5 karış. dudaklarımı 2 el boyunda ileri atsaydım kavuşacaktım onun dudaklarına. ya o atsa? o 1 el ben 1 el atsam. ortak noktada buluşsa dudaklarımız. bu kadar arzulu bakan bu kadında çekiniyodu benden. çekinmese o öperdi beni, belki de korkuyordu çoğu zaman şahit olduğu dengesiz davranışlarımdan. artık bu bakışma ve öpücüğe 1 adım kala zarfı ebru’nun bırak bileklerimi demesi ile kapanmıştı. bileklerim acıdı diyerek mızmız bir liseli kızı gibi göğsüme vuran ebru, bir süre sonra bu ciddi tavrını bozarak tekrar ellerini boğazıma attı. o sırada kafamı sağ omzuma çevirerek ciğerden gelen derin öksürmelerime başladım. benim boynumu gıdıklamaya çalışan ebru’nun elleri ben öksürürken yanaklarımda belirdi artık. öksürüklerime kıyamayan ebru benimle uğraşmayı kesip, öksürüğün şiddetiyle yüzümdeki masumluğu seviyordu adeta. elleri yanaklarımdaydı. yüzümü ona çevirdiğimde elleriyle yanaklarımı okşuyor ”kıyamam” gibisinden laflar ediyordu.. o an iyice halsiz düşmüştüm. hiç art niyet gütmeden bana şevkat veren ebru’ya sarıldım. bu nasıl bir sarılmaydı? ellerimi açmadım ona ama çenemi gözlerime bakıp, yanaklarımı okşayan ebru’nun omzuna koydum. o an ona ellerimi açmadan sarılmıştım. pozisyon onu gösteriyordu. ellerimi açmadan sarıldığım ebru’dan hiç tepki gelmedi. sadece konuşuyordu.. ebru: ne oldu canım? ben : yoruldum, halsizim ya ebru: gel içeri hadi az dinlen ben : yohh iyi böyle. sesim bile değişikti. ebru’nun açık omuz kemiklerine çene altımı dayadığımda şişen bademciklerim ebru’nun omuz kemiklerine değdikçe sesimi farklılaştırıyodu. uçmuştum gene, halsiz vücudumu ebru’ya yasladığımda onun kokusu belirmişti burnumda. hafif bir parfüm, yorgun bedenimi ebru’ya yasladığımda çok iyi gelmişti bana.. ebru ile öyle duruyoduk. ebru sessizdi, nefeslerini kulağımda hissedebiliyordum… aşk kokuyordu ebru. o gece ayakta uyumaya razıydım. ebru’nun omuzlarında, burnu sızlatmayan hafif ve güzel parfüm kokusuyla, ebru’nun dalgaları saçlarının arasında derin bir uykuya dalmayı istemiştim. tüm bu içimden gelenleri aktarmıştım ebru’ya.. ebru ile o pozisyonda 1 dakikadır duruyoduk.. ben : omzunda uyuyabilir miyim? ebru: tamam ama ayakta mı? ben : ona bile razıyım ebru: hadi gel, içeri gidelim. sessiz bir ses tonuyla konuşuyodu, o da istiyodu biliyordum. o da istiyordu beni omzunda uyutmayı. o an sağ ve sol kaburga kemiklerimde beni desteklemek için duran ellerini hafif bana doğru itmişti. amacı beni içeri geçirmekti. o pozisyonu bozmuştuk artık.. ebru koluma girerek içeri götürdü beni. alt tarafı boğazım acıyordu amk, görende felç oldum sanırdı. ama uçurmuştu beni işte ebru’nun mis gibi kokan parfümü, sarı dalgalı saçları, beyaz göğüsleri, açık omuzları, ince bilekleri, kırmızı ojeli tırnakları.. ebru’nun kolunda girdim salona. beraber oturduk mobilyaya. gözlerimi açmıyordum . korkuyordum ebru’nun beni omzunda yatırmayacağından. ebru sırtını divana dayadığında elleriyle yanağımı omzuna yaslamıştı. onun omzunda gözlerim kapalı uçarken, ebru ise bir hayli uzayan dalgalı saçlarımı okşuyordu. o gün bende bebek gibiydim. hasta olduğum halde gene hemen soğuk suyla banyo yapıp, şimdilerde ebru’nun ellerinin arasında kalan saçlarımın güzel kokmasını sağlamıştım. ebru’ya hiç bakımsız gitmemiştim ki ben. kafamı daha da ileri ittirdim. dudaklarım ebru’nun boynuna vardı artık. dudaklarımla öpmek istedim mis kokan boynunu, ama bu uyuma numarası yapan bir insan için fazla riskliydi. koklamak en iyisiydi şu an onu. harikaydın ebru … o kadar harikaydı ki hissetmemiştim gözlerimi indirecek olduğumda dibimde olan göğüslerini. aklıma bile gelmemişti cinsellik o an. ihtiras vardı, duygu vardı. bu kadına bu kadar aşıktım işte. gözlerimin yarısını açıp hafif sağa kaydırdığımda, o sıra saçlarımı okşayan kadının, bu yaşta bu aşkı yaşatan kadının beni etkileyen ilk vucut bolumunu gördüm. çok güzeldi.. tıpkı omzu gibi, tıpkı ince bilekleri gibi, tıpkı incecik beli gibi , tıpkı dalgalı saçları gibi, tıpkı sürmeli siyah gözleri gibi, tıpkı ince kaşları kırmızı elmacık kemikleri gibi. çoktan çıkarmıştı küpelerini ebru, ben omzuna yattığımda. baktım sadece.. baktım yine oraya, güzel kokusuyla beni uçaran tenine.. bebek gibiydi ebru, bebek gibi kokuyordu ama çok dişiydi.. bir süre öyle kaldık …

33

başkaydı bu başka bir duygu. saçlarımın içinden çekti ellerini, yanaklarımda gezdirmeye başladı. sağ elinizi sol yanağızda gezdirin şimdi. çok sevdiğiniz kadının size bunları yaptıklarını düşünün. tatlı bir masaj gibiydi.. serçe, yüzük, orta, işaret parmaklarını yanaklarımda gezdirirken baş parmağı ile dudaklarıma dokunuyordu ebru. o dudaklarıma dokunurken, burnumdan aldığım oje kokusu iyice uçuruyordu artık beni. rüya gibiydi tüm bunlar, yaşananlar. birazdan uykudan uyanacak olmaktan korkuyodum. elleri yanaklarımda ve dudaklarımda gezerken tutamamıştım kendimi. şimdiye kadar sadece yanaklarını öptüğüm ebru’nun ellerini yavaşça öpmüştüm.. o an beni uyudu sanan ebru sen uyumamış mıydın bakayım? diyerek bana küçük bir sitemde bulunmuştu.. ama elini öpmem oldukça hoşuna gitmişti, çünkü ses tonundaki yumuşaklık bunun belirtisiydi… ben : uyuyorum ya ebru: numara yapıyorsun ben : evet hehe ebru: neden peki ben : kendimi çok iyi hissediyorum ebru: kalk o zaman yatmaaa ben : yok senin omzunda iyi hissediyorum ebru: sabaha kadar böyle yatcak mısın peki ben : rahatsızsan kalkayım ebru: yok hayır. sadece yüzünü görmek istedim. ebru’nun omzundan doğrulup gözlerinin içine baktım. ben : yeter mi? ebru: ne yeter mi ben : tamam gördün işte, tekrar yatabilir miyim omzuna ebru: yastıktan daha rahatsa yat ben : bana göre daha rahat ebru: nesi rahat bee ben : yastık senin kadar güzel kokmuyo ki. şımartmıştım gene ebru’yu. artık bu sözüm ateşli dakikaları başlatmıştı.. bu lafımdan sonra ebru gene susmuştu. ona her iltifat edişimde utanır gibi bir hali vardı. acaba ilk adımı ben mi atmalıydım. elini öptüğümde tepkisiz kalmıştı ebru. tepkisizdi ama mutluydu. öpmeliydim bu kadını. burnumu şenlendiren kokusunu ezberlemiştim artık o gece. dudaklarımı biraz ileriye atsam dokunabilirdim boynuna. bir öpücük için artık tam zamanı değil miydi? ebru’nun omzunda uyur gibi yaparken bunları düşünüyodum. bazı zamanlar içime giren deli cesaret o gece bana uğramalıydı. aslında onu bekliyordum. başladım kendimi motive etmeye. öpsen ne kaybedersin? onun kollarındayken onu öpememek sana birşey kazandırıyo mu? öp lan öpppp, kendime gaz verirken cesaretimi toplamaya da başlamıştım.. içimdeki cesaret duygusunu arttıran ebru’nun fiziği idi. gözlerimi kısık bir şekilde açıp ebruyu suzmenin anlamsız olduğunu biliyordum. amaç icrat idi. bunu artık iyiden iyiye düşünmeye başladım. evet ben bu gece ebru’yu öpecektim. eğer o gece hiç bir şey yapamadan eve gitseydim intihar etmem gerekirdi heralde. neyse ki cesaret iyiden iyiye benim tarafıma geçmişti … ebru nefesimi boynunda hissediyordu artık. şikayetci değildi, şikayet etmiyordu omzunda olan başımdan. aklımı başımdan almıştı o gece ebru. sarhoş gibiydim, ayık bir sarhoş gibi. o gece onun kolları arasında uyumaya çalışan bebek gibiydim.. bu durum ebru’nun hoşuna gidiyordu, başladı tüm sempatikliği ile nenni söylemeye. öyle tatlıydı ki.. hani klasik soru vardı ya. ıssız bir adaya düşsen yanına kimleri alırdınız? birçok kişi sevgilimi derdi. inanmazdım, hadi lan derdim onlara. ama ben ıssız bir adaya düşseydim ebru’yu isterdim yanımda. onunla öyle güzel geçiyordu ki.. o nenni okumaya başlayınca atmosfer tekrar canlanmıştı. onun nenni okuması, ona takılmama ve ortamda samimiyetin doğmasına tekrar sebep olmuştu. yeterince samimiydik aslında. ben onun omuzlarında, o ise bebeğini uyutmaya çalışan bir anne gibi nenni söylemekteydi.. bu nenniden sonra tekrar başlamıştık aynı pozisyonda konuşmaya… ben : sese bak be, harika ebru: yalancı ben : cidden güzel ve dinlendirici sesin ebru: sesimde büyüleyici mi? ben : sen ne yapsan ben büyüleniyorum zaten ellerini boğazıma götürmüştü ebru. hafif hafif şişen bademciklerimin üzerinde daha çok okşar gibiydi. ebru: boğazın geçti mi? ben : galiba evet ebru: ee senin doktorun benim ben : valla öyle çok şanslıyım. ebru bu diyaloglardan sonra tekrar başladı boğazımı tırnaklarıyla gıdıklamaya. o boynumu gıdıkladıkça ellerini boynumun arasında sıkıştırmaya çalışan ben, o hareketi yaptığımda ebru’nun vucuduna çok yaklaşıyordum. o gece bizi karşıdan izleyen biri sariliyor sanırdı o an. öyle yakındı ki ebru’nun vucudu bana… hatta değmeye başlamıştı çenem boynunun altinin tam üstüne. umrumda değildi . o an umrumda olan tek şey onunla eğlenmekti. o gıdıklamaya çalıştıkça ben gülüyodum. mutluluk bu olsa gerek, sevdiğin kadınla eğlenmek.. artık dayanamamıştım huylanmaya o pozisyonu bozmuştum. kafamı onun omzundan kaldırdım, müdahale etmiyodum ellerine, varsın uğraşsın benimle.. ebru’nun kokusu, güzelliği uçurmuştu beni o gece. aklım sikimde değildi piçozlar.. o duyguyu yaşamak harika bişeydi.. ebru benimle uğraşmaya çalışırken vücudu hareket ettiği için baktigim yerleride hareket ediyordu haliyle. tüm bunları yaşarken aramızda komik diyaloglar geçiyodu. mutlu bir ölü gibiydim o gece, direnci kırık bedenimle ebru’ya karşı koymuyodum, o gıdıklamaya çalıştıkça gülüyodum onu da bir hayli güldürüyodum. artık bi süre sonra iyice güldüğüm için gücüm kalmadı. yasladım kafamı ebru’nun göğüs kafesine. gene geldi burnuma o güzel kokular. evet evet o gece orada uyuyabilirdim. ebruya yaslayabilirdim kafamı, yastık gibi yumuşacıktı.. gözlerimi kapadığımda yumuşak ve güzel kokulu bir yastıkta gibi olurdum heralde.. Duslemesi bile guzeldi herseyi onunla… ebru, ben deli gibi gülerken bile üzerime yükleniyodu. iyice gıdıklamaya başladı, bense dudaklarımı ebru’nun göğüs kafesinden çekip omzuna dayamıştım. gücüm yoktu ona karşılık vermeye, beni güldürmeye çalışan bu kadına. tüm bunlar hoşuma giderken çok içten gülmem gözlerimden yaşlar getiriyodu. ebru bunları farkettikten sonra çekti ellerini boynumdan. güzel elleriyle yanaklarımı tutup sana direnç lazım, meyve yiyelim gel diyerek elimden tutup beni mutfağa götürdü. mutfaktan elma, portakal alıp tabağa koydu. buzdolabının yanında bulunan karpuzu göstererek, ben karpuz yicem dedim. ebru ise ”o zaman sen kescen tamam mı?” sözü ile beni güldürmüştü. ben: sen niye kesmiyosun ebru: ya ben karpuz fazla yemem ki, yiceğim zaman çok tuhaf kesip kendime 1 dilim yaparım. ben: ben de anlamam karpuz kesmekten, ama yaparız nolcak ya alt tarafı kescez. ebru: tamam o zaman anlaştık, burda mı yiyelim, içerde mi? ben : farketmez sen bilirsin

34

o mutfak masasına meyve koymakla uğraşırken bense sabahtan yağan yağmurların açtığı su göletlerini izlemek için balkona çıktım. balkona çıktığımda yağmurun hafiften çilediğini gördüm.. tam benim havamdı bu.. sabahtan altında ıslanarak hasta olduğum yağmur tekrar kendini göstermişti. ebru’ya dönerek yağmur yağdığını söyledim ve ona dışarı çıkalım isteğimi yönettim. yağmurlu havada ebru ile gezmesi bambaşka olurdu.. çok değil 15 dk yağmurun altında ıslansak fena olmazdı hani. hep hayal ettiğim öpüşmenin yağmurun altında olması ne güzel olurdu değil mi? ebru isteğimi kabul edebileceğini fakat iyice hasta olabilme ihtimalini düşündüğünü söyledi. ona eskisi gibi araba ile ıssız bir yerlere gitme teklifini sunduğumda, daha çok arabanın içinde duracaksam benimle gelebileceğini söyledi. ona yağmurun şiddetini arttırması durumunda arabadan çıkmayacağımı sadece ıssız bir yerlerde yağmuru izleme teklifinde bulunduğumda, ebru tereddütsüz kabul etmişti. o gece gezdikten sonra tekrar ebru’ya döneceğime, onun meyvelerini yemeden eve dönmeyeceğimi söyledim.. ebru üstünü değiştirmek istediğinde ona engel oldum. ıssız bir yerlere gideceğimizi, ya da arabadan hiç çıkmayacağımızı söyledim. arabayı uzağa parketmediğimi söyleyince ikna olmuştu. onu o güzellikte, o kıyafetle yağmurun altında ıslakken yaklaşma düşüncesi, onunla yağmurun altında arabaya koşarak giderken aklımdan çıkmamıştı.. ebru geçenlerde gittiğimiz yere gitmek istediğini söyleyince, sevinçten çılgına dönmüştüm.. tekrar o ıssız sahil bu sefer yağmurlu bir havada bizi bekliyordu… vardık o sahile. gene çok ıssızdı, hele ki yağmurla bir başkaydı o gece. yağmur giderek şiddetini arttırmıştı. ebru’ya inmeyeceğime söz vermiştim. ebru o kıyafetle yağmurun altında ne yapabilirdi, üşürdü tabiki. ilk başta inmemiştik yağmurun arabanın üstünde çıkardığı sesi melodi yapmıştık kulaklarımıza.. o fon eşliğinde sohbet etmeye başladık. buraya en son geldiğimiz geceyi tekrar yaşıyorduk sohbetlerimizde.. ben : burası çok güzel, ıssız. en son geldiğimizde çok gülmüştük dimi ebru: evet ya düşürmüştün beni hehe ben : sorma ya ellerimiz koptu sen öyle düştün ebru: uzun zamandır yere öyle kapaklanmamıştım. aslında iyi oldu ben : hahaha yağmurda başka güzel gözüküyo burası ebru: evet ya insek mi napsak? coşkuyla söylüyordu ebru bunu. yağmurun coşkusunu arttırdığı, bardaktan boşalırcasına yağdığı o anlarda ikimizde arabadan inmek istiyorduk. onun kıyafeti onu üşütecek kadar kısaydı, bense hasta idim. ben : inelim yaaa özledik bu yağmuru hadi be ebru: ben de inmek istiyorum ama ben : aması ne hadi inelim hadiii ebru: ya ben üşürüm sorun değil ama hastalığın iyice artar sonra boşver ben : ya baksana yağan yağmura, kimse de yok. gel hadi hadi ebru: tamam be inelim hadi eğlenelim azcık. tadını çıkaralım bu yağmurun birbirimize sevgi dolu bakarak indik arabadan.. saçlarımız beraber ıslanmıştı o an. karanlıktı, ıssızdı, gökyüzü ağlıyordu o gece. mükemmel bir atmosfer vardı o akşam… arabadan indiğimde yanıma gelen ebru’ya baktım. beraber yürüdük deniz kenarına onunla. araba 5 metre gerimizde kalmıştı. ıslak saçları, yağmur damlalarının isabet ettiği yüzü o kadar güzeldi ki anlatamam. ebru: offfff üşüdümmmmmmmmm diyerek girdi kollarıma, o an sarmaladım onu. kollarımın arasına alıp üşümesini engellemeye çalışmıştım. yağmur delicesine yağarken, kafamıza düşen sert cisimlerle bağrıştık. evet dolu yağıyordu. ah kafammmmm sesleri deniz dalgalarını hareketlendirmişti. ebru gülerek ve kahkaha atarak ebru: arabaya gidelim kafam acıdııııııı ben : hayır bu çok güzel ebru: senin için güzel ama kafam acıyooo ben : hadi geçen seferki oyunu oynayalım yağmurun deli gibi yağdığı o an bağırarak konuşuyoduk birbirimize. kafamıza isabet eden dolu parçacıkları yeri göğü inletiyordu adeta.. ebru: gene mi düşürceksin beniiiiiiii ben : hadi oynayalım bu sefer düşürmem söz ebru: iyi çek hadi beni deli gibi koşmaya başlamıştık yağmurun altında. ikimiz de çılgınlar gibi bağırıyoduk. ıslak ellerini denizin etrafında tutarak çekiyordum ebru’yu kendime. bu mükemmel bir duyguydu. arkaya baktığımda iyiden iyiye üşüdüğü belli olan ebru’yu çekmeyi bıraktım ve tekrar sarıldım. ebru üşümesi ile karanlık deniz dalgalarını titretiyodu adeta… ebru: üşüyorummmmmmm ben : bendeee, sarıl bana ebru: tamammmmmm sarıldı bana. ellerini sırtımda kavuşturdu.. bende ona sarıldım sımsıkı. yağmur gökten boşalırken, kollarımın arasında olan ebru ile gökyüzüne bakıp yüzümüze çarpan doluya meydan okuyorduk .. ikimizde o an gökyüzüne bakıyoduk, kafamızı gökyüzünden aşağı indirsek artık dib dibe göz göze olacaktık ve öyle de oldu.. kafamı gökyüzünden ilk ben indirmiştim. bana sarmaşık vaziyette duran ebru’ya bakıyordum o an. saçları ve yüzü bir hayli ıslaktı. dudaklarını açmış, içine yağmur girmesini sağlıyordu. dudakları bir hayli ıslaktı, öpmek için bana bakmasını bekliyordum artık.. kafasını gökyüzünden indirdi ve bana doğru yöneltti.. ıslak yüzüne, parlak gözlerine çok cesur bakıyordum. adeta gözlerim anlatıyodu ona birazdan olacakları. onun gözleri de masum değildi. heyecanlı, parlak ve yaramaz bir kız çocuğu gibi.. ikimizinde elleri birbirimizin belinde idi, gözlerimiz gözlerimizde. her ne olursa olsun öpücüğü konduracaktım ıslak dudaklarına o an…

35

dudaklarımız çok yakındı o an birbirimize. dolu yerini yağmura bırakmıştı, en azından kafamız acımıyordu. ebru o fazla kısa kıyafeti ile sırılsıklam olmuştu. teni yağmur suları ile başka bir hal almıştı. ıslak dudaklarını öpmek için ilk önce yanağını öpüp onu test etmem gerekirdi. kendimi hep o ana motive ediyordum fakat o an geldiğinde bir türlü cesaret edemiyordum. gözlerime bakan ebrunun yanağına öpücüğü o an kondurmuştum. bu öpücük diğer öpücüklere göre farklıydı.. ebru’nun ıslak yanaklarına dudaklarımı birleştirmeden öpücük atmıştım. bu masum bir öpücük değildi.. onu öptükten sonra dudaklarım kulaklarının dibinde idi. korkuyodum bana kızabilir diye.. içimdeki endişe ebru’nun ellerini sırtımdan çekmemesi ile kalkmıştı. ebru bu öpücükten rahatsız değildi. nefesim ebru’nun kulaklarında idi bu sefer. ebru’nun yanağını öptükten sonra kafamı geriye atmadım.. ebru ile göz göze gelemememiştim o an ebru’yu gerçekten hissetmiştim. dudaklarımı güzel yanaklarında gezdirdim.. ebru’nun yanaklarındaki yağmur damlaları dudaklarımı sarmış, ıslak dudakları ile beni bekleyen ebru’ya karşı benide bir hayli ıslak yapmıştı… dudaklarımın yanaklarında gezen ebru sanki koşmuş ve yorulmuş gibi soluk soluğa bir ses tonuyla, ebru: ne yapıyosun ben : tatlı olduğunda öpmek serbestti ebru: sen öpmüyosun ben : ya napıyorum normal bir konuşma değildi bu.. soluk soluğa kalmış nefesine yenik düşmüş bir insanın konuşma şekliydi, kısıktı seslerimiz. hani yapmaman gereken birşey vardır fakat canın deli gibi çeker. ebru da o gece istiyordu bu öpücüğü, ihtiraslı ses tonu her şeyi anlatıyordu.. ebru: bilmiyorum ama öpme değil bu, iyi değil bu ben : bence çok iyi ebru: yapma istekli ses tonuyla söylüyordu bunu.. deli gibi istediğini kendi de biliyordu halbuki. tüm bu diyaloglarımız devam ederken ebru’nun yanaklarına konuşuyordum adeta. ebru hala çekmemişti ellerini üzerimden.. ebru’nun kulağına doğru fısıldıyodum cevaplarımı. ben : neden ebru: bilmiyorum ben : çok mu birşey istiyorum? ebru: bilmiyorum ben : tatlı olunca öpmek serbestti hani? ebru: şuan tatlı mıyım? ben : hiç olmadığ kadar.. ebru: yapma ben : neden ebru: bilmiyorum, sana karşı koyamamaktan korkuyorum yapma ben : ben bunu istiyorum ebru. ebru: bu doğru mu bilmiyorum ama yanlış değil onun lafına cevap vermedim.. öptüm tekrar yanaklarını, nefesimi kulaklarında gezdirdim. iyice sarmıştım ellerimle belini, artık öpmeye başlamıştım ince boynunu. o kadar yumuşaktı ki… yağmur suları götürememişti güzel kokusunu. öpüyordum artık ıslak bedenini. ebru: yeter, çok öptün ben : doyamıyorum ebru: seni öpmekten korkuyorum ben : korkma ebru: zamanı değil ben : tam zamanı bence artık ebru bastırmak istediği duygularına hakim olamıyordu. ellerini saçlarımın arkasına atıp okşuyor kendinden geçilmiş bir şekilde öpülmeyi kabulleniyordu. tek eksiği karşılık vermemesiydi. yanakları ve boynunda gezen dudaklarım, yağmurun altında ıslanan bedenim.. ebru’nun bu istekli tavırları yerimden çıkacak gibi olan kalbimi daha da hızlı attırmayı sağlamıştı. bu nasıl bir tatlı heyecandı böyle. keşke bütün heyecanlar böyle olsa… evet tam zamanıydı. delicesine yağan yağmur, kimsenin olmadığı ıssız sahil, ebru ve ben.. tam zamanıydı .. o an olmayacaktı da ne zaman olacaktı.. dudaklarımı yanaklarından çekip kafamı geriye attığımda tekrar göz göze geldik. ikimizinde gözleri kısıktı, çılgınca şakırdayan yağmurun altında bir çılgınlık yapmak için dudaklarımı dudaklarını yanaştırdım ebru’nun.. bir anda olmadı bu, yavaş yavaş yaklaştım dudaklarına.. çekmedi dudaklarını, itmedi beni.. öpülmeyi bekliyordu artık o da. ona iyice yaklaştığımda, ebru’nun güzel kokusu ve denizden gelen yosun kokusuna bir de yağmurun etkisiyle toprak kokusu karışmıştı. ebru’nun gözlerine baktığımda yağmurun etkisiyle kısılan gözleri artık kapanmıştı. kapadım gözlerimi ve dokundum dudaklarına. ıslak alt dudağını fazla ateşli olmamakla beraber fazla masum olmayan bir öpücük kondurmuştum. öptükten sonra 5 cm kadar geri çektim dudaklarımı. tadını almıştım, bir hayli tatlıydı ebru’nun dudakları .. ebru’nun gözlerine baktığımda tekrar kapalı olduğunu gördüm. öptükten sonra dudaklarını kapamıştı ebru. kapalı dudaklarına bir kez daha masum bir öpücük kondurmak istedim…

36

bunu yapmak için yanaştım dudaklarına. müthiş bir duyguydu bu, daha önceki öpüşmelerime benzemiyordu. 15 saniye kadar dudaklarımız dudaklarımızda idi. çok tatlıydı, tarifsizdi bu mutluluk. onun tadından çekilirken, gene kapalıydı gözlerim. kafa kafa idik o an. sanki yağmurun ıslattığı yüzlerimizi korumak için saçlarımızla sur örmüştük.. minnettardım o gece yağan yağmura, ebru’nun dudaklarını ve tenini sırılsıklam yapan yağmura. iliğime kadar ısıtmıştı beni soğuk yağmur tanecikleri.. 1 dakika kadar kafa kafaya ve sarmaşık halde durduk onla. o kadar sessizdi ki ortam, o kadar ıssızdı ki.. sessizlikte bir başka güzel duyuluyordu yağmurun sesi. ne bir araba kornası, ne bir esnaf sesi, ne bir adım sesi vardı o an. 1 dakika sonra çektim başımı ebru’nun başından. gözlerinin içine baktığımda kısık gözleri ile yere bakıyordu… hani anlatmıştım ya, çok moderndi ebru ben gibi asosyal değildi.. ama kadındı ve galiba utanmıştı o an… o an umrumda değildi ebru.. o an umrumda olan tek şey onun bana verdiği mutluluktu. uçma hissi vardı, yağmurun altında koşma hissi vardı, denizin en başına gidip içine düşecekmişim gibi ürkmek vardı. tüm bunları niye yapmasaydım? o an yere bakan ebru’nun yanından sıyrılarak denizin başına gitim ve karanlıkla birleşen denizin üstüne düşen yağmur damlacıklarını bir de orda dinleyeyim dedim. o kadar coşkuluydum ki anlatamam. ebru o gece orda olmasa idi gökyüzüne bakarak avazım çıktığı kadar bağırabilirdim. bunu şimdi de yapabilirdim aslında fakat ebru beni delirmiş sanar korkabilirdi. kollarımı birbirime bağladım ve altında sıçana döndüğümüz yağmura inat denizi izliyordum. kafamı ebru’ya çevirdiğimde bana bakar halde idi. ıslak, yorgun, gecenin karanlığını örten sarı saçları ile.. günler geçsin, haftalar geçsin, aylar geçsin, yıllar geçsin üzerinden bu kalp o anı unutur mu? asla .. ilkokulda kollarını kavuşturup dersi iyi dinleyen ve hocanın gözüne girebilmek için uslu uslu hocanın gözüne bakan bir çocuk gibi bakıyordum ebru’ya. şimdi utanma sırası bende idi. gözlerine bakıyordum ama tek bir kelime bile etmiyordum.. yağmurun altında ikimizinde şaftı kaymıştı, çok komik görünüyoduk ama o kesin … ebru: istediğini aldın diye mi uzaklaştın? ben : denize düşen yağmuru izlemek için ebru: burdakinden farkı ne? ben : gel beraber izleyelim yağmurun oluşturduğu küçük göletcikleri aşarak geçti ebru. kollarını ben gibi kavuşturmuştu o da. benim üşüdüğüm ısıda onun üşümemesi mucize olurdu heralde. çünkü onun kıyafeti çok açıktı, benim sözüme güverenerek çıkarmamıştı kıyafetini ebru.. yanıma gelip gözlerini denize çevirdi. beraber karanlık denize düşen yağmuru dinliyorduk, az önce coşan ruhlarımızı doğanın güzelliği ile terapi ediyorduk adeta.. artık öpmüştüm onu fakat niye ilk hamleyi ben yapmıştım? günden güne agresif ruh halimi, konuşmayı değil konuşmamayı seven dilimi, kızlara yavşayamayan düzlüğümü, sadeliğimi.. tüm bunları toplarsak özümü kaybediyordum ebru için. tüm bunları düşünürken çekip gitmek istedim oradan.. eski beni özledim o gece.. daha önce kızlara yavşayan, onların egosunu tatmin eden hiyarlari eleştirirdim, sevmezdim.. peki ya ben ne yapıyordum şimdi? bu olumsuzluklarla meşgul ediyordum beynimi, 2 dakika sessizce bekledik öyle. daha sonra ebru’nun sözü ile sessizlik bozulmuştu… ebru: arabaya gidiyorum ben içimden bi yuru git demiştim. gene soğukluk girdi kalbime.. niye bozdum özümü? niye yavşadım bu kadar sana? aşkımdan ölüyo olsam bile niye bozdum bu çizgimi? onunla konuşmak istemedim o an yutkunarak kafamı salladım, yüzüne bile bakmamıştım. ebru’nun adım sesleri yanımdan ayrıldığını öğrenmemi sağladı. tüm bu sorular beynimi kurcalarken artık üşüdüğümün farkına vardım ve ebru’nun arkasından arabaya doğru yol aldım. arabanın camına bile bakmadım, ebru’nun yüzünü görmek istemiyordum o an, ilk defa karşı cinse bu kadar yavşadığımı düşünerek ezilmiş duygusunu büsbütün içimde hissetmiştim.. bozucam bu kadını, fazla yavşadım ezik gibi.. görürsün sen ebru diyerek gittim arabaya içimden. sert davranacaktım sözde, arabaya girip yüzünü görene kadar. sert surat ifademi arabaya bindiğimde ebru’yu görmemle bozmuştum. hemen kafamı çevirdim, üşüyordu ebru. kendine sarılmış yanaklarını şişirerek, dudaklarını büzerek nefes vermeye çalışıyordu… yolun yarısında ne o ne ben konuşuyorduk. ortamdaki soğuk atmosferi bir nebze ısıtmak için radyoyu açtım. slov bir yabancı parça çalıyodu, değiştirdim.. ebru: niye değiştirdin güzeldi cevap vermeden tekrar açtım o kanalı. ebru: neden susuyosun? ben : şarkıyı dinliyorum ebru: iyi dinle, konuşma ben : tamam ebru: niye bu kadar şaşkınlaştın? ben : doğal değil mi? ebru: deminki olayın etkisindesin heralde ufak bir tebessümle karşılamıştım sözünü.. bana bu kadar iyilik yapan kadına 2-3 güzel söz söyledik kötü müydü yani? ebru’nun evinin önüne gelmiştik artık, tüm bu karışık duygular onun evine girmek istememi sağladı.. ebru: park etmicek misin? ben : geç oldu gideyim ben ebru: hani içeri gitmeden gitmicektin? ben : biraz fazla oyalandık, üstüm yaş hastalığım azmasın ebru: bişeyler ayarlarız gel sen ben : yok valla ben gideyim ebru: bugünkü 2. yalanın ya, hem arabadan inmicem deyip beni indirdin deli gibi ıslattın, şimdi de gidiyosun ben : ama geç oldu ebru: ya olsun. evde merak edenin mi var? ben : yooo ebru: o zaman parket şu arabayı daha fazla deli etme beni ben : tamam sen in, biraz uzağa parkedip geleyim ebru: bak gelmessen fena olur ben : yok öyle birşey olmaz parkedip gelirim ama fazla durmam ebru: bişeyler içeriz, aman sen de ya ben : tamam hadi sen inekoy ebru: iyi fazla uzağa parketme hemen gel ebru eve giderken hislerimi değil ebru’nun kalbini kırmıştım. o an gitmek istemedim onun evine. birkaç dakika önce ona söz veren ben, o gece ona 3. kez yalan atıp eve gittim. dakikalar sonra ebru aradı, cevaplamadım. durmadı üst üste 3 kere aramaya başlayınca açmak zorunda çaldım telefonu, babam gene yoktu ortalarda.. ebru bir hayli öfkeli idi.

37

eve girdiğimde babam ortalarda yoktu gene.. sırılsıklam olan üstümü değiştirip kurulandıktan sonra açabildim ancak ebru’dan gelen telefonu. aslında açmayacaktım ya, iyice ayıp etmeyeyim dedim içimden. öfkeliydi, kızgındı baya baya tehlikeliydi ebru. o güne kadar hiç ebru’dan bu kadar laf yememiştim.. işte aramızda geçen diyaloglar.. telefonu açtım, alo bile diyemedim. biliyordum çünkü ebru’yu o gece bildiğin ekmiştim. ebru: konuşmazsın dimi? senin bu yaptığın neydi şimdi? senin sözün bu kadar mı? sıralamıştı bu soruları. canım istemedi diyemiyordum ona.. o devam ediyordu ebru: ama sen söylemiştin, ben zorladım diye gelicem dedin. ben üstelediğimde tekrar gelmicem diyebilirdin. emin ol bu kadar kırılmazdım.. ben : bak haklısın. ama senin orada hangi kıyafeti giyebilirdim ki? ebru: biliyo musun? hep gözüme masum geldiğin için bağlıydım sana. ama bu gece attığın yalanlarla o kadar da masum değilmiş dedim içimden ben : kırılcağını düşündüm özür dilerim ebru: yeterince kırıldım iyi geceler ebru’nun iyi geceler dilekleri gecemi kötü geçirecek gibiydi.. çünkü ebru o gece epey gücenmişti bana, baya kırılmıştı. saate baktığımda 12 yi geçtiğini gördüm. 2 gündür eve uğramayan babamı merak ettim, telefonunu aradım açmadı. babam benim telefonumu açmazdı zaten. ya duymazdı, ya da çapkınlık dakikalarında aradığım için bakmazdı bile.. en iyisi burağı arayıp ne olup bittiğini öğrenmekti. burağı aradım ve nasılsın, iyimisin muhabbetinden sonra konuyu babama ve iş yerine getirmiştim.. ben : ee babam ne yapıyor bu aralar? burak: benden duymuş olma ama bi işler karıştırıyo gibi ben : nasıl yani? burak: ya bilmiyorum işte, farklı farklı adamlar geliyo yanına. ben : onun yanına hep farklı insanlar gelmez mi zaten? burak: bunlar başka abi, tehlikeli adamlar gibi ben : nerden anladın? burak: cebinde silahla geziyolar bak benden duymuş olma ben : tamam rahat ol ya benden sır çıkmaz başka ne biliyosun burak: bu kadar işte. ben : babamı kadınlarla görüyon mu? burak: o ebru yengeyi getiriyodu, onunla kavga edip ayrıldıklarından sonra hiç görmedim ben : evet ayrıldılar onaylamıştım burağa ayrıldıklarını.. sanki burak herşeyi biliyordu da ona bir şeyleri açıklıyomuş gibi. ebru ile babamın ayrılmış olması ebru’ya olan bağlarımı delicesine güçlendirmişti.. o sözümden sonra burağın lafları kafamda soru işaretleri bırakmıştı… burak: boşver ya iyi olmuş ben : neden? burak: fazla tekin değildi o kadın ben : nasıl yani? burak: boşver ben : ne boşver abi? söyle işte. burak: ya havalıydı, yukardan bakıyodu bize. ben : bu kadar mı yani? burak: ya değil de aga gugu güve geve burak lafı gevelemeye başlamıştı, üstüne gittim ben : sen onun hakkında ne biliyorsun? burak: birşey bildiğim yok ben : doğruyu söyle burak: ya oğlum boşver kapat konuyu niye o kadını konuşuyoz biz ben : merak ettim söyle işte burak: ya oğlum ben birşey bilmiyorum, öyle böyle bişey diyolardı işte ben : ne diyolar? burak: yahu sadece havalı olduğu için pek sevmiyoduk ben : he tamam. vs vs. o gece burakla konuşmamızda burak ve babamın elemanlarının ebru’yu sevmeme nedeninin onun havalı olmasından kaynaklanması umrumda değildi. eve ebru alımlı ve güzel bir kadındı, önüne gelene yüz verse hemen asılırlardı babamın elemanları. ebru’nun kendine has tavrı aslında benim karakterime fazlasıyla uyuyordu. havalı kadınlara bir başka ilgi duyardım ben . burağın o sözlerinden sonra ebru’ya yaptığım aptallık yüzünden pişman oldum.. içimden ebru’yu arama hissi oluşmuştu, korkulacak birşey yoktu. tekrar ebru’nun telefonunu aramaya karar verdim.. tam ebru’nun üzerine gelip yeşil arama tuşuna bastığımda vazgeçtim ve hemen kapadım…

38

ebru’yu arasam mı aramasam mı diye düşünürken avcumun içinde bulunan telefonum çalmaya başladı. ebru sanmıştım, büyük bir heyecanla baktım telefonumun ekranına. rehberimde kayıtlı olmaya bir numaraydı bu.. rehberimdek ayıtlı olmayan telefonları açmayı sevmezdim, çünkü yanlış arayan insanlara kim olduğumu ıspatlamak zorunda değildim. 2. kez çaldı 3.kez çaldı .. her telefon çalışında ebru arıyor diye mutlu oluyodum ki 4. kez çalışında gene aynı numarayı gördüm. telefonu açtığımda, bir adamın aptalca sözleriyle karşılaştım.. telefondaki adam: babanın nasıl biri olduğunu öğrenmek istiyor musun? ben : ne? adam : … caddesinde … mekanını biliyo musun? ben : hayır adam : iyi o zaman, babanın nasıl bir insan olduğunu öğrenemiceksin çatttttttttt, kapatmıştı telefonu yüzüme.. hiç düşünmedim, az önce konuştuğum burağı tekrar aradım ve adresi sordum… burağa adresi sorduğumda, oranın bize çok uzak olduğunu hatta kerhane sokağı olarak da bilindiğini söyledi. ordaki eğlence mekanlarının halka genelev gibi olduğunu söyleyen burağa o adrese ve telefondaki adamın söylediği mekana gitmemiz gerektiğini söyledim. burak neyin olup olmadığını anlamaya çalışırken her şeyi anlatıverdim 1 dk da ona.. burak durumu anlayınca ”beni evden al, ben seni götürürüm” cevabı ile o gece nelerin olup olmadığını anlamamı sağlamaya çalışacak olduğunu kanıtlamıştı. hiç beklemeden çıktım evden, hemen burağı alıp yola koyulduk. yaklaşık yarım saat 40 dakika sonra adamın verdiği caddeye geldik, sokakta öpüşeni mi ararsın, yiysen mi.. sıra o mekanı bulmaya gelmişti.. sorduk soruşturduk bulduk mekanı. içeri gizli girmeyi tercih ettim, kendimi o an bir dedektif gibi hissetmiştim. babamın gerçek yüzünü disko gibi bir eğlence mekanında mı görecektim. kafam çok karıştı, burakla beraber içeri girdik… aslında o gece kulübünde çok şey görmüştüm ama bizi ilgilendiren kısmına geçicem. bir köşede babam ve yanında 4 adam, onların yanında 10 kadar mini etekli kadın vardı. köşeden burakla babamı izliyoduk. adamlarla konuşuyordu.. babamın yanında bir adam daha vardı diğer 2 adamla konuşuyolardı. babamın üzerindekileri daha öne hiç görmemiştim, çok cafcaflı egzotik bir kıyafet vardı. eve gelmediği zamanlar farklı bir evde kaldığını biliyodum zaten. babamın karşısındaki iki adam babama ve diğer adama para verdikten sonra kadınlarla sarmaşlı dolaşlı olarak bizim yeni girip, önünde olanları izlediğimiz çıkış kapısına doğru yöneldiler. onların olduğu yerden bizim oraya yaklaşık 20 metre vardı. adamlar gelirken burağa çıkalım dedim.. çıkalım dedim çünkü görülecek fazla birşey yoktu. göreceğimi görmüştüm o an, olanlara burakta şahit olmuştu. mekandan çıktığımızda derin bir sessizlik bürümüştü beni, arabaya gidene kadar tek bir laf etmedik burakla… o da anlamıştı, benim babam yani onun patronu kadın satıyordu ya da kiralıyordu. arabaya bindiğimizde gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. aslında kafama fazla takmıyodum ama son zamanlarda kendime yakın gördüğüm babamı o halde görmek ve en yakın arkadaşımın olanlara şahit olması ister istemez üzmüştü beni… burak beni eğlendirmek için espri yapmıyordu. burak çok ciddi bir arkadaştı, onun da suratından efkar akıyordu o gece. burağı bunun için sevmiştim, bunun için kardeş bellemiştim. öyle ciddiydi ki, tek bir laf etmedi. ebru o gece posta koymuş küsmüştü, babam artık gözümde sıfırdı, o gece tek yoldaşım vardı. yanımda oturan, hiçbir şeyi kurcalamayan, sessizliğini koruyan burak.. radyoyu açtığımda efkarlı slov bir şarkı çalıyordu, şarkının verdiği gazla burağa ilk lafı ben attım. ben : yaa işte böyle burak kafamı burağa çevirdiğimde dalgın dalgın arabanın camından dışarı bakıyordu. ben : sen neyi düşünüyorsun ? burak: bilmem ben : aşık mı oldun yoksa derdin mi var? burak: kendi derdini unutup benimkinimi sarcan be X ben : tekel var mı lan burda sen bilirsin burak: napcan ben : böyle gecede napılır? burak: buluruz kardeşim.. o da efkarlıydı, onun da başka bir dünyası vardı . onun derdi tasası para idi belki. tıpkı babamın yanına gelmeden önce bizde olan dert tasa gibi.. tekel bulduk ve saatin 1 i geçtiği, yağmurun artık durduğu, gece yarısının verdiği duygusallıkla en yakın sahilde içip dertleşmeye başladık… ben : anlat bakalım senin niye moralin bozuk? burak: ya sana anlatmadım, bir kız vardı ben : eeeee burak: pastanede çalışıyodu, arada bişey alıyodum işte 1 aydır. ben : eeee burak: bu kızla çıkıyoduk işte, salak gibi hemen aşık oldum ben : o kızla çıktığın zamanlarda bizim evde yollu hallettin ama hehe burak: kardeşim o farklı bu farklı. son zamanlarda kısa sürede bağlanmıştım ben : ee ne oldu? burak: bu kız benle olmak istediğini söyledi, mutlu oldum ben : bunun için mi efkarlısın? burak: yok ya, ilk defa değil mi diye sordum kıza, hayır dedi ben : ne sandın ya burak: hiç düzgün kız yok mu bu lanet yerde ya ben : ondan sonra ne oldu? burak: kıza bişey diyemedim ama benim için bitti ben : hayırlısı ya bosver o gece derin derin dertleştikten sonra kafayı hafif bulmuş halde yola koyulduk tekrar. gene karanlık ara sokaklarını tercih etmiştim, bizim evi geçip turizm bakımından fazla gelişmiş fakat bazı sokaklarının tehlikeli olduğu bu şehirde macera yapmak istedim. sokak köpeklerinin fazla bulunduğu tarla gibi yere araba ile girdim ve ortasında arabayı durdurdum. ordaki köpekler arabanın başına toparlanır, insanı fena korkuturlardı. buna daha önce bizzat kendim gündüz saatlerinde şahit olmuştum. o gece burağı korkuttuktan sonra eve koydum fakat olan gene bana ve köpeğe olmuştu. o gece gene bir köpek çarpmıştım ve artık arabanın boyası benim gibi acemi şöförü kaldıramıyordu. arabada yer yer çizikler hatta çok fazla çizikler dikkat çekiyodu. yorgun geçen geceden sonra ebru’yu öpmüş olmama sevinemedim bile. değişken ruh halime savaş açtım, ebru’nun kalbini kırdım diyerek kendime kızdım… babamı fazla düşünmüyordum, aklımda olan şey beni telefonda kimin aradığı idi. onu da bosver ederek o gece derin bir uykuya daldım… sabah olduğunda uyanır uyanmaz yaptığım ilk iş ebru’ya mesaj çekmek oldu. dün gece yaptığım hareketin, o anki ruh halime uyduğu için olduğunu ve çok pişman olduğumu yazdım ebru’ya.. o öpücüğün benim için çok değerli olduğunu ve beni o gece dengesiz yaptığını fakat sonra onu kırdığım için çok pişman olduğumu söyledim. artık ondan gelen mesajı veya aramayı bekliyordum. nitekim ben ebru’yu aramaya cesaret edememiştim dünkü kızgınlığından sonra. kahvaltı yaptım o sırada telefonun ötmesini bekledim, ötmedi. bir ara sinirlendim ve telefonu içeri koydum. kahvaltıyı yapana kadar belirli bir müddet geçer, telefona baktığımda bir mesajla karşılarım belki düşüncesindeydim. o anki hayal kırıklığı, şimdiki kadar acıtmazdı canımı. koydum telefonu diğer odaya, mutfakta kahvaltımı yapmama rağmen epey oyalandım. daha sonra telefonu kontrol etmek için koştum ve mesaj geldiğini görünce uçtum havalara. bu mesajın avea tarafından geldiğini görünce lanet olsun diyerek tekrar koydum telefonu yerine. 1 saat endişe içinde bekledim, o gün geç yatmama rağmen erken kalkmıştım aslında. saat 12 ye doğru ebru’dan beklediğim mesaj geldi…

39

ebru’nun mesajını aynen aktarıyım sizlere ebru: aslına bakarsan farkına vardım. o anı yaşadıktan sonra sendeki değişimi hoşgörü ile karşıladım. kendine gelmeni sağlamak amacıyla evime davet ettim, sen yalan atınca haliyle bozuldum. ama yalnızlığımla boğuştuğum şu günlerde ihtiyacım olan tek şey sensin. bu küslüğü devam ettirmek çok saçma olur, sana ihtiyacım var inan bana.. ebru’nun bu mesajı akşamdan beri yaşadıklarımın etkisiyle volkan gibi olan gönlüme kar gibi serpmişti.. babam ortadan kaybolmadan önce çekmecemi bir hayli parayla doldururdu. o çekmece gene doluydu ağzına kadar.. o çekmecedeki paraları ebru ile yemek istiyordum. onun attığı mesaja karşılık olarak çok sevindiğimi söyledim.. ebru bir sonraki mesajında ise bana ceza kestiğini, onu 1 hafta göremeyeceğimi söyledi. nedenini ise dün gece yaptığım davranış olarak belirledi. beni özlemeye ihtiyacın var diyerek ondan ayrı geçecek 1 haftayı bana kendi söylemişti. onu ikna etmeye çalışsam da başaramadım, artık 1 hafta ebru’suz geçecekti.. o 1 haftalık süreçte gene maceralar bulurdu beni, ebrusuzluğu aratmazdı diye düşünüyordum öyle de oldu… evde tek başıma oturup, alışık olmadığım hareketli hayata dinlenme sözüm vardı. evet o günü evde oturarak geçirdim. müzik dinledim, yatana kadar internette takıldım. bir süre balkona çıkıp insanların hayatla nasıl meşgul olduklarını izledim. özlemiştim sessizliği, sakinliği.. ertesi gün de böyle geçmişti fakat bu sessizlik fırtına öncesi sessizlikti adeta.. 3 günlük sessizlik yerini fırtınaya dönüştürecekti aldığım haberlerle, şahit olduğum olaylarla .. fazla üstelemedim, ona söylemesem de gerçekten onsuzluğa ve onu özlemeye ihtiyacım vardı.. ebru’suz geçen ilk 3 günü sessiz geçirmiştim. o kadar sakindi ki o 3 gün beni rahatsız eden tek şey evimizin karşısındaki satıcı kızın balkona çıktığımda tip tip bana bakması idi. babam eve 1 gün önce gelip yüklü miktarda para bıraktıktan sonra gene ortalardan kaybolmuştu. temmuzun bitmesine az kala geçirdiğim yalnız geceler, güzel yaz ayları bir başka huzurluydu o 3 gün. 3 günün akşamında burak telefonumu arayıp bu gece takılabilir miyiz diye sordu. ona canımın dışarı çıkmak istemediğini, eve gelebilirse takılabileceğimizi söyledim. burak onu tercih etmeyerek, oraya gelene kadar telefonda anlatırım demişi. ona ne anlatacağını sorduğumda ebru ile ilgili olduğunu söyleyince şiddetle ne olduğunu öğrenmek istedim. burak az önce ebru’yu eve giderken şehrin göbeğinde başka bir erkekle sarmaş dolaş gördüğünü söylediğinde ona emin misin diye sormuştum. eminim, eve giderken gördüğünü söylediğinde o an yıkıma uğramıştım sanki. burakla konuşurken sıfıra düşen moralimi belli etmemeye çalıştım.. aslında tam da emin değildim, her ne kadar burak gördüğü kadının ebru olduğunu iddia etse de bu olayı araştırmaya karar verdim… tabiki o an yaptığım tek şey arabaya atlayıp ebru’ya yakın bir yerlerde parkedip, ebru’nun apartmanını gizliden gizliye dikizlemek oldu. apartman kapısı gene boştu.. ilk başta apartman kapısına girmedim, çünkü ebru’yu görmekten korkuyordum. fakat bir süre sonra canım sıkılınca koşarak apartmanın içine girdim ve merdiven basamaklarını parmak ucumda geçtim. o an çok heyecanlıydı, biri höyt dese aklım çıkabilirdi yerimden. apartmanın merdiven boşluğundaki ışığı bile yakmadım. telefonumun ışığı ile ulaştım ebru’nun kapısına. ebru’nun kapısında gördüğüm erkek ayakkabası ile hayal kırıklığının kralını yaşamıştım. fakat duygusal davranmamamın bilinci ile hareket ettim ve hemen o binayı terk ettim. eve doğru giderken düşündüğüm tek şey intikamdı. evet intikam.. artık uydurduğu bahane beni ilgilendirmeyecekti. aşk ve intikam duygusunun karıştığı o anlarda aklımdan geçen şeyler masum değildi doğal olarak. aklımda ebru’yu kullanıp atma düşüncesi yerleşmişti. eve gittim tuhaf bir gece geçirdim, ne yapacağımı düşünerek.. o gece zor da olsa yarını ettim ve icratlara başlamak için, kafamda proje tasarladım… hayır hayır, olamazdı. gene masumdu belki ebru, nerden biliyordum o ayakkabının onunla münasebeti olan bir adamın olduğunu? kanıtım var mıydı? bu soruları soruyodum kendime sürekli, ebru’nun o adamla ilişkisinin olabileceği bile kafamı sikmeye yetiyordu. kendimi enayi gibi hissediyordum, aklımdan kötü şeyler geçiriyodum. o gece ebru’ya olanları söylemiyecektim. çünkü ebru ne cevap verirse versin, onun cevabı beni tatmin etmeyecekti. artık gerçekleri kendim öğrenmek istiyordum. ebru’yu takip etme kararı aldım, onsuz geçecek 4 günde onun evine gidip tekrar kapısının önünde bir ayakkabı olacak mı olmayacak mı diye izlicektim. gene o ana kadar kendimi mutlu etmeye çalıştım. eğer yarın veya başka günlerde ebru’nun kapısına vardığımda yine bir ayakkabı ile karşılaşcak olursam, artık ebru’nun başka biriyle birlikte olduğunu anlayacaktım. ama şuan hiç birşey belli değildi. soğuk kanlı olmak en iyisi idi, sadece bununla da yetinmeyecektim. ebru’nun kapısına vardığımda bir ayakkabı görmesem bile, onunla görüştüğümüzde daha önce hiç elime almadığım telefonuna, bir şekilde el atacaktım. nedeni ise ona gelen mesaj ve çağrılardan haberdar olmak içindi.

40

ertesi gün, tıpkı dünkü gündüz gibi sakin geçmişti.. akşam olduğunda ebru’nun evine gittim ve kapısının önünde sadece kendi ayakkabılarını gördüm.. bu diğer günlere de yayılmıştı. ebrusuz geçen diğer 4 günde ebru’nun kapısının önünde kendinden başka ne ayakkabı gördüm, ne de evlerinin önünde bir araba.. aklımdaki sorular kafamı kurcalıyordu. ebru neden 1 hafta görüşmeyelim dedi? 1 hafta boyunca başka birileri ile mi görüştü? 1 haftanın içinde sadece 1 gün kapısının önünde ayakkabı vardı ve o günün içinde de burak ebru’yu sarmaş dolaş biri ile görmüştü. ben tüm bunları yaşarken 1 hafta boyunca ebru ile sadece 1 kez mesajlaşmıştık. ebru bana mesaj attığında onunla 1 hafta hiç konuşmayacağımı ve onu çok özleyeceğimi söylemiştim. o da ondan sonra bir daha mesaj atmadı. 1 hafta olmuştu artık ağustos ayının girmesine 1-2 gün kala ebru ile görüşmeme süremiz dolmuştu. o günün sonunda ebru’ya dair kafamdaki soru işaretleri o gün onu görmememi istemese de, ebru’nun telefonunu açmak zorundaydım. 1 haftalık süreçten sonra ebru telefonumu çaldırmıştı… o gün ebru ile nasılsın iyi misin muhabbetini bir hayli uzun tutmuştuk. nitekim birbirimizi görmeden geçen 1 haftada konuşulacak çok şey vardı. o telefon konuşmasına dair gelişmelere geçicek olursak; ebru: ee bugün görüşelim mi? ben : bilmem ebru: beni özlemedin mi? ben : bilmem ebru: nAsıl bilmem ya? aslında özlemiştim ama, kafamdaki soru işaretleri ebru’ya karşı sevgi beslemenin her şeye açıklık geldikten sonra devam etmesi gerektiğini söylüyordu. gene de ebru’ya sıcak davranmam gerekirdi çünkü ebru’nun telefonuna ihtiyacım vardı. hemen yavşama pozisyonuna geçtim ben : görüşelim, ben seni çok özledim. ebru: neden öyle dedin o zaman? ben : seni kızdırmak için ebru: akşam gel ben : geleyim ama geç giderim ebru: istersen kalabilirsin evet evde kalmama bile göz yummuştu fakat neyin olup olmadığını anlamak için ebru’ya fazla yakınlaşmamam gerekirdi. o gece ebru’ya gidecektim artık, onu görmek istiyodum.. evet özlemiştim ama başka bir erkekle olup olmadığı düşüncesi saç baş yoldurtuyordu bana.. o gün berbere gidip uzayan saçlarımı kestirdim ve yeni kıyafetler alıp akşamı bekledim… akşam olduğunda yeni aldığım kıyafetleri giyip, son derece bakımlı bir halde dayandım ebru’nun kapısına. saçlarımın yanlarını ve ense tarafını kestirdiğim için uzayan kahkül kısmına dokunmamıştım. o saçları yana yatırıp egzotik bir hal almasını sağladım.. yalnız o gece, her ne kadar öpüşsekte beni bebek gibi gören ve sanki evladıymışım gibi davranan ebru’nun yanında cesur olacaktım. daha çok bir adam tavırları sergileyip onun yanında rahat olduğumu ona hissettirecektim. fırsat bulduğum an da telefonunu kapıp kurcalayacaktım. kapıyı açan ebru da tahmin ettiğimden daha bakımlıydı. altında dar bir kot, üstünde cafcaflı bir kısa kollu vardı. merhalaşıp, naberleştikten sonra o gece ebru’ya moralli gibi davranmaya çalışsam da onu gördükten sonra kalbime düşen hüznü ben biliyordum. bu kadını seviyordum ve onun masum olduğuna inanmak istiyordum. burağın o gün gördüğü bir erkekle samimi kadın, üstüne üslük o gün akşamında kapısının önünde bir erkek ayakkabası olan kadın.. tatlı tatlı yemeğimizi yedik, sofrada geçen tatlı sohbetten sonra gelişen detaylara geçiyorum… yemek masasında geçen diyaloglar her zamanki gibi sıcak, komik ve çokta önemli olmayan konuşmalardı. o güne dair önemli dakikalar yemeği yedikten sonra başlamıştı.. yemeği yiyip içeri geçtiğimizde elimizdeki içeceklerle sohbet etmeye başladık. ebru: özledin mi beni? utanmıyordum artık onun bu sorularına, çünkü tüm bu olayların gerçek olabilme ihtimali içimde derin bir öfke uyandırıyordu. ona karşı çok cesur konuşuyodum, insan sevmediği birine karşı çok daha düşünmeden konuşur hani. yok kırılır mı yok darılır mı demez ya. o kadını seviyordum ama o ihtimal sevgi ve nefreti aynı anda yürütmemi sağlıyordu ben : niye hep bana soruyosun? ebru: neyi? ben : bu tür soruları. sen hiç güzel bişeyler söylemiyosun ebru: sen sormadığın için ben : sorsam söylersin sanki ebru: sormadan söyleyeyim mi? seni çok özledim. şaşırmıştım onun o sözlerine. öyle sevinirdim ki o ihtimal olmasa bu sözlerine. bendeki durgunluğu farketmişti o an. gözüm ebru’nun şarjda olan telefonundaydı. ebru: sevinmedin heralde bu lafıma ben : yoo o nerden çıktı? ebru: niye moralin bozuk o zaman? ben : bilmem ki öyle mi gözüküyo? ebru: uzun süre sonra görüştüğümüz için böylesin heralde, birazdan açılırsın. ben : evet onun etkisi olabilir aklım o telefonda idi. ebru mutfağa da gitse tuvalete de gitse çok kısa sürede nasıl bakabilirdim, nasıl kurcalayabilirdim o telefonu. aklıma o an ebru’yu evden birkaç dakika uzaklaştıracak yalan geldi. eğer ebru ricamı kırmassa o telefon bir süre benimdi… ben : offfff bacağıma kramp girdi ebru: ne oldu ben : bilmem ki çok fena acıyo. ebru: yürü şöyle geçer belki ben : yok uyuştu heralde ebru: haa geçer şimdi ben : eyvahhh ebru: ne oldu ya? ben : ya arabayı iki sokak öteye park ettim, kilitlemeyi unuttum heralde ebru: nereye parkettin ona parkettiğim yeri söyledim ve bacağımın uyuştuğunu söyleyerek, kendisinin arabanın kilitli olup olmadığını kontrol edebilme olasılığı sordum. ebru hemen onaylamıştı ve anahtarı alıp arabaya bakmaya gitti. keşke o ihtimal olmasaydı da öpüp sevseydim bu tatlı kadını, her şeye uyum gösteren bu kadını. içim acıyordu ama o an ebru’nun yokuluğundan faydalanarak telefona bakmam gerekirdi.

41

mesaj kutusu boştu, arama kaydı da taze silinmişti. ihanetin kanıtını bulamamıştım, rehberde gördüğüm farklı numaralarla belirleyemezdim bu durumu. ne yapmalı ne yapmalı diye düşündükten sonra ebru’nun evini gezmeye başladım. yoktu amk hiçbir şey yoktu oracıkta.yeter lan dedim içimden, yok işte hiçbir şey.. o gece tüm istediğimi yapan ebru’ya yakınlaşamamak yakmıkştı zaten içimi. giydiği pantalon ve kısa kollu ile gencecik çıtı pıtı bir kız gibiydi ebru. hani ellerini tutup gezsem sokaklarda yaşıt sanarlardı bizi.. kalbim ve beynim savaşıyordu o gece. kalbim ebru ile güzel bir gece geçirmeyi önerirken, beynim bunun yanlış olduğunu söylüyordu. ebru gelene kadar sürdü bu savaş, savaşın galibi kalbim olmuştu gene. ebru gelince ona çok iyi davranmaya karar verdim, ebru içeri girdiğinde arabanın kilitli olduğunu söylemişti. ona çok teşekkür ederek bacağımın geçtiğini, onunla eğlenceli bir gece geçirebileceğimizi söyledim. gülen yüzüme karşın ebru’nun da morali yerine gelmişti. ebru ne yapbiliriz dedikten sonra gezmeye gidebileceğimizi söyledim. ebru gözlerimin içine bakarak ”benim daha iyi bir fikrim var” dedi. o fikrin ne olduğunu sorduğumda bana doğru geldi ve kollarını omzuma atarak gözlerimin içine bakmaya çalıştı. ooo bu olmamalıydı, hayır olmalıydı. her ne yaşanırsa yaşansın o an gene kalbim deli gibi heyecanlanmıştı. çünkü kötü ihtimaller daha sonucu ulaşmamıştı ve ben o gece de ebru’yu çılgınca seviyordum. utanıp içten içe gülmeye başlayınca ebru bana daha da yaklaştı ve ateşli sohbetimiz başlamış oldu. ebru kollarını omzuma atmışken bende ellerimi cebime sokmuştum, ayakta idik ve çok yakındık birbirimize.. ebru: hayrola çok hoşuna gitti ben : hehehe ebru: utandın mı? ben : hehehe ebru: gülme ben : tamam ebru: o gece utanmamıştın ama ben : haa o gün çok romantik bir ortam vardı ama ebru: bugün ne eksik? ben : yağmur yağmıyo sadece, şimdi de romantik ebru: o gece yaptığını yapsana ne demek istediğini anlıyordum ama sersemce davranıyodum. ben : ne yapayım? ebru: elinin körünü ben : hehehe ebru: sen o gece naptın? ben : seni öptüm ebru: aferin unutmamışsın ben : unutmak mümkün mü ihtiraslı ve arzulu bir gülücük atmıştı ebru. kışkırtıcı ses tonu ve mimiklerinle devam etti ebru: bu gece daha ileriye gidebiliriz ben : mesela? ebru: bilmem her konuda özgürsün, kısıtlama yok, sana kalmış ben : vaay ebru: hala niye bekliyosun? ben : seni ilk adımı ondan beklemiştim ve öyle de oldu. salonun ortasında ellerim cebimde iken ebru dudaklarıma minik fakat fazla ateşli bir öpücük kondurmuştu. o andan sonra ellerimi cebimden çıkardım ve ebru’nun beline dolayarak az önce olan minik öpücüğü bir hayli devasal boyutlara taşıdım. yaklaşık 2 dakika boyunca ayakta boyle kaldik. ebru’nun başkasıyla olabilme ihtimali kafamdan silinmişti o an, sevdiğim kadınla olmanın keyfini çıkarıyordum. bundan önceki ilk öpüşmemizde fazla etkilenmemistim fakat o gece yakınlasmanın fazla ateşli olması nedeniyle ellerimi ebru yaklastirmaya başladım.. guzel vucuduna karsi savunmasizdim, ona yakın olmak bir hayli keyifliydi.. ben kendimden geçmişken ebru beni baştan çıkarmanın verdiği mutlulukla çekti kendini. ben ebru’ya bakarken ebru: işte bunu kastetmiştim. dedi ve tekrar yaklasmaya başladı . artık öpüşme daha çok ilerledi dönüşmüştü. onunla yakın olmak tarifsizdi. 10 dakika kadar sürdü bu durum. öte yandan ebruyla temaz ederken ne denle etkilenen vucuduma hayret ettim. .. tüm bu guzel dakikaların bitmesini istemezken, ebru kendini çekip arkasını dönerek mutfağa doğru gitmeye başladı. ne yapıyor lan bu karı dedim içimden. sap gibi kalmıştım o an.. mutfağa giden ebru’nun arkasından bağırdım ben : ne oldu ya? ebru: biraz daha devam etseydik geceye erken başlıcaktık ben : hayret birşey yaaa ebru: daha gece bitmedi kuşum, az meyve yiyelim gel hadi mutfağa aldırış etmeden mutfağa gittiğimde ebru’nun elma yiyişi ve alaycı gözlerle şeyime bakıyo olması hem sinirimi bozmuş, hem hoşuma gitmişti. iyice arzuluyodum onu böylelikle, ama beni sap gibi bırakması sinirimi bozmuştu. neyse oturdum masaya ve bir tane elma aldım, ebru hala gülerek gözlerimin içine bakıyodu ebru: hahahahahahahahaha yoktu böyle bir kahkaha. elmayı yememle ebru’nun kahkahaları mutfağı çınlattı adeta. ben : ne oldu ya? ebru: yok birşey kusura bakma hhahahahahaa ebru gülmekten konuşamıyordu adeta

42

ben : alay mı ediyosun? ebru: hahahaha ben : he çok komik ebru: geldi elma yiyor ya ben : ne yapmamı bekliyodun? ebru: birşey yapma sen böyle çok doğal ve komiksin ben : senin bu yaptığın ne şimdi ya diyerek gözlerimi ondan çektim ve suratımı asarak elma yiyordum. ebru: sana ne dedim ben? ben : ne dedin? ebru: daha gece bitmedi tamam mı ben : tamam seviyordum bu kadını, gerçekten seviyodum . onun gülüşü beni de ister istemez güldürüyodu. en sonunda bende kahkaha atmaya başlamıştım, onun bu garip hareketlerine. ebru’nun neden güldüğü belli idi zaten. beni sap gibi ortada bıraktığında, kafasını bana çevirip mutfağa giderken ki gördüğü surat ifademe gülüyordu bence ebru.. bir süre sonra kızmıştım, kızgınlığımda gelen deli cesareti gene gelmişti. ebru’nun gözlerine büyük bir hışım ve sertlikle baktım… ben : eğer böyle meyve yiceksek defolup gidicem ebru: ooo beğenmiyor musun? ben : hangi pozisyondan buraya geldik beğenmemi mi bekliyosun? ebru: aynı pozisyona dönelim o zaman ben : bence de sessizlik.. ben : hadi kalksana ebru: her şeyi benden bekleme, gel kaldır . demin sana söylediğim sözler gene geçerli. bu gece her şeyi sen belirliceksin ben : tamam o zaman ebrunun ellerini tutup masadan kaldırdım. ağzında kalan elma taneciklerini yutkunduktan sonra tekrar dayandım ona. bu sefer çok farklıydım . onu kavrayıp kucakladım ve bir müddet öyle yakın kaldiktan sonra, onla buz dolabina yanastik bende ilerlemeyi surduruyordum hızla… yumuşak bir vucut, tıpkı içi saman dolu yastık gibiydi. tadi serbet gibiydi.. dokundum o yastiga, elma kokan sevmli dudaklarına yaklastiktan sonra ebru’nun, huylancagi seyler yapmaya devam ettim. öyle istekliydi ki , nefes sesi kulağımda tatlı bir melodika oluşturmuştu. sanki ben saatlerce zurna dinlemişim de şimdi ufak bir keman solosu dinliyordum. fakat bu yumuşak keman solosuna karşı çok serttim. bir ara ebru’nun şah damarını ısırıp koparmaktan korktum. hani böyle yaş pasta yersiniz ya, ya da çok güzel çikolata. yersiniz yersiniz yutmadan önce ki son anı damaktayken ki lezzeti bir başkadır onun. bizim ebru’da öyle idi işte.. yiyodum, çiğniyodum fakat yutamıyodum. vay be bu nasıl iştir, bu nasıl bir lezzettir? küçükken annemin bana verdiği alman çikolataları bile bu kadar tatlı değildi. ebru’da başka bir kalori vardı hem yaklastikça ona iyice etkiliyordu insanı, sadece elma kokulu dudakla saman yastıklı vucudu mu vardı ebru’da? Baska hazineleride bulmam lazimdi ayva diyemezdik tatli ve guzel vucuduna. ayvanın tadı ekşiydi, ebru’nun vucudu baskaydi o tsortun ustunden.. tarifsizdi herseyi. . hazineleri keşfettikten sonra ellerimi dahada cok kullanır oldum. .. . tamam bir süre böyle devam edebiliriz ama belim çıkabilir endişesiyle tekrar kucağımdan indirdim ebru’yu. ebru şişman değildi fit vücudu vardı, zayıf gözüküyordu ama ağırdı. bu onun vücudunun bir et yığınından çok kaslı olduğunu gösteriyordu. o gece sadece bu kadarla mı yetincektim? tabiki hayır . bazi giysilerini cikarmaya yeltendim. ebru hiçbir tepki vermedi. t shirtü çıkarır çıkarmaz gene parfüm kokuları harikalar diyarına ışınlanmamı sağladı. **********************Bazi yerleri atlamam gerekti ****************************** artık bu seviyedeki yakınlıktan sıkılmıştım ve kaşlarımı çatarak ebru’nun suratına baktım ve demin neden böyle birşey yaptğını sordum…

43

ben : neden çıkarmamı istemiyorsun? ebru: çok ileri gidiyoruz ben : herşey benim istediğim gibi olcaktı hani ebru:olmuyor mu ha? bu lafı söyledikten sonra kafa atıcakmış gibi bir anda suratıma doğru yüzünü yaklaştırdı .. yakınlasma sırasında nefes payı verirken, aynı zamanda da gelecek dakikalarla ilgili ipucu alma derdindeydim. o günü mal gibi saatlerce bu halde mi geçirecektik yani? .. evde mal mal oturmaktan iyidir ebru ile tutkulu bi sekilde yakınlasmak. fakat insan dakikalar geçtikçe daha ateşli bir şeyler istiyor. iyice etkilendikten sonra ebru ile çok cesur konuşmaya başlamıştım. ben : çıkarmama izin ver ebru: nedennnnnn *************************Bazi yerleri atlamam gerekti********************* oyle tatlı öyle huzurlu uyuyorduki bir ara ısırasım geldi gene. ama ben rahat uyuyamadığım için seçmiştim salonu. o gecenin verdiği huzur gönlümde tarifsiz coşkular doğurmuştu. güne onunla başlamak, onunla kahvaltı yapmak güzeldi. o gün gene öğlene kadar beraber takıldıktan sonra gitmek istesem de ebru beni salmıyordu. ebru bana iyiden iyiye bağlanmıştı. aslında bu durum hoşuma da gidiyodu. o gün tüm gün ebru ile koklaştık. tıpkı bir önceki gün gibi süper dakikalar geçirdikten sonra ebru’nun yanından akşam ayrıldım. eve giderken öyle mutluydum ki, beşiktaş şampiyonlar ligi kupasını alsa ancak bu kadar sevinirdim. , agalar galiba o gün çok mutluydum… öpüşmeli , kavgalı gürültülü eğlenceli temmuz ayını geride bıraktık. 2011 temmuz ayı nefes aldığım sürece hep hatırlayacağım bir aydır.. galiba 1 ağustos 2011, .. ağustos’un 1′i babam evde, ebru’yu öpüp koklamışım keyfim yerinde.. balkon sefası gerek bugün az balkonda oturup güneşi izlemek gerek. sokakta yürüyen insanlara sırıtmak gerek, bazen tuhaf hareketler gerek.. babam o gün evdeydi, onunla havadan sudan konuşmuştuk sadece. o gün balkona çıktığımda bizim satıcı kızın tip tip bakışlarıyla karşılaştım gene. tip tip diyorum da ben de çok soğuk bir insandın lan, bakmayın böyle sempatik takıldığıma. birbirimize tip tip bakarken içimden gülmek geldi ve bana bakan satıcı kıza gülmeye başladım, ama bu kız kesen uyuz gülüşü değil bildiğin şaban gibi gülmekti. kız dudaklarını burun deliklerinin yanına çekerek, bana tiskenir gibi baktıktan sonra suratını çevirmişti. suratını çevirirken ağzını kıpırdatmış muhtemelen bana klasik türk kızı laflarından birini söylemişti. geri zekalı falan işte. bana geri zekalı diyen bu kızın zekasının ileri olduğunu söyleyemem, gerçekten o kızın nasıl bi ruh hastası olduğunu anlamamıştım.. bir insanın suratı sürekli asık olur mu ? tamam asık olur ama bu kadar mı muşmula olur. o kıza farklı bakıyodum , bazı zamanlar bizim ruh hastası napıyo diye balkona çıkıp onu görür içeri girerdim. gözlerimi ondan çektiğim halde başka yerlere bakıp içten içe gülüyodum, kafamı çevirip kıza baktığımda tekrar bana öfke dolu bakıyodu. bu kızın benimle derdi neydi? beni zengin cıcugu olarak gördüğü için nefret besliyodu bence. neyse amk masum masum etrafı inceledikten sonra tekrar ona bakınca bana bakan bu zilli balkona doğru bağırmaya başladı satıcı kız: ne bakıyosun ya niye gülüyosun salak mısın sen? ben : sen niye bakıyon? satıcı kız: bakışlarından rahatsız olduğum için komik olan nedir? ben : ya bi git bak işine hadi satıcı kız: bana bak sen çok olmaya başladın bağırmaya başladı lan bu, vay çirkef kız kısmına yüz verince bitarafi tavan oluyo tabi. ezilir miyim o zillinin altında, yeterdi ona tanıdığım prim artık sertleşmeye başladım ben : ben sana naptım ya? satıcı kız: kapa çeneni ben : ee bi sus ya, kendi balkonuma çıkarken sana mı sorcam satıcı kız: sen sus geri zekalı balkona doğru köpek gibi ürüyen bu kızın sesini dükkandan biri duymadığına göre, bizim zilli zarife dükkanda yalnız olduğundan o kadar avazı çıktığı kadar bağırıyodu. onun cırtlak sesi kulaklarımı cinlatmisti, paralel hattan beynimi de halletmisti. bunun gibi kızlar şiddeti hakkediyodu çene bağına ediyim dedim içimden içeri girdim. babam: noluyo lan gene niye bağırıyon ben : yok bişey baba ya şu dükkandaki kız bana taktı babam: sorun ne? ben : sorun yok ya o kız rahatsız mı baba sen bilirsin babam: ben nerden bileyim lan bulaşma millete küçük belaları es geç, başımızda büyük belalar var ben : ne belası ya? babam: geçen bize saldıran lavukları perişan ettim, hey yavrum hey senin baban mafya gibi adam istediğine ahkam kesiyo babam bir yandan kendini övüyor, bir yandan da dışarı çıkmak için hazırlanıyodu. evde daima hazır yemekler olurdu . zaten 2-3 tane yemek yapmayı biliyodum onları yiyodum sürekli babam yokken. git baba git sen yokken ebru var, o daha güzel .. hoşgeldin ağustos, hoşgeldin gürültünle tasanla. temmuzu aratma bana alıştı asosyal çocuk olaylara. meğer asosyallik 3 gün üst üste evden çıkıp çılgınlık yapınca biten bir hastalıkmış. vay be ne kadar büyütenler var bu durumu. yalnızlık gibisi yok, gene de tercih ederim yalnızlığı süper bir hayata… ebru ile 2 gündür mesajlaşıyoduk ara ara, görüşmüyoduk ama. her gün görüşmek anlamsızdı zaten, her ne kadar umursamamaya çalışsam da canımı yakan bi durum vardı. bu ebru ne b*k yiyordu da kapısının önünde erkek pabucu vardı. bazen umrumda değil diyodum, bazen epey kafamı yoruyodum. çünkü bazen çok seviyordum ebru’yu, e bazen de hiç sevmiyodum. ne tuhaf duygularım vardı lan benim, ne dengesiz düşüncelerim vardı.. galiba hala çocuktum, bu aşk beni olması gerekenden daha fazla olgun kılsa da dengesiz ve tutarsız düşüncelerimi olgunlaştıramamıştı daha. babam da 40 ından sonra mafyalığa soyunmuştu, ne değişik bir adamdı bu babam. ona çekmiş olmalıydı bu dengesiz duygularım. 40 ından sonra belinde silah taşıyan babama ulvi gözüyle bakıyodum, seviyodum lan bu adamı. belli etmesem de herkesi seviyodum işte bu şehrin havasını, yollularini, içkicilerini, mekanlarını her şeyini .. birtek bişeyi sevmiyorum o da satıcı kızdı. milyarlık mobilyanın üzerin dökülen çay gibiydi bu satıcı kız. ilk başlarda ona bile ilgi duymuştum, yalan yok gideri vardı ve yaşıtım gibi durduğu için. ne kamil adam mışım diyerek kendi kendime gülüyodum o kıza ilgi duyduğum için..

44

aslında hak vermeye başladım o kıza. ulan ben de zengin artisleri sevmezdim, annemin yanındayken kuruş para koklatmayan babamın yanına geldiğimde ben de öyle bişey olup çıkmıştım. ama ben kimseye hava atmıyodum ki, kendi dalgama bakarım hayatımda. şuan ne okulum ne işim olsa da altimdaki don bile bir şans benim için. bir kumar masasına oturup donuna oynayan adamlar var, ben neden onlardan olmayayım? neden bugün varken yarını düşüneyim? tekrar çıktım balkona, hiç o tarafa kafamı çevirmeden sağa sola şöyle bi baktım. oraya baktığımda o delinin gene bağırıp çağırmasından korktuğum için bir anlık duraksamadan sonra çevirdim gözlerimi bizim ruh hastasına. eyvah patlak gözleriyle gene bana saydırmaya başladı satıcı kız: allahım ya, ne bakıyosun oğlum? ellerimi kafadan kontak mısın anlamına gelen hareketi yaparak satıcı kıza seslendim ben : sen kontak mısın? ne derdin var senin benimle? satıcı kız: ya rahatsız oluyorum sapık mısın sen bi git ya ben : şimdi de sapık olduk, ne biçim konuşuyosun satıcı kız: ya bi defol git gir içeri gene ciyaklamaya başladı, ulan zilli, ulan yollu elim ayağım titremişti gene. bağırarak suç bastırmaya çalışıyodu, o gün beni sinirden çılgına çevirmişti. onda kendimi görmüştüm sanki, bağırarak suç bastırmaya çalışan karı.. ebru ile konuşup biraz sakinleşmem gerekirdi . tabiki önceden düşünürdüm bunu. ebru şimdi beni sakinleştirmiyor, aksine geriyordu. o pabuç kimindi lan? benim dedektif birine ihtiyacım vardı. ebru’yu takip etmesi gereken birine. burak bunun için uygundu, s*çmisim otoparka gitmese de olurdu amaaa ebru ile olan ilişkimi burağa anlatmak çok riskli olurdu. her ne kadar sevsem de olmazdı olamazdı. düşünmek ve fikir üretmek hiç bu kadar zor değildi .. olumsuzlukları düşünürken, kafam atmıştı birden bire… az önce bana sapık diyen bu kezban kimdi lan? ona acıyarak bakıyordum, beni sapık ilen etti. sinirlice aşağı inip o zillinin yanına vardım. dükkanın içinde masa başındao oturuyodu, daha müşteri falan yoktu akşamüstü yoğun oluyodu zaten. sinirliydim, asabiydim, onun sapık sözünden sonra bir de kompleksliydim. ben : bak bağırma, ben de sinirliyim ama insanlara rezil olmamak için sessiz kaldım demin. ne sapıklığımı gördün sen benim? özür dile benden yoksa kötü olur kalkıverdi masadan, elleri belinde diklenmeye başladı s.k : hadi ya ne olur? ben : ya sen beni tanıyo musun? bana niye sapık diyosun? s.k : sende balkona çıkıp insanları gözetleme o zaman ben : orası balkon, insan etrafa bakmak için çıkıyo s.k : olabilir ben : ben sapık değilim insan ol s.k : defol git burdan bağırırım ben : bağır lannnnnnnnnnnnnnnnn dükkanı inletmiştim o an, sesimin yankısı dükkanın rafında bulunan yer yer çeşitli elbiseleri düşürebilirdi yerinden. bu kızın bağırarak suç bastırması, benim uzmanlık alanımdı zaten. hodri meydan mal kız hayde o zaman aynı taktiği uygulamıştım ona karşı. öyle bir bağırmıştım ki tükürüklerim ağzımdan fırlamıştı. ben: bana hem sapık diyosun, sonra tehtit ediyon. gömerim seni buraya s.k: defol ben: zaten gidicem, bir daha o lafı dersen ağzını yamulturum senin s.k: kolaydı, dikkat et seninki yamulmasın ben: bana sapık diyen sensin, ben sana hiç kötü bişi demedim s.k: tamam özür dilerim. ama sadece bu lafım için ben: ben de sadece bu lafın için özür diledim, benim seninle bi sorunum yok, bakcak çok kız var ayrıca sana baksa baksa ayna bakar

45

ahahahahahaah. aynen öyleydi ,bu lafımdan sonra çılgına dönmüş arkamdan bağırıp çağıran bu salak kıza baksa baksa ayna bakardı, ona kendini gösterirdi. kimi insanda görsellik yoktur ruh güzelliği vardır, kiminde bunun tersi, bunda ikisi de yoktu amk. ahlak prensesi kesilen satıcı kız(ismini bilmiyorum ) ara ara tikinin tekiyle samimi şekilde sohbet ediyodu bazen. o çocukla da 2 gün sonra mazim olacağını nerden bilebilirdim. vay canına banane ya canı cehennemeydi. keşke masaya yatırıp suratına pisleseydim o kızın. neyse ya işte sendin ebru, sendin herşey. işte yaşıtlarım bu kadar salakti, sen benim olgun prensesimdin. ebru’yu özlemiştim ya ben o an ebruuuuu aç telefonu.. bak gene geldi aklıma o soru? o pabuç kimindi ? ben : naber? ebru: iyi senden ben : ne zaman görüşcez bir daha? ebru:iyi alıştın sen ben : neye? ebru: görüşmeye ben : ya ebru istemiyorsan görüşmeyelim atarlanıyodum artık, büyüyodum . o pabuç kafamı zaten kurcalıyordu, çekemezdim işve cilve.. ebru: ben öyle birşey mi söyledim şimdi ben : ne zaman görüşcez bir daha ebru: biraz zaman geçsin ben : ne zamanı? ebru: birkaç gün geçsin ben : son zamanlarda niye böyle yapıyorsun harbi niye böyle yapıyosun ebru? zaten kafam o pabuçtayken niye aklımı alıyosun çiçeğim he? ebru: ne yapmışım? ben : başka işlerle oyalanıyosun heralde ebru: ne demek şimdi bu? ben : ya tamam yok bişey bak dalgana çatt. kapattım suratına afilli bir şekilde. kafam atıktı zaten, o an ebru yanımda olsa o gün kapısında olan pabucu bulup bi tarafina sokabilirdim. aa yeter artık ama bizim de bir sabrımız vardı demi . niye araya gene günleri koyuyorsun kadın.. yüzüne telefonu kapadıktan saniyeler sonra bu sefer ebru aradı telefonumu.. eveeeet tahmin ettiği gibi sinirli olacaktı ama ben de sinirliydim. bu bir iki değildi ki ebru. kaçıncı kez ortada bıraktın beni? seninle yakınlasirken arkanı dönüp gitmen beni eşşekten düşmüşe çevirmişti. … açtım telefonu, her ne olursa olsun ebru’nun tepkisine karşı tavrımı koruyacaktım. ebru: neden böyle yapıyosun? ben : sen niye öyle yapıyosun ebru: ne yapıyorum? ben : ben ne yapıyorum ebru: haydaaaa damar dalga geçme ben : ya istemiyosan gelmeyiz işte sorun yok no problem ebru: sana öyle birşey mi söyledim ben? ben : onu ima ettin ama ebru: seninle birşey konuşulmuyo ben : tamam kapat o zaman ebru: kapatıyorum zaten sinirin geçince ararsın hadi öptüm çatttttttttt. dıt dıt dıt. bu ses ebru’dan alışık olmadığım bir sesti. satıcı kız faciasından sonra ebrudan da o an tekmeyi yemiştik. kim teselli vercekti bana. burakkkk kardeşimmmm, aranmadık bir o kalmıştı. ben burağı teselli için aradığımda bizim deli oğlan benden teselli bekliyordu adeta. o hala masum aşkının bakire olmadığını öğrendikten sonra şoku atlatamamıştı. o gün onu teselli ettim telefonda, üzülme oğul bu da geçer …

46

birşey dikkatimi çekmişti. satıcı kıza posta koyarken evimizin çevresinde 2 tane siyah adam görmüştüm. bu lavuklar geçen seferki kerkerezlere benzemiyordu ama kılık kıyafetleri onlarla aynı idi. benle hiç göz göze gelmemeleri, başka tarafa bakmaları acaba onların suçluluk piskolojisinden mi kaynaklanıyor diye düşünüyordum. vay anasını bu taşaklı babam gene ne halt yiyor diye düşünmeye fırsat bulduğumda, tehlikeli işler peşinde koştuğu apaçık ortadaydı. 45 yaşında adamın kendini şu sıralar mafya sanması hayra alamet değildi. artık endişe içinde yaşamayı da öğrendiğim için bunları dert etmiyordum. ağustos ayının ilk gününü satıcı kızla kavga ederek, ebru ile tartışarak, burakla dertleşerek, kendini mafya sanan ve iyiden iyiye silah taşımaya başlayan babama gülerek, evimizin etrafındaki o 2 siyah adamı merak ederek geçirmiştim.. ağustos ilk günden kendini belli etmişti, kendi gibi olayları da ateşli geçecek gibi görünüyordu. aslında kafamda birçok dert vardı ve birçok soru. ebru’nun evindeki ayakkabı kimindi? babam ne işler çeviriyordu? evimizin etrafında gördüğüm, başka işlerle uğraşıyomuş taklidi yapan adamlar kimlerdi? bunlar kafamda gezen en büyük sorunlardı, daha çil yavrusu gibi ufak sorunlar da vardı. ama hayat her şeye rağmen o güne kadar güzeldi, ertesi gün ne getireceği bilinmez ama bu günden iyi ve bugünden kötü onlarca gün beni bekliyordu kanımca… aradan 2 gün geçti, ebru ile aramızdaki soğukluğu gidermiştik çünkü ebru görüşmek için koyduğu zamanı ortadan kaldırmıştı. artık onu bu gece görebilecektim. sabahtan akşama kadar güzel güzel, tatlı tatlı bir gün geçiriyordum aslında, fakat balkona çıktığımda bana rahatsız edici şekilde bakan satıcı kız ve yanındaki emo tikky çakması saçlarına sokulası bir besleme vardı. bana bakıp bakıp birbiriyle konuşuyolardı. yanındaki castin bibır çakması özenti velet de ısrarla bana bakıp, sigarasını püfürtüyordu. o günü b*k edemem, akşam ebru ile olmak varken bu angutla kafamı ağrıtamazdım. artık akşamüstüne kadar dalgama baktım ve ebru’ya gitmeme 2 saat kadar kala aklıma bir fikir geldi. babam gene beslemişti bilgisayar masasının çekmecesindeki minik bankayı. oradan birkaç lira alıp üstüme sportik bir şeyler alayım dedim ve minik bankamdan paramı çektim. son derece masumane bir şekilde indim merdivenleri. kapıdan çıktığımda ağustos ayının sıcak ikindi vakti yüzüme vuruyordu. merdiven boşluğu bir hayli serindi, dışarı çıkmamla ateşim çıkmıştı. beni rahatsız eden bu sıcaklık değil dışarı çıkmamla görmek istemediğim 2 yarak suratlı insan bana bakıyordu. muşmula suratlı satıcı kız, emo çakması oğlan çocuğu. gözlerimi hiç üzerlerinde tutmadan daha doğrusu umursamadan kendi halimde geçtim önlerinden mağazadan t shirt almak için, onlar da bir şey dememişlerdi o vakit… girdim mağazanın birine, seçtim tişörtümü . aldım, ettim tuttum eve dönmek için yola koyuldum. hava da artık kararmaya başlamıştı. evin kapısına doğru yaklaşırken gördüğüm kadarıyla emocu angutun yanındaki muşmula suratlı satıcı kız yoktu. dükkanın dışında oturakta oturan bu velet beni görür görmez ayaklanıp, gözümün içine bakmaya başladı. gözlerimi onun gözünden çekip eve doğru giderken, arkamdaki adım seslerini duymuştum adeta. tam kapımın önüne geldiğimde hemen arkamda bir ses işittim. bildiğin kolpacı, pale ergen sesiydi bu. Angut: billader baksana bi sen keşke bakmasaydım .. karşımdaki lavuk benden uzun, benimle aynı kilolarda bişeydi. üzerinde pembe t-shirt altında şalvar pantalon, saçlar tek başına gökdelen. apaçi gören masum köylü gibi olmuştum, bu durum onunla konuşmalarıma yansımıştı zaten. sersem gibiydim bir süre… ben: he söyle Ang: muhabbete gerek var mı? ben: ha? Ang: sorun varsa konuşalım ben: ne sorunu? Ang: öyle tip tip bakıyorsun kızın yanında ben yumuşak davrandıkça bu ettiminin emocusu bana dayılanmaya başlıyordu, bu tür olayları umursamayan bir yapım vardı. ama fazla sinirlenmem ne onun için ne benim için iyi olurdu.. sessizliğimi korudum ve bir insanın psikolojisini değiştirmek için uyguladığım taktiklerden birine baş koydum. gözlerinin içine bakıyordum o an. Ang: konuşsana bilader, dilini mi yuttun? işte başarmaya başlamıştım bile, gözlerinin içine baktıkça değişen surat ifadesini rahatça görebiliyodum. Ang: bana bak lan, o kız benim nişanlım. ayağını denk al başına bela alma onun bu lafları karşısında hafif sinirlensem de gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum… şaşırmamıştım . çiftler birbirine uyumll olur, bu mallar da erken nişanlanmış olmalı, ama ikisi de gerizekalı olduğu için birbirinin açığını kapatırlar, mutlu bir evlilik yapar düşüncesindeydim. ben sustukça bizim oğlan daha baskın ötmeye başladı.. Ang: ne bakıyon olum? mal mısın ulan ağzını yamulta yamulta konuşmaya devam ediyordu ergen sünepe. en m*l tiplerdendi bu salak, ağzını yamulta yamulta konuşan ergen karakteri. . , yamuk ağızlı iyiden iyiye ezmeye başlamıştı beni. Ang: anlaştık mı ? demin bana bilader diyen, benimle masumane bir konuşma gerçekleştirmek isteyen bu sümüklü imo, şimdi kabadayı kesilmişti . hiç sevmezdim ezik insanları ezenleri, bu şerefsiz de beni ezik görmüştü belki o an, hatta öyle görmüştü çünkü m*l demişti. susuyordum sadece, gözlerinin içine bakıyordum. artık fazla oluyordu bu içine ettiminin, fazla öten horozun gırtlağını kesme vakti geldi de geçiyordu. aklıma o an bir plan geldi… unutmuştum ebru’yu falan. umrumda değildi yüzümün ne hale gelecek olması. o bana saçma sapan kabadayı naraları atarken ben anahtarı cebimden çıkarıp yol kapıyı açtım. ben bunları yaparken karşımdaki piç iyiden iyiye horozlanır gibi kafasını üzerime dikmeye başlamıştı. kapıyı açar açmaz kafamı sola kırarak içeri geç gibi bir işaret yaptım, hemen anlamıştı zeki çocuk. o an benim gibi korkak gözüken bir çocuktan ona hiç zarar gelmezdi elbet. bunun bilincinde hareket ederek kapıya giriş basamağını geçti ve içeri girdi. kapıyı tamamen kapattıktan sonra o dar mesafede tam kapı içinin önünde duran pırasaya bakmadan önce elimdeki giysi poşetini merdivene attım. merdivene attıktan sonra, poşete bakmaya devam ettim. bunu yapmamdaki amaç onun s*çılasi kolpa ergen ses tonunun merdivende inlemesi, öfkeme öfke katması ve kavga sırasında adrenalilimin tavan yapmasını sağlamaktı. ve beklenen oldu

47

Ang: eee noldu? sustum, daha önceki laflarını demesini bekledim, iyice sinirlenmeliydim. Ang: lan oğlum sen mal mısın lan azcık? Ang: Hasss lan diyerek kapıya doğru bir adım attığında onun için çok geçti, adrenalim artık tavan yapmıştı… kapıdan çıkmak için adım atan hıyarin, o yayik ağzına hiç beklemediği anda son gücümle yumruğu geçirmiştim. çene kemiğine de isabet olsa gerek, yayık ağzından gelen ses daha çok bir kadının bitarafindan gelen, kalbin ortasındaki ok yani jopun etkisiyle oluşan klasik s*ks sesiydi. yoktu böyle bir saldırı, iki gündür dinleniyordum zaten evde. ne içki ne yorgunluk vardı üzerimde. kendime geldiğimde bizim emonun saçları elimde, kanları elimde idi. yüzüne baktığımda gerçekten acımıştım o an ona. gereksiz yere yaptığı diklenme sonucunda uğradığı saldırıya. acınası bir haldeydi özünü bozmuş suratı. eğer bunu benim yaptığımı bir insana söyleyecek olursa onu hiç düşünmeden öldürebileceğimi söyledikten sonra, arka bahçeden arazi ettim. bilmiyordum bu angutun intikam alacağını, aynı hale beni de sokacağını. yukarı çıkıp ellerimi yıkayıp banyomu yaptıktan sonra, tavan yapmış özgüvenimle ayna karşısında kendime alıcı gözüyle bakmıştım. yeni saç modelimle baya yakışıklı görmüştüm kendimi ki kendimi fazla beğenmezdim. o an güzel gelmiştim kendime, gerçi beni beğenmesini istediğim kadın beğeniyordu zaten. sorun yoktu, tek sorun ebru’ya koşmak için hâla evden çıkmamamdı. neyse ki çıkmıştım evden varmıştım hayatın anlamının yanına… of işte bu benim kadınım. keşke biraz daha büyük olsaydım, keşke babamın eski sevgilisi olmasaydı bu kadın. keşke ellerini tutup annemin yanına götürebilseydim.. bırak ertem şener çöldeki vahayı, bu kadın çöldeki bir denizdi. bırak ertem abi ya rüştü’nün her yerini öpmeyi, bu kadını öpsem yeterdi. her ne kadar manchester’ı yendigimiz o gece deliler gibi mutlu olsam da ebru’nun yanaklarını değişmezdim rüştü reize. gene de teşekkürler rüştü reçber. sıcak güneşin altında insanın serinlemek için uğradığı denizdi bu kadın. kapıda duran sarışın kadın, burnu ve yüzü sivri kadın, burcu esmersoy’u anımsatan kadın.. bu kadın benimdi, artık sahiplenmiştim onu. cıvıl cıvıl bir geceydi o gece, özlemişim delicesine bu kadını. öptüm, kokladım, güldüm, eğlendim.. tüm duyguları yine yeniden onunla yaşamıştım. 2 gün böyle devam etti, babamın darp olmuş halde eve geldiğini gördüğüm gün, onun isteği üzerine tekelden şarap almak için çıktığım evden beni görmüş olmalılar ki evden biraz uzaklaşınca önümü kesen bir grup serseriyle karşılaştım. tanımadığım yüzlerin arasında ne olup bittiğini anlamaya çalışırken üzerime konuşcak gibi gelen bir çocuk tarafından aldığım kafa darbesi ile yeri boyladım.. çocuğun kafası metor taşı gibiydi mübarek, bir daha kalkamadım. yıldızları sayarken yediğim tekmeler uyuşan bedenime masaj gibi geliyordu adeta.. o gece ellerimle başımı korumuştum eğer 15 dk daha dövselerdi artık ölebilirdim heralde. yıldızları saymıştım o gece. farkettiğim tek şey ben yerdeyken ayakkabıları ile yüzüme basıp ”akıllı olcaksın” diyen bir angut gördüm sanki. evet o angut geçenlerde karşılaştığımız ve ağzını burnunu dağıttığım satıcı kızın nişanlısıydı. kalkıp girişmek isterdim ona fakat takatım yoktu. onlar gitti 5 dk sokakta yattıktan sonra zar zor kendimi kaldırdım. o halde tekele falan gidemezdim. kısa mesafedeki evimize küçük adımlarla uzun sürede varabildim. zar zor kapıyı açtıktan sonra hemen lavaboya gidip aynaya bakmak istedim. babam geldin mi lan, gel baba oğul içelim az sözleriyle mutluluğunu belli ederken ben yüzümdeki sızılarla uğraşıyodum. lavaboya gidip aynaya baktığımda, ömrümde istesem de böyle bir dayak yiyeceğimi sanmazlığım aklıma geldi. kavga falan etmezdim ben, sokak kavgalarıymış falanmış filanmış bana tersti. ama orda onu da öğrendim, dayak yerken birşey hissetmedim ama daha sonra yüzüme ufak bir yel esse bile sızlıyordu. ben tüm dehşetiyle yüzümdeki olanları aynada incelerken arkadan babamın çığlıklarıyla karşılaştım. -lannn noluyo lan bana bak lan kim yaptı bunu, hangi serefsiz söyle aynadan babamı izliyodum, babam bir süre sonra yanıma geldi ve yakamdan tutarak eğer bana bunu kim yaptığını söylemessen seni şimdi bu halinle tekem tokat döverim dedi. babamın beni rahat bırakmasını söyleyip mutfağa doğru gidiyordum, kendimi tedavi edecektim. babama sakin olmasını, basit bir gençlik kavgası olduğunu söyledim. dayak yemek güzelmiş diye espri yaptığımda babamı az da olsa sakinleştirmiştim. ona her şeyi yarın anlatacağımı söyledim ve o gece babamla takılıp eğlendik. aklımdaki tek soru artık bu yüzle gerçekten ebru’nun karşısına çıkılmazdı. daha önceki dayağa benzemiyordu bu gerçek anlamda dayak yemiştim. aklımdaki bir başka soru da intikam alıp almayacağımdı. evet babam güçlüydü, parası vardı . istesem o angutlari aynı duruma sokabilirdim ama babamın başının başka işlerle belada olduğunu da biliyordum. yaptığım tek şey bu durum üzerine düşünmekti o gece ve nihayetinde sabahı etmiştim… sabah olduğunda yüzümü bile yıkayamadım. her tarafım yara bere içindeydi. yüzümün hali değildi içimdeki intikam hırsını azdıran, günlerce ebru’yu görememekti. ebru’ya bu surat ifadesiyle gidemezdim. sabah olduğunda başladı babam başımın etini yemeye. dün gece sorduğu soruların hepsini yine sıralamıştı bana. babama önemli bir şeyin olmadığın söyledikçe ısrarı arttı. adam haklıydı, kim olsa aynı şeyi yapardı. bir süre babama anlatmamakta dirensem de içimde tekrar küllenen intikam hırsı beni bu olayı anlatmaya sürüklemişti. o çapulcu tayfasına karşı babamı çok güçlü hissediyordum, hatta anlatmama nedenim artık silahlanan babamın çocukları öldürebileceği ihtimaliydi. ben yıldızları sayarken, ayakkabasıyla yüzüme basıp tüküren angutun siması aklıma geldikçe deliriyodum, ebru’ya gidemeyecek olmak cabası. anlatmaya başladım babama, satıcı kızdan beri devam eden hüsumeti. ben anlattıkça babamın surat ifadesi kızgın bir hal almaya başladı. dişlerini sıktı ve ani bir hareketle kahvaltı masasından kalkıp merdivenlere doüğru koşmaya başladı. babamın ne yaptığını anlamak için hemen arkasından koştum. ne yapıyorsun baba dediğimde, ”sen karışma, o kızın ve ailesinin dükkanının *******” lafı ile karşılaştım. babamı zar zor sakinleştirdim. satıcı kızın ailesinin bir suçunun olmadığını, suçlu olan tek kişinin beni bu hale sokanın olduğunu söyledim. babamla o gün bir strateji geliştirdik. bu olay babamla olan bağımı iyice güçlendiren etkenlerin en önemlisiydi…

48

kahvaltı masasına tekrar döndüğümüzde babamla plan yaptık. ara ara dükkana gelen o angutu gözetliyecektim. o çocuk ne zaman dükkana gelse(2-3 günde bir orada olurdu) bir sürü ahbabıyla konuşurdu. arkadaş çevresinin geniş olması, onun basit ergen tayfasının babama kafa tutabileceği anlamına gelmezdi. biliyordum artık, babam tam bir god*ştu. deli gibi parası olan, uğruna çalışan bir sürü köpeği olan, cebinde silahla dolaşan bir adam olmuştu babam. yaklaşık 15 gün kadar evden çıkmayacağıma, sadece o çocuğu ve arkadaşlarını gözetleyeceğime söz verdim. bu sözümü gerçekten tutacaktım. eğer ben bu planı yapmasaydım olan satıcı kız ve ailesine olurdu. babamla anlaştık, bu süreçte de babamın onlara hiçbir şey yapmayacağı konusunda söz aldım. babam bu sözü verdikten sonra onun ne haltler yediğini öğrenmek istedim. babama borcu olan tefeciye ne yaptığını sorduğum da, hakettiği cezayı verdiğini söyledi. tüm bunlar kafamı işgal ederken, artık ebru’yu daha az düşünür oldum 15 günlük süreçte. 15 günlük süreçte perdenin arkasından hep satıcı kız ve sevgilisini süzdüm. o piçin arkadaşlarının yüzlerini kafama kazıdım. 15 günlük süreçte tekrar çok iyi beslendim, güçlendim. 15 gün boyunca ebru ile sadece telefonda konuşabildim. ebru neden kendisine gitmediğimi sorduğunda babamın evde olduğunu, beni dışarıya çıkarmadığını söyledim. çok basit bir bahaneydi bu ama ebru inanmıştı. ebru’ya karşı babamdan korkan çocuk rolü oynadım. 15 günü sadece evde geçirdim, bakkala bile inmedim. yaptığım tek eylem satıcı kız ve angutu izlemek oldu. onların kahkahalarını, gülüşlerini gördükçe daha da hırslandım. babam ne yaparsa yapsın fakat beni dövdürten anguta aynı zulümü yaşatacaktım. 15 günde öyle hırs yaptım ki, onu öldürene kadar dövbilir veya işkence bile yapabilirdim.. babam eve 2-3 günde 1 uğrar, satıcı kızlara karşı hiç bir şey çaktırmazdı. 15 günlük süreçte ebru’yu çok özlemiştim, bu özlem ağzımı burnumu yamultan ve yüzümde o anlık kalıcı yaralara sebep olan, beni dövmek için adeta ordu çağıran ergen anguta karşı nefretimi ucsuz bucaksız yapmıştı. günler geçti, güzelim yaz ayını evde terleye terleye geçirsem de sonunda 15 günü yapmıştık. 15 günü yapmıştık fakat babamın aklında ne planı vardı? biz niye 15 gün bekledik daha onu bilmiyordum. babam benim karışmamam gerektiğini 15 gün sonra beni döven grubu gene karşımda göreceğimi ve onlarla hesaplaşacağımı söylemişti. ve 15 günün sabahı içimdeki heyecanla uyandım sabaha, babam evdeydi ve akşamı beklememi söyledi… akşam oldu, babamın eve girdiğini düşünerek kapıya doğru yöneldiğimde babamla birlikte eve giren bir genç gördüm. evet bu çocuğu gözüm bir yerden kesiyor.. tamam şimdi hatırladım ! yediği dayağın hırsına kapılıp, onca arkadaşı ile beni tanınmaz hale sokan, ebru’yu 15 gün görememe sebep olan angutu idi bu. babam çocuğun ensesinden tutarak bana doğru ittirdiğinde onunla tekrar göz göze gelmiştik. ben : bu angutu niye buraya getirdin? babam: arkadaşları gelemedi. gelicek durumda değiller zaten ben : onlarsız zevki çıkar mı? babam: onların icabına ben baktım, bu köpekle arkadaş bile olamazlar artık, yediği dayakla kaldı hepsi bu çok iyiydi. babam galiba onları komaya sokmuştur düşüncesindeydim. o gece suratıma bile bakamayan ezik çocuğun yanına giderek, ”beni bu hale sen ve arkadaşların soktu. ben de seni bu hale sokucam, sevgilinin yanına gidemessen anlarsın halimi” dedim. bu sözümle babam bir sevgilimin olduğunu anlamıştı. bunu diğer gece söyledi ve tanışmak istediğini, nasıl bi kızla sevgili olduğumu çok merak ettiğini söyledi. adam demiştir içinden bu kadar odun bi çocuk kimle çıkıyo diye. ona basit bir yalan bulcaktık elbet… babam çocukla bizi salonda bırakarak yatak odasına gittiğinde, o piçi tanınmaz hale getirmiştim bile. ellerini bile kaldıramadı bana, artık babam nasıl korkuttuysa onu. hiç acımadım ona, eğer o gece ayakkabasıyla yüzüme basıp tükürmese, beni ebru’dan o kadar uzak tutmasaydı acıyabilirdim ona. acımadım, dövdüm, öldüresiye.. sadece suratına çalıştım, altıma alıp yumrukları suratına indirdiğimde yüzüne bakmamaya çalıştım bir süre sonra. o şimdi tıpkı ben gibiydi, sevgilisinin yanına gidebilecek miydi bu suratla? benim yaşadıklarımı yaşamak üzere arka bahçeden uğurladık onu o gece. evine gidip anlatabilecek miydi kimden dayak yediğini? gücü yeter miydi? güçlü olmak övünelecek iş değil fakat bu adam korkak güreştiği için bunu haketmişti. 15 günün intikamını çıkarmanın rahatıyla yayıldım koltuğa, attım kucağıma laptopu baktım dalgama. 15 gün boyunca ebru ile toplam 5 kere anca konuşmuşuzdur. ebru’nun bu ilgisizliği beni deli etmişti. o 5 kerede de ben aramıştım onu. onun bu vurdum duymaz tavırlarına ben de vurdum duymazlıkla karşılık verdim. yaralarım artık geçiyordu 1 hafta daha görmemem gerekirdi ebru’yu. ebru’nun neler karıştırdığını da öğrenmek istiyordum aslında. yarın ebru’ya gitmeye karar verdim. onun haberi olmayacaktı gene, habersiz şekilde ebru’yu kolaçan edecektim. aklımdaki tek soru ebru’nun kapısının önündeki ayakkabı idi hâla… artık ağustosu’da yarılamış, yaz aylarının en ateşli günlerini elimizle idare ederek geçirmiştik. o gün ebru’yu gizlice takip etmekten vazgeçtim ve onu arayarak yarına yanına gitmek istediğimi, babamın evden gittiğini ve onu çok özlediğimi söyledim. ebru sevindi ve hemen onayladı. ebru’ya küçük bir süprizim vardı. ona öyle bir hediye alacaktım ki, onun için basit bir gereklilik olan fakat görünümüyle onu sevindirecek, eğer yanlış bir şeyler yapıyorsa gerekirse onu ele verecek bir hediye. o gün sadece onu almak için çıktım evden ve aldım da.. cin gibi bir fikirdi bu, ebru asla anlayamazdı. bu basit görünen hediye ile aklımdaki bütün şüpheler açığa kavuşacaktı. ertesi günün olmasını ve ebru’ya kavuşup onunla tekrar zevkler diyarına uçup, hediyesini taktim etmeyi istiyordum. o günü zar zor geçirdim, ebru’ya aldığım minik fakat benim için anlam yüklü hediyeyi sardım ve ebru’nun kapısına gece dayandım .. 17 gün aradan sonra ebru’ya kavuşmak ve ona tekrar sahip olma ihtimali çok güzel bir gecenin hayalini anımsatıyordu insana. kapıyı açan güzeller güzelini artık tarif etmeme gerek yok heralde. o harika bir kadındı, klasikleşen yemek masası diyaloglarımızı bile anlatmıyorum. direk gelişmelere geçiyorum… yüzümdeki belirli yaraları gene geçiştiriverdim ebru’ya. kavga ettiğimi anlamıştı ama hiç bir tavsiyede bulunmadı ve o gecenin tadını çıkarmaya çalıştık. yemeği yedikten sonra benim işime yarayacak hediyeyi ebru’ya vermeye karar verdim. bu hediyeyi daha önce görmüştüm, kendime almak istemiştim fakat vazgeçmiştim. hiç ummazdım, çok fazla işime yarayacağını ve aklımdaki kuşkuları sileceğini. hepiniz merak ediyorsunuz değil mi? yemeği yedikten sonra salona geçtiğimizde tatlı bir sohbetin içine girmişken, ebru ile romantik yakınlaşma yaşamıştık yine. günler sonra onu tekrar öpmek, onu yaşamak her şeye rağmen güzeldi. öpüşüp eğlendikten sonra ona süprizim olduğunu söyledim. ben : seni görmediğim süreçte çok özledim. ebru: ben de özledim ama bu senin kararındı ben : evet ya babam yüzünden, ama sana süprizim var ebru: hadi ya, ne süprizi bu? aynı hediyeden 2 tane almıştım, biri salona biri yatak odasına. sıradan bir hediye gibiydi fakat hiç kimsenin anlayamayacağı bir casustu. ellerimi cebime attım ve arabanın anahtarını kavradıktan sonra ebru’ya beni beklemesini söyledim. arabadan getireceğimi söylediğimde ebru merakla beni bekliyordu.

49

işte böyle bir hediye idi o casus. boyut olarak o kadar küçük değildi aslında, maneviyat olarak ebru’ya küçük gelebilirdi. fakat onlar sıradan bir duvar saati değildi, ona tam 700 kağıt saymıştım. ebru işgillenebilir diye, ona o gün farklı hediyeler de almıştım. çok güzel ve pahalı biblolar alıp ebru’yu mutlu etmek istedim. yukarı çıkıp ebru’ya hediyelerini vermeye başladım. ebru benim bu süprizim karşısında ufak çocuklar gibi mutlu olmuştu. bu kadının süprize bayıldığını da öğrenmiş oldum artık. bibloları geçtim de bizi ilgilendiren hediyelerin işte capsleri; bu hediyeleri bulunduğumuz konumdan çok daha uzak yerlerden aldım, ebru’nun bu saatlerin hünerlerini bilmediğini biliyordum. tam 3 gün kesintisiz kayıt yapabilen bu casus kameranın özellikleri harikaydı. kaydettiğiniz görüntüleri özel usb kablosu ile bilgisayara takıp izleyebilirsiniz, kutu içeriğinde olan şarj adaptörü ile tekrar tekrar şarj edip yıllarca kullanabilirsiniz. artık 3 güne bir ebru’yu görmem gerekirdi ki zaten normalde de böyleydik. artık bir şekilde o saati şarj edip, ebru’yu evden bir şekilde postalayıp onun laptopundan kayıtları izleyecektim. ebru en çok biblolara sevinmişti fakat bu saatleri alma nedenimi, her sabah kalktığında yatak odasında benim saatimle güne başlamasını, gün ışığının kaçı kaç geçtiğine her baktığında beni hatırlaması olarak belirtmiştim. ebru bir kez daha beni öptükten sonra saatleri salon ve yatak odasına asıp, bibloları en sevdiği köşelere yerleştirdi. o gece ebru çok mutluyu, ne yalan söyleyeyim ben de çok mutluydum. artık kafamdaki şüpheler kalkacaktı, hiç bir art niyet gütmemiştim.. evine gizli kamera yerleştirmemin tek nedeni, burağın onu herifin biriyle sarmaş dolaş görmesi ve aynı gün kapısında erkek ayakkabasını görmem idi. o gece ebru ile yakınlasip, zevkler diyarına tekrar uçtuk. 17 gün sonra ona sahip olmak anlatılır cinsten bir duygu değildi. daha sonra eve gitmek için ondan ayrıldım. artık 3 güne 1 görüşeceğimizin garantisini de aldıktan sonra uzun süredir özlediğim keyifli bir eve dönüş yolu geçirdim… eve gittiğimde haftada 2 kere yanına uğrayacağım ebru’yu 10 dakikalığına evden uzaklaştırma planlarını yapıyordum. bundan sonraki ilk gidişimde şöyle yaparak, daha sonraki gidişimde böyle yaparak ebru’yu evden uzaklaştıracak ve ben evde olmadığım süreçte neler yaptığına şahit olacaktım. bunu genelde sapıklar yapar fakat ben zaten sahibi olduğum bir kadının iç çamaşırını değiştirişini izlemeyecektim elbet. benim için önemli olan seri şekilde ileri aldığım kayıtların içinde bir erkeğe rastlayıp rastlamamaktı. her şeyi kafamda tasarladıktan sonra özlediğim keyifli günlerime geri döndüm. 17 günlük bu sıkıntılı süreçte özlediğim tek şey rahatlık ve mutluluk hissiydi ve artık rahattım. bu rahatlığı ebru sağlamıştı. o tam anlamıyla kadındı ve o gece yine benim kadınımdı. artık ebru ile olan yakınlasmalarimizi detaylı anlatmıyorum, onunla bir önceki ilişkimi hiç aratmadı. hatta o gece daha da ileri gitmiştik, düşündüğüm tek şey eve döneceğim zaman her ne olursa olsun ebru ile son kez birliktelik yaşayıp kayıt almak ve ebru’yu her özlediğimde onu izlemekti… ben 2 gün sonrasını bekleyip ebru’ya kavuşma ve kayıtlara bakmayı hayal ederken sabah telefonumdan öğrendiğim acı haberle sarsıldım. babam beni arayıp burağın dün gece kimliği belirsiz bir kişi tarafından bıçaklandığını fakat durumunun iyi olduğu haberini verdi.. babama bu adamların kim olduğunu sorduğumda bilgisinin olmadığını söyledi. burağın iş çıkışı bıçaklanması, bıçaklayan adamların babamla bir ilgisinin olduğu şüphesi uyandırmıştı.. babama burağın yanına gideceğimi söyelediğimde, evden çıkma talimatını aldım. evet bu talimat aslında içimdeki şüphenin ne kadar gerçeği yansıttığının resmiydi. neyse ki burak iyidi, onu iş çıkışı kim bıçaklamıştı? babama bu soruları yönelttiğimde, akşam eve geleceğini ve benimle konuşacağını söyleyip telefonu kapadı. 17 günlük sakin hayattan sonra olaylar üst üste gelişmeye başladı.. 17 günlük rahatlıktan sonraki hayatımı şu örnekle açıklayabiliriz aslında. kim kardashian’ın bitarafina sarılıp günlerce yatmaktan, ya da adriana lima’nın bi tarafina kafamı dayamış keyfime bakarken bir zencinin gelip beni oracıkta *** gibiydi.. hızla ve büyük merakla akşamın olmasını beklerken bir yandan da öt korkusuyla yanıp tutuşuyordum. ölmek için daha erkendi, daha ebru’nun ne halt yediğini öğrenmeden ölmek istemiyordum.. kapıları kilitleyip yoldan geçen araba sesleri ile ürküp, camdan bile bakmaya korkan bir delüğanlı olmuştum o gün. aslında böyle olmayı da özlemiştim. havanın kararması akşamın olduğunu gösterir gibiydi, artık babamı bekliyordum… babam eve girdiğinde onunla sinir dozu yüksek bir tartışma yaşadık. babama neler olup bittiğini sorduğumda, artık burada kalmanın benim için sakıncalı olacağını ve eve gitmem gerektiğini söylediğin çok sinirlenmiştim. sebebi sorduğumda, söylememekte direnmişti. artık babamla kavgaya dönüşen tartışmamız, onun ağzından dökülen gerçeklerle tüm dikkatim dağılmıştı. evet babam artık düşmanları olduğunu ve bunun biz yakınları açısından hayati önem taşıdığını söyledi. babam o gün bir ton laf etse de ona gitmeyeceğimi ve orada kalacağımı söyledim. babam 2 saat boyunca beni ikna etmeye çalıştı fakat kararımdan kimse vazgeçiremezdi.. ne burağı o halde bırakıp, ne de ebru’yu o an için elveda bile demeden tabi gitmezdim. babamı umursamiyordum artık, o konuşsa da ben televizyonun karşısına geçip belgesel izledim. babam bana birşey olduğunda annene ne diyeceğim dediğinde, onun konuşmasına devam etmesi halinde balkondan aşağı atlayacağımı söyledim. her ne kadar espri yapsam da babam benim dengesiz hareketlerimden korktuğu için ” ulan seninle ne yapacaz iyi kal ama buradan gideceğiz” diyerek yatak odasına doğru yöneldi. evet kaçıyorduk artık o evden. babama ne zaman gideceğimizi sorduğumda ansızın gidebileceğimizi, şuanlık düşünmemem gerektiğini fakat en fazla 1 hafta süreceğini söyledi. yarın eve mürettebat alacağını, böylelikle daha güvende olacağımızı düşündüğüğünü belirttiğinde kendimi tetikci gibi hissetmiştim. babam eve yarın halka satılması yasak olan adeta ordu donanması ile gelecekti. yarını beklemeye koyuldum, egzotik geçen günlerim yerini vahşetimsi mafya filmlerini aratmayan günlere döndü.

50

ertesi akşam olduğunda babam bir sürü mühimmatla geldi. sıradan bir insana yasaklanmış bu tabanca ve silahlar çok hoşuma gitti. babam bunlardan uzak durmam gerektiğini, sinirli anlarımda asla bir delilik yapmamamı söyledi. bu silahları lazım olunca kullanırız, bizim gibi düşmanı olan bir ev silahsız olamaz dedi. babama burağı merak ettiğimi ve ona ziyarete gitmek istediğimi söyledim. babam burak iyi diye konuyu geçiştirmeye çalışsa da üstelemeye devam ettim. babam daha sonra, daha sonra şimdi olmaz gibi laflarla burağa ziyarete gitmemi engelledi. ona niye böyle birşey yaptığını, niye bana karıştığını sorduğumda böyle gerektiğini söyledi. şuan burağı göremeyeceğimi fakat başka istediğim her yere gidebileceğimi onayladı. aslında ben burak hastahanedeyken değil evdeyken ziyarete gitmek istediğim için babamdan habersiz hastaneye gitmeyi anlamsız bulmuştum. burağın cep telefonunu açan yoktu, bu durum kafamı karıştırmıştı… yarın ebru’ya aldığım gizli kameranın 3. günü. 3 gün kayıt yapabilirdi bu kamera, mutlaka o kamera kayıtına ulaşmalıydım. o gece babamın oyuncakları gibi görünen fakat bir hayli ağır olan silahlarıyla oynayıp onları kontrol ettikten sonra ayna karşısına geçip kendini mafya sanan bir ergen tribine girmiştim. babam bendeki bu değişik hareketleri süzmeye çalışırken, arada bir ”sen salak mısın oğlum?” laflarını yöneltiyordu. ayna karşısında elimde silahla kendimi izlerken, balkona çıkıp satıcı kızı alnından gizlice vuran bir sniper olmayı bile düşündüm. babam benim psikolojimin bozuk olduğunu bildiği için defalarca tembih etti o gece. sakata gelmemiz konusunda beni uyardığını, bana güvendiğini ve çok kısa süre içinde bu evden arazi olacağımızı söyledi. bu günün ne zaman olduğunu sorduğum vakit aldığım cevap 2 gün sonra oldu. yani yarından sonra .. o ana kadar hiç merak etmediğim soru geliverdi aklıma? ben : nereye gidicez baba? babam: orasına karışma ben : şehir falan değiştirmicez değil mi? babam: hayır iyi bu da güzel.. ebru’dan ayrılmamak olmak, bu şehirden ayrılmamak olmak güzel. artık yarını bekliyordum, ben yokken ebru’nun ne haltlar yediğini görmeyi merakla bekliyordum. salon odası ve yatak odasındaki gizli kameradan habersiz olan ebru masum muydu? tüm bunları görebilmek için ebru’yu 5 dakika kadar evden uzaklaştırmak gerekliydi. onun yalanını da bulmuştum. öte yandan kendimi her türlü kötü sonuca hazırlamaya da başladım. ebru’nun yatağından bir erkek geçerse kayıtlarda hangi psikolojiye bürünmem gerektiğini iyi biliyordum. sessiz ve sakince o evden uzaklaşmak, başı dertte olan babamın değiştirdiği telefon numarasını kendimde uygulamak. ya da o an neler olurdu bilemezdim. aslında fazla düşünmedim yarını, sadece bekledim ve yarın sabahı öyle böyle ettik. akşama daha birkaç saat vardı, ebru’ya birkaç saat vardı henüz. babam sabahın köründe evden çıkıp gittiğinde tek başıma kahvaltı yaptım. saat 11 gibi ev telefonumuz çaldı.. ben – telefondaki adam (teladm) ben : alo? teladm: … bey(babamın adını söylüyor) ben : ben o değilim teladm: sen kimsn? ben : oğluyum teladm: oğlusun demek, beni oğlumdan ayırdı ben : he? teladm: babanla konuşmak için aradım. beni oğlumdan etti, bak onun da oğlu varmış ben : ne diyosunuz anlamadım ki teladm: sen burağı biliyor musun? ben : babamın elamanını mı? teladm: evet ben onun babasıyım ben : haaa, tmm

51

burağın babamın düşmanları tarafından bıçaklandığını öğrenmiş olsa gerek, sitem doluydu babama karşı. burağı evinden defalarca almama rağmen hiç görüşmedik o adamla, hiç yukarı çıkmadım. zaten en fazla 3 kişilik bir grubun yanında dolanabilirdim çünkü 4 kişilik bir grubun yanında asosyal spazmlarım, değişik duygularım beni ele verirdi. sıkılırdım, bozarırdım, mutlu olmazdım kalabalıkta. burak’da onlara benden bahsetmemiş olmalıydı. adam devam etti… teladm: benim oğlumu senin baban öldürdü ben : ne?? teladm: benim oğlumun katili … (babamın ismi) ben : ne diyon sen amca? olanları anlamaya çalışırken adam titreyen ses tonunu bozarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. teladm: neyi dicem lan. oğlumu öldürdünüz şerefsizler neler oluyordu? sustum, sustum, sustum. gerçek miydi bu? inanmak istemedim, tekrar sordum ben : ne? burak öldü mü? adam bir şeyler söylemişti. hıçkırıkları kelimelerini anlamımı zorlaştırmıştı. o an beynime kaynar su dökülmüştü, hiçbir tasvir anlatamazdı bu acıyı, oraya geldiğimde hayatıma neşe katan, bir sürü unutmadığım maceraları yaşadığımız, hayatımdaki tek kankam .. hayır hayır, olamaz.. telefonda acı gerçeği alacağım halde tekrar sordum soruyu. tüm bu duygularla, titrek sesimle sordum.. ben : ne diyon amca sen ya ( yalvarır gibiydim, yalan olduğunu söyle der gibiydim) teladm: 2 günlük ölü benim oğlum, evlat acısı yaşasın o da aynısını görsün, deştiler oğlumu sokak ortasında, parçaladılar vücudunu.. durdurun dünyayı ! burakla bastığımız sokakları sulayın. kalmasın ayak izlerimiz. anlatmama gerek var mıydı telefondaki adama? anlatmama gerek var mıydı oğluyla ne maceralar yaşadığımızı, oğlunun ne kadar saf kalpli bir kardeş olduğunu.. anlatmaya gerek var mıydı evlat acısı çeken garip bir yaşlı amcaya.. kapatamadım suratına telefonu, ahizeyi kulağımdan çekip odanın ortasında dolanarak konuştuğum telsiz telefonu dizlerime indirip gözlerimi kapadım. o an hiçbir şey düşünmüyordum, tarifsiz bir acı vardı içimde. telefonu kanepeye fırlatım çöktüm dizlerimin üzerine. feryat etmedim, yas tutmadım, bağırıp çağırmadım.. ağladım… hiç bu kadar içten ağlamamıştım, ölüm acısı bu olsa gerek. siması belirdi gözlerimin önünde, uzun boylu sessiz sakin bir çocuk.. farklıydı o benden, hep onu örnek alırdım kendime. o fedakardı, 19 yaşında ailesine destek olabilecek kadar fedakardı. bu kadar iyi bir kardeşlik bana yalan söyleyebilir miydi? ebru’yu başka kadınlarla karıştırabilir miydi? biliyordum artık, ebru’da yalan olacaktı. burak gitti .. ne için gitti, neden gitti? ne önemi vardı ki? 3 saat boyunca ağladım hıçkıra hıçkıra, daha aylar önce burağı eve alıp alem yaptığımız bu eve, bizim evimize baka baka. duvarların gözleri önünde haykırırcasına. öbür odaya gidip kafama sıkasım geldi fakat ne olursa olsun ölümün sırası değildi. ve o an anladım.. galiba kardeşim gerçekten öldü ! unutmadım burak, gelecektim o lanet şehire, yılbaşını seninle beraber geçirecektim. seni askere beraber uğurlayacaktık, ilerde seninle beraber iş yapacaktık ya. pastaneci kıza ayar çekecektik ya.. sensizliğin 4. ayı kardeşim, kardeşin seni çok özledi çok. cennet diye bir yer varsa umarım ordasındır, ölüm sonrası hayat vardır umarım çünkü beni bekleyen bir kardeşim var.. artık yaprak dökümü başlamıştı, babamın başına sardığı belalar ilk olarak burağı aldı aramızdan… akşam eve gelecekti, beni kandırmanın, delicesine hayak kırıklığı ve acıya uğratmanın, burağın hesabını verecekti tabi. en sevdiğim kardeşimi benden almanın hesabını, aldığı borcu ödemeyip tefecilere kafa tutan adam(babam) bunun hesabını verecekti. 3 saat ağladıktan sonra gözümde gözyaşı kalmadı, artık burağın öldüğüne kendini inandırmıştım. burak öldü ! dünyada tanıdığım en saf kalpli insan öldü ! diğerleri niye yaşasın? şuan sokakta bir sürü piç vardı. deşifre olmayı bekleyen ebru vardı ! ağlamanın sırası değil, yüreğimdeki ateşi ancak başkalarının yüreğine ateş düşürerek söndürürüm. kalk X ! kalk ve satıcı kızın nefes aldığı bu lanet dünyaya hesap sor. o muşmula suratlı yollunun fani olduğu bu lanet dünyada burağın toprağın altında olmasını düşündükçe delir, çıldır.. delirdim, çıldırdım.. merdivenden fırladım tüm insanlara kötülük yapma amacıyla, arabayla gözüme m*l gelen tipleri ezmek adına. koştum merdivenden, tam o sırada dur dedim. ben demedim biri dedi bana o an. ne yapıyorum ben, çık yukarı. merdivenden 2 kere inip çıktım, 3 saat akıttığım gözyaşı gönlüme düşen ateşi söndürmedi. akşamı bekle ! ilk ebru’ya gidecektim bu psikoloji ile, daha sonra da eve gelip babama hesap soracaktım. o an babam evde olsa onu öldürebilirdim. peki ya akşam? ebru’ya gittiğimde ters bir görüntüyle karşılaşırsam ne olacaktı? iyi bir görüntü beni tatmin edebilir miydi? benim kardeşim öldü o gece ve o kardeşlik ebru’yu başka bir adamla gördüğünü söylediğinde, ebru’nun kapısının önündeki tüm kötülerin koca bitarafina sokulası sivri burunlu pabuca rastlamak o gecenin güzel geçeceğinin aksini gösteriyordu. hem kardeşim öldü benim, o toprağın altındayken 2 günlük ölüyken ebru ile oturup gülüşecek miydim? babam, ebru ve sokaktaki keyifli insanlar ! kendinize dikkat edin hepinize öfkeyle bakan bir canavar var bugün !!!

52

akşamın olmasını beklemeye başladım artık. çok üzgündüm, tarifsiz bir acı vardı gönlümde. bugüne kadar hiç samimi arkadaşım olmamıştı, ne okul yıllarımda ne de sivil hayatımda. çok soğuktum insanlara karşı, haliyle onlar da bana sıcak değildi. burağa tuttuğum minik yastan sonra saatler artık ilerlemiş, güneş batmaya başlamıştı. aklımda bir sürü kurgu vardı, akşam ebru ile neler yaşayacağımı bilmiyordum. babam eve geldiğinde ona burağın hesabını soracaktım, yarın gidecektik bu evden. gitmeden önce de satıcı kıza bir ayar çekecektim. şuan yapmak istediğim 3 eylemden birini gerçekleştirmek üzere, gözyaşlarımı iyice kurulayıp, banyoya girip kendime geldikten sonra giyindim ve ebru’ya doğru yola çıktım. ebru’yu evden uzaklaştırma bahanesini de çoktan bulmuştum. ebru’ya ne burağın öldüğünü, ne de taşınacağımızı söylemicektim tabiki. kafamı hiç yerden kaldırmayarak arabaya doğru gittim ve bindim. arabanın yan koltuğuna baktığımda oraya en çok oturan kişi geldi aklıma. o artık fani değildi, ama şuan onun iddia ettiği birşeyi kanıtlamak için gidiyordum. kayıtlarda ebru’nun yanında bir erkek görecek miydim? hafif insan ruhunu okşayan bir müzikle ebru’ya gidiyordum. o an yaptığım tek şey sadece yolu izlemek oldu. etrafta ne olup bittiği umrumda değildi, bir an önce ebru’ya gidip gerçeklerle yüzleşmeye koşullandırdım kendimi. arada bir gözlerimi süs biberi gibi yakan burakla anılarımız aklıma gelse de, ebru’ya giden yolu gözlerim kızarmadan bitirmiştim. ebru benim ona bugün geleceğimi biliyordu. aslında ebru’yu falan görmek istemiyodum fakat bu moralimin sıfır olduğu lanetli günde, kamera kayıtlarında rastlayacağım bir erkek görüntüsü beni ebru’dan soğutmak için çok iyi bir fırsat olacaktı. her gelişimde içimi heyecan kaplatan kapıdan hiç heyecanlanmadan geçtim. kapıyı çaldım, ebru açtı. ebru’ya o gün mutluluk rolü oynamaya çalıştım. ben fazla başarılı olmadığımı düşünsem de, ebru mutlu göründüğü için galiba mutsuzluğumu hissettirmedim diyordum içimden. onunla havadan sudan konuşup bişeyler yedikten sonra ebru’ya az da olsa para vermiştim. dolapta içeceği olmayan ebru’ya canımın içecek istediğini söyledim. ebru büfeden al gel dese de halsiz olduğumu kendinin almasını söyledim… ebru bunu kabül ettiğinde, içimde minik bir heyecan oluştu. ebru büfeye gittiğinde artık çok merak ettiğim kamera kayıtlarına bu psikoloji ile bakacak olmak fırtına öncesi sessizlik miydi bilmiyordum. ebru büfeye içecek almak için çıktığında yerimden ok gibi fırlayıp yatak odasındaki saati ve oturduğumuz salondaki saatin içindeki usb kablosunu ebru’nun laptopuna taktım. ilk olarak yatak odasını taktım tabiki, beni asıl ilgilendiren orasıydı. küçük küçük ilerleterek 3 günü dakikalara bölmeye çalıştım. sonlara yaklaştıkça içimi bir huzur kaplamaya başladı. çünkü ebru odaya sadece yatmak ve üstünü değiştirmek için girmişti. fakat bir önceki günün olduğunu tahmin ettiğim kayıtlarına baktığımda aynı gün yaşanabilecek ikinci acıyı yaşadım. burağın ölümünden sonra, burağın iddialarının doğru çıkması, ebru’nun o gece kel bi adamla deli gibi sevi*iyor olması tahmin ettikleriminin gerçek olduğunu gösterdi. öfke, hırs hüzün, mutsuzluk .. bu farklı duygular kapladı içimi. bundan sonra ne yapacağımı belirlemek için birkaç dakikam vardı… ebru o an artık gözümde ucuz bir kadındı. bu kadar çok sevdiğim bir kadını başka erkekle bu kadar yakın görmek fazla yakmamıştı canımı. çünkü o gün yeterince acı çekmiştim. bir günde ne kadar alışmıştım acı çekmeye. ne yapmalı ne yapmalı ne yapmalı. kafamda bu tilkiler geziyordu. apar topar saatleri yerine koydum. usb’yi cebime attım, ebru’nun kaseti artık cebimdeydi. karar veremedim ne yapacağıma. kafamı binlerce soruyla işgal edip bosver edip attıktan sonra ebru içeri geldi. elinde bir kola, ne kadar masum bakıyordu bana. 1 gün önce adamın biriyle seviş*n bu kadın mıydı? insanları görünüşüne göre yargılamayı o gün bırakmıştım artık, bu masum görünen kadının içindeki pisligi kamera kayıtları ele vermişti. o kapıdan girdikten sonra ben bunları düşünüyordum. 1 günde 2 kere delicesine üzülmek ve hayal kırıklığına uğramak adeta hayattan kopartmıştı beni. ebru konuşuyordu fakat bense halı desenlerini inceliyordum. ebru bana ne olduğunu sorduğunda yüzüne bakmadan halı desenlerini incelemeye devam ettim. ebru ne olduğunu sordukça inatla garip hareketlerime devam ettim… ebru: niye yüzüme bakmıyorsun? – alooo sana diyorum – noluyo ya şaka mı yapıyosun? – X? – bi de bunu mu buldun şimdi? ısrarla gözlerimi yerden kaldırmadım. o masum yüzüne bakmak istemiyordum bu kadının. o gece ona veda mı edecektim bilmiyordum. cebimdeki kasetiyle mi özlemimi giderecektim. vay be ne hallere düştük diyordum içimden. ebru daha sonra yanıma geldi ve gözlerimin içine bakıyordu yandan, kesiyordum onu süzüyordum. içimdeki sevgiyi onlarca part girerek anlattığım bu kadın, başka bir adamla sevi*iyordu. her ellerini tuttuğumda bir mayhoş olan gönlüm, o gece ebru’nun ellerinin yanaklarımda gezmesini istemiyordu adeta. yıkılmıştım o gece, van depremi gibiydi gönlüm, kalbim .. ebru ellerini yanaklarıma atarak; ebru: ne oldu? – ya konuş delirtme beni çevirdim gözlerimi ona doğru. ben suratımı çevirir çevirmez dudaklarını dudaklarımla buluşturdu ebru. itememiştim onu, karşılık vermiyordum ama dudakları hala tatlıydı. ebru dudaklarımı öperken gözlerimi tutkudan değil, onun az önce izlediğim kaset sahneleriyle kapandı. gözlerimi kapattığımda tutkuyu değil, acıyı hissettim. ne çok değer vermişim bu kadına, ne çok sevmişim bu kadını. onunla sahilde el ele gezmek, yağmurun altında ıslanmak ve daha nicesi. bene bunları coşkuyla yaşayıp evde onu düşünürken, geceleri onu düşünüp yatarken bu kadın başka erkeklerle mi olmustu.. inanmıyordum, kabul etmiyordum.. fakat gördüm, burağın gördükleri ve içimdeki şüpheler doğru çıkmıştı. o gece kaybetmeyi kabullenmiş bir loserdim. yıkılmıştım işte, bağırıp çağıramadım, kalkıp gidemedim o evden. duygularını kaybetmiş bir deli gibiydim, ot gibiydim. ebru öpüşmeyi giderek ateşlendirip, bunu ileriye dönüştürmek için elinden geleni yapmaya başladı. doymamış mıydı dün gece oldugu adama? nefretim daha da arttı, pantalonumun cebinde intikam vardı intikam. pantalonumun cebinde onun o adamla kaseti vardı… kaybettiğim duygularım tekrar canlanmaya başladı. ebru’yu sevdiğim bir kadın gibi değil, para verip halledilen kadınlar gibi görmeye başladım. en son ki beraberligimizde aşk buseleri yerini hayvanimsi bir elektiriklenmeye bırakmıştı.. o gece onu halletmeyi kar belledim, ebru’nun dudaklarını öpmüyodum, ısırıyodum. ebru ile ilişkimiz sırasındaki diyaloglarımız ebru’yu çok şaşırtmaya devam ediyordu. ebru’yla o gece onu dover gibi olmustum ebru: ne oluyo sana ben : susss ebru: yuhh ne oldu sana be ben : ne olmuş ebru: bu sertlik ne? içimden(ihanetin bedeli). benim sertliğimle daha da etkilenmisti ebru fakat ben intikamımı böyle alıyordum işte, asıl intikam cebimdeki ebru’nun görüntüleri olabilirdi…

53

unutmuştum burağın ölümünü, geçmişi içimdeki acı. ebru’ya olan intikamımı cinsel yoldan alicaktim,. . . ebru o gece bana hiç olmadığı kadar yumuşak davranıyor, erkeğine tapan bir kadın rolüne giriyodu. sertlikten hoşlanıyodu bu kadın. durmadım . ***************Bazi bolumleri gecmem gerekti***************** (orj okumak isteyen netten bulsun baya yer atladim sansur yapilcak gibi anlatmamis yazar…) çok devam etmedik 3-4 dk kadar sonra buzdolabından çekildik. ebru’dan nefret eden ona sahip olmak isteyen konumundan çıkmıştım, ona son kez sahip olduğum o geceyi değerlendirmek için hiç olmadığı kadar bi durumla birlikteliği sürdüyordum. intikamımı aldığımı düşünmeye başladıktan sonra yaşayabileceğim en büyük talihsizliği yaşadım. Kendimi geri cekemedim. artık onu ebru düşünmeliydi.. ne yapmıştım ben? umrumda değildi… ebru çok kızmıştı bana o gece, ben de ona amaaan diyip kapıyı çarparak evinden çıktım. ne yaptım ben, ne ettim lan ben? sorularını yöenlte yönelte eve gittim. burağın ölümü üzerine sarsılmama rağmen ebru’dan intikam almak için ona hayvan gibi sahip olmustum. eve gidip babamdan burağın hesabını bile soramazdım, yorgundum. ebru’ylaykende geri cekemedim kendimi.. şimdi ne olacaktı? gidecektik buralardan babamla, ebru kendi başının çaresine baksın diyordum içimden. yarın hattımı iptal ettirip, sırra kadem basmayı düşündüm. eve gittiğimde babamı göremedim. telefonla aradığımda babam eve yarın geleceğini söyledi. yarın taşınacaktık saten, babama burağın ölümünden haberdar olduğumu bunun hesabını vereceğini söylediğim de her şeyi benim için yaptığını, üzülmemi istemediği için söylemediğini anlattı. neyse ki o gece 3. şokumu yaşamıştım. burağın ölümü, ebru’nun başka erkekle olması ve ebru’nun içinde dolasan bana ait seyler.. ne lanet bir gündü o öyle, ne igrenc bir duyguydu bu? 1 günde böyle çöküş yaşanır mıydı? uyumadım o gece düşündüm düşündüm… neyse ki sabah oldu. bu gece taşınacaktık bu evden . satıcı kıza bir ayar çekmek lazımdı. uzun süredir görmemiştim onu, dün dışarı çıktığımda satıcı kızın dükkanına bile bakmamıştım. o kıza şuan bişeyler yapmak çok saçma olurdu, akşamı beklemem lazımdı. aklım hala dün gecede idi. ne olacaktı? hamile falan kalırsa ne boh yiyecektik, banane ya , offfffffff , naptım ben, poffffffffff .. neler olacağını tahmin etmek, tahmin bile etmek istemediğim tahammülü çok zor öngörülerdi. öyle böyle akşamı ettik, ben babamın nakliyeyle geleceğini düşünürken, babam eve gelip hadi gidiyoruz dedi. ne olduğumu anlamadım. ben : nasıl yani? babam: oğlum eşyalar burda kalcak, ben fotoğrafları falan sabah paketledim. bize ait, bizi deşifre edicek bir şey yok bu evde. ben : eşyalar nolcak? babam: yav yürü hadi, aşağıda eleman bekliyo senin arabayı o kullancak, sen benimle yeni eve gelceksin. ben : ya eşyalar nolcak? babam: lan oğlum her evde mobilya var, bizi deşifre edicek özel eşyaları toparladık biz sen uyurken. hadi çabuk ben : tamam. arabadan indiğimde kapımızın önündeki 5 tane öküz gibi adamı gördüm. babam elimdeki anahtarı onlara verdi, 4 adam benim arabama bindiler, diğeri de bizle birlikte babamın arabasına bindi… sessizce babama dönerek bu adamların kim olduğunu sorduğum da, takipte olabileceğimizi, eve giderken sıcak bir temas halinde bu adamlarla karşılık vereceğimizi söyledi. vay anasini neler oluyor lan dedim içimden. karanlık bir adamın çocuğuydum, dizilerde gördüğüm olaylı mafya filmlerini anımsatan bir geceydi.. ve yolculuk başladı. tam yarım saat boyunca yoldaydık, o şehirde kalacağımızı söyleyen babama güveniyordum bu konuda. babam sürekli ön aynaya bakarak arkayı kolaçan ediyordu, ben ilk başta bu durumun bizi takip eden babamın adamlarından kaynaklandığını düşündüm. fakat bir süre sonra babam arkasındaki adama dönerek ”şunlara işaret et, arkalarındaki araba dakikalardır bizi takip ediyo” dedi. adam cep telefonu ile birilerini arayıp durumu izah etti. aradığı kişi arkamızda benim arabayı kullanan şoför olmalı. tüm bunları anlamaya çalışırken kurşun sesleri ile irkildim. silah sesleri duyulmaya başladığında babam boş yolda 5. vitesin sınırlarını zorluyordu. ”ne yapıyon, ne oluyo lan?” bu soruları babama yönelttiğimde babam çok sakin bir şekilde bir şeyin olmadığını söyledi.. arka koltukta oturan adam da camı açarak arkaya ateş etmeye başladı. lan lan lan lan. arabammmmmmmm. benim arabayı kullanan grup ile, bizi takip eden grup yolda yan yana çatışıyordu resmen. yol çok genişti, günün 4. şokunu yaşarken, artık kalbim kaldırmayacak gibiydi. kalbim yerinden fırlayacak gibi olduğunda panikleyen ruhum ve bedenim araba ile sarsıldı. arabamız resmen yoldan çıkar gibi oldu. muhtemelen tekerimize sıkmıştı şerefsizler, babam fren pedalını köklediğinde bizi ölümden o an kurtarmıştı. ”Xi al, Xi al” dedi babam ve arabadan hemen indi. adam benim omzumdan tutarak arabanın önüne çekti. evet beyler bu yazıyı saat 3′de yazıyorum o yüzden fazla güzel anlatamıyorum ama o an tarifsizdi. resmen çatışma başladı. bizi takip eden bir arabanın içine tam 5 kişi doluşmuşlardı. sayılarını ancak onların cesetlerini gördüğümde keşfedebildim. arabam maaf olmuştu. babamın elemanlarından ikisi şehitti. tarifsizdi, tarifsizdi emin olun. bir kenara çekilip olayları izliyordum. babam yine birilerini arayıp … yol üzerinde kaldık, 3-4 araba ile gelin dönüşte adamları da alırsınız dedi. yanıma gelip ”korkma oğlum geçti” dediğinde babama çok sert çıkıştım. ” ne korkcam ya sen beni tanımamışsın, sayende her şeye alıştım” dediğimde babam gülerek elemanlarının yanına gitti. 7 tane ceset yatıyordu yol üzerinde, yüzlerine bakmamıştım. adamlar en sakin en tenha in cinin uçmadığı yerde saldırmıştı bize. zaten bunu işlek bir yol üzerinde yapsalar, hem masum insanlar ölür hem de kurtulanlar bile ceza evini boylardı. o gece winner bizdik. yuh dedim içimden, sonunda bunu da yaşadım ya.. benden iyi bir komando olur artık, ölümle burun buruna gelmek, birinin size namluyu yönelttiğini hissetmek çok başka bişey. yeni gelen godomanlarla beraber yeni evimize geldik. köy gibi bir yerdi burası, karanlık gecede görebildiğim tek şey tozlu topraklı 2 katlı evlerdi. son acı dolu ve aksiyonu bol olan 2 ayı yaşamak için, yeni evimize babam ve adamlarıyla adım attım.

54


tam 1 hafta evden çıkmadım, ebru telefonlarımı aramasına rağmen açmadım. bunalıma girmiştim artık, en yakın arkadaşımın göçüşü, ebru’nun başka erkekle olması, peşimizdeki adamlar ve ölümün bana hızla yaklaşması. çekip gitmek istiyordum oradan, ölüme her gün bir adım daha yaklaştığımı bile bile kaldım orada. eylül oldu 1 eylül. sıkıntılı ve karamsar geçen günlerimde tek yaptığım eylem takvim koparmak oldu. oradan biliyordum ayları, günleri. ebru’suz geçen, burağı günler geçtikçe eski mefta yapan takvim yapraklarını.. ne kadar ağlak olmuştum, öylesine özlemiştim ki eski günlerimi. ebru ile aşkı doyasıya yaşadığım akşamları, o akşamlardan sonra burakla beraber şehri turlamayı. kapadım gözlerimi, hayal ettim yine. bu akşam burakla geziyorduk, yarın akşam da ebru ile buluşacaktık. gözlerim anılarıma, hayallerime ağlıyordu. 1 hafta bunalımda takıldım ve 1 hafta sonra artık ebru’dan gelen telefonu açtım.. ebru oldukça öfkeliydi, isyan doluydu bana karşı. ama ben değildim işte, çökmüştü bedenim ve ruhum. itiraz edemiyordum ona, başka erkekle olduğunu gördüğümü söylemiyordum o kadına… ebru: nerdesin sen ya? insanlıktan çıktın iyice ben : taşındık biz son derece hüzünlü ses tonumla yanıt veriyordum ona. annesinden azar yiyen küçük çocuk gibiydim artık. ebru: ne taşınması anlattım ona her şeyi. taşındığımızı falan fişman. ebru çok şaşırdı ve bir hayli tepki gösterdi. kızdı, son yaptığım hatayı hatırlattı, beni yanına çağırdı. gitmek istemiyordum onun yanına, başkasının öpüp kokladığı teninine dokunmak istemiyordum artık. yalan !! dokunmak istiyorum, öpmek istiyorum. tekrar bağlanmaktan korkuyorum sana ebru. gelmemek için bahaneler üretmem gerekirdi ona, çalıştım… yapamadım.. yarın ebru’ya gideceğime ebru tarafından ikna edildim… araştırdım, soruşturdum. babamın eve getirdiği yeni arabayla, ebru’ya gitmemi sağlayan bana yabancı yolları aştım, vardım ebru’nun yanına. vardım ve hiç olmadığı kadar öfkeli olan bu kadının yüzüne baktım. hoşgeldin öpücüğü bile yoktu, öylesine öfkeliydi ki bana karşı. bu kadar merak etmesinin sebebi neydi? beni sevse başka erkekle olur muydu? o güne dair onca diyalog geçti aramızda.. ebru: ortadan kayboluyosun, hiç düşünmüyo musun beni? seni ne kadar merak ettiğimi? ve onca sitem.. hiçbir şey söylemiyodum ona, hiçbir cevap vermiyodum.. gözlerim doldu, taşmak üzereydi. ebru bunu farketti ve sustu… ebru: neden gözlerin doldu? beni hep aksi bir çocuk olarak tanıdı, duygularımın olabileceğini tahmin etmemiş olmalı ki dolan gözlerimi gördüğünde epey masumlaştı. ebru: senin ne derdin var söylemeyecek misin? ben : hangi birini söyleyim? ebru: hepsini anlat dinlerim ben : seni ilgilendiren kısmıyla başlayım o zaman. gözbebeklerimdeki suyun taşmasını önlemek için hemen ellerimle yaşlı gözlerimi silip devam ettim. ben : nasıl yapabildin? ebru: neyi? ağlak bir ses tonuyla, dilimi ısırarak devam ettim. çeşitli mimiklere girmiştim konuşurken.. ben : bu kadar masum gözükebilmeyi ebru artık yaptığı hatayı saklamıyordu. hıçkırıkları ile gözlerini yerden kaldıramamıştı. bense artık ağlamaya ve hırçınlaşmaya başlamıştım. ben : ya bırak ya, yazıklar olsun sana yere bakıyordu, babasından azar işiten ufak kız çocuğu gibi. ben : biliyorum her şeyi, öğrendim. beni eve çağırmadan 1 gün önce pezevenkin biriyle ilişkini, 1 gün sonra hiç birşey olmamış gibi benle yattığını. gözlerini kapadığında, elmacık kemiklerinin üzerinden sızan su benim onca gözyaşıma bedeldi aslında. o da ağlıyordu ben de ağlıyordum.

55

2 gün önceki akşam haberleri dün gece … şehrinde yapılan otopark baskınında 5 kişi hayatını kaybetti. saldırıda otopark sahibi .. ve elemanları .. .. .. .. .. kurtulamadı. karanlık ve siyah bir gece, lodos saçlarımı okşayıp bedenimi savururken, anılarım ruhumu darp ederken ay ışığı ötede güzel duruyordu. rüzgarın şiddeti arttıkça üzerimdeki kısa kollu t-shirt göğsüme çarpıp tekrar balon gibi şişiyordu.. her adım attığımda yorgun gözlerimi yakan esinti hızla yüzüme isabet ediyor adeta anılarımı yüzüme vuruyordu. tıpkı gönlüm gibi simsiyah bir sokak, kaybettiklerime en yakın olan trafo direkleri ve ruhum. avuçlarımın arasında tekerli bir valiz, gözlerimde nem, duştan sonra yeni kuruyan saçlarımda rüzgar, kulaklarımda uğultu, boğazımda yutkunma hissi, omuzlarımda hayal kırıklıklarımın oluşturduğu ağırlık ve yük, dudaklarımda ebru’nun tadı, ellerimde ebru’nun izi, kalbimde ebru ve hafif vicdan azabı, karanlık sokak ortasında rüzgara karşı koyup ilerlemeye çalışan bu yorgunun özeti yüreğindeki sızı.. öyle mayhoş, öyle sakin ki.. kendisine en yakın garaja doğru yürüyor, yarım saatlik bir yol onu bekliyor. anılarını ve yaralarını hesaba katarsak, karanlık sokak onunla bütünleşiyor. hangisine dert yansam burağa mı? babama mı? herşeyi öğrendiğimi söyledikten sonra numaramı değiştirip bir daha konuşmadığım, bana ulaşmasına izin vermediğim, 2 aydır görmediğim ebruya mı? özet: bu şehirden böyle ayrılmaya mı? hiç tahmin etmedim. bir karamsarın bile hayal edemeyeceği sondu bu.. umrumda değil ! babamın tüm servetini 2 aylık süreçte kumarda yemesi ve farklı işler arayışı yüzünden parlarını ve hayatını kaybetmesi. o öldü ! çok mu nankördüm bilmiyorum ama gözlerimdeki nemin sebebi onun ölümü değildi. ebru’nun nefes aldığı bu şehire veda ediyordum, ön yargıyla gelip yaşam tarzımla film çevirdiğim, ebru ile el ele gezdiğim yurdun hangi tarafında olursa olsun görünen dolunaya son selamımı veriyordum. denemiştim. babamı gömdükten 1 gün sonra ebru’nun evine gidip onu gizlice görmeyi denemiştim. tam 2 ay aradan sonra herkesin uyuduğu saatte. sabaha karşı girdiğim apartman kapısından yediğim son kazıkla çıkmıştım. camları kapkaranlık, perdeye kim dikkat eder.. yukarı çıktığımda kapının önünde her seferki gelişimde gördüğüm farklı ayakkabıları göremedim. apartman kapısından çıkıp ebru’nun camına baktığımda, onun daha önce karanlıkta görünen beyaz perdelerini göremedim. çok düşündüm inanın. o an çok düşündüm.. 2 aydır tuşlamadığım, hafızama kazıdığım numaraları çevirmeyi çok istedim. ne kaybederdim ki sesini duyup kapatsam, onu sevdiğimi haykırsam. bu 2 seçenekten sadece birini yapabilirdim, sesini duymak yeterdi bana. yaşadığını, nefes aldığını öğrenmek yeterdi. tuşladım.. 11 tane rakama basıp tüm bunları sonucu bağlayan arama tuşuna dokundum.. kulaklarımı kedere boğan o bot sesi ” böyle bir numara kullanılmaktadır” gidiyorum beyler bayanlar. ölmeyi değil yaşamayı seçiyorum, babamdan kalan 10 bin tl ile hayata başlıyorum. yeni bir hayak düşünemiyorum, sadece yeni yaşantıma dönmek için adımlarımı atıyorum.. hayır hayır sokakta yatmak istiyorum, denizin başucunda içki içmek, dalgalara taş atmak istiyorum. üşüyorum.. rüzgar esmiyor ki, hüzün esiyor içime. rüzgar değil anılarım üşütüyor beni, ebrusuzluk işliyor içime. adım atıyorum fakat sonu hep karanlık karanlık karanlık .. karanlıkta beliren bir ışık gözlerimi kamaştırıyor… gördüm onu gördüm. ebru, babam.. karşımdalar, bana bakıp birbirlerine gülüyolar, samimiler. ”ne oluyo lan” diyorum içimden. zafer çığlıkları, sevinç gösterileri.. hayır hayır hayır olamaz.. hayırrrrrrrrr tahmin ettiğim şey olamaz. oldu, olmuş ..daha orada 1. ayımmış, yeni arabamla ilk trafik kazamı geçirmişim. birkaç gün yoğum bakımda kaldıktan sonra ameliyata alınıp, ayılmak için odaya çekilmişim. hayata merhaba dediğim için sevinmiyorum, ebru’yu tekrar babamla samimi gördüğüm için üzülüyorum. kaza geçirmeden önce nefret ettiğim kadını rüyamda sevmiştim. kim demiş yoğum bakımdaki hasta hayallerini hatırlamaz diye.. ayılır ayılmaz sarılmak, öpmek istemiştim. bir engel vardı ! o kadın hâla babama aşıktı. kendimi toparladıktan sonra hemen eve döndüm, şuan babam bir yığın para gönderiyor fakat ben o hayallerin etkisinden yeni kurtuluyorum. hayata yeniden başladığım için sevinsem mi üzülsem mi onu da bilemiyorum…

FİNAL

sizi hayallerime sürüklediğim için kendime teşekkür ediyorum. bu olayı hayal gördüm diye anlatsaydım kimse umursamadim, anlamazdı yaşadıklarımı. ebru foto ve video için düzenlediğim aldatmaca için kusura bakmayın hehehe.) artık ebru’yu sevmiyorum fakat rüyamda yaşadığım gerçek aşkı real hayatta yaşayamayacağımı biliyorum ve çok param olmasına rağmen kızlara ve kadınlara soğuk davranıyorum. bu hikayenin sonunda yaşadığınız hayal kırıklığı, benim son paragraftaki gözlerimi açışımda yaşamış olduğum hayal kırıklığının %5 i kadar ederi. Yazar:doğal olarak eleştiriler de aldık. hikaye çalmakla suçlandım, romandan alıntılar yapmakla suçlandım. ben başkalarının yaşadıklarını hiç merak etmedim, yaşanmamış olayları taklit edip yetenekleri sayesinde roman yazan yazarları okumadım. yaşadıklarımı yeterince anlatmaya çalıştım. küfür etmekte haklısınız, bana o kadar zaman ayırdınız. teşekkürler dinleyici tayfa sizi unutmayacağım !!! ***************ZAMAN AYİRDİGİNİZ İÇİN TESEKKURLER***************** (Hikayenin yazarina sonsuz tessekkurler)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder