5 Haziran 2013 Çarşamba

http://incihikayeleri.blogspot.com/2013/05/tum-inci-sozluk-hikayeleri_17.html

http://incihikayeleri.blogspot.com/2013/05/tum-inci-sozluk-hikayeleri_17.html

Devlet Sırrı 2


olmaz dedim gizem.
başına bişey gelirse ben ne yaparım.
daha komplike ve işlevsel bi plana ihtiyacımız vardı.

odamın kapısı çaldı.
hasgibtir.
ayşen kp ye kesin haber vermişti.
gizemi de yakmıştım kendimle beraber…

gelen ayşendi.
ama yalnızdı.
hiç bişey demeden içeri girdi.
bişey söylemedim.
halinden anlamıştı söylemek istediği bişey daha vardı.

kp dedi…
seni hep oyuna getirdi.
ona güvenemezsin.
hadi ya dedim.
ben nasıl fark etmedim.
eee…

tek bir çıkar yolun var.
safa ya gidip kp yi satacaksın.
bu dünyadan kurtuluşun yok.
tek yapabileceğin daha uzun yaşamak…
(tinttlf ?, 12.06.2012 00:51)

kız haklıydı. zaten kp binine yeterince kinim vardı.
düşmanına onu satabilrdim.
ama safa bana güvenecekmiydi.
kp yi satan adam beni de satar demeyecek miydi…
bu riske girmekten başka çarem yoktu.
ayşeni gönderdim.
nerde olduğumdan haberin yok beni sil hayatından artık dedim.
aklın varsa kp den de uzak durursun…

gizem ise başka bi otele yerleştirdim.
artık onu gözümün önünden ayırmamaya niyetliydim.
endişe etmeye başlamıştım.
akşam saatiydi.
restaurant ta servis başlamış olmalıydı.
bu kez kalabalık anında gitmeyi tercih ettim.

yola çıktım...
(tinttlf ?, 12.06.2012 00:52)

mekana gittim.
epey doluydu.
ama içerde tekin tipli tek bi adam bile yoktu.
herkes ağır abi havasındaydı.
lan nasıl bi yermiş burası…

mekanda tipiyle dikkat çeken yegane adam bendim.
safa nın adamları önümü kestiler
. konuşmalıyım dedim.
temizim.
safa nın masasına gittim.
başımdan geçenleri anlattım.
kahkahalarla güldü:

-demek benim yeğenimmişsin haaa….

inanmadım tabi ama, tutunacak bişeye ihtiyacım vardı amk.
cevaplara ihtiyacım vardı…
daha toysun evlat dedi.
yol yakınken dön bu yolda.

dönemem dedim. hiç bişeyim kalmadı. artık kaybedecekte bişeyim yok. kp için daha fazla çalışmak istemiyorum. geri dönmeye niyetim yok. sizin içinde uygunsa, sizinle çalışmak isterim...
sen bilirsin dedi. malı ver…
verdim.
bana epey yüklü bi para verdi.
küçük bi çanta dolusu.
madem öyle kp nin payı senindir dedi.
çocuklar seni güvenli bi yere yerleştirsinler. o arabadan da kurtul.
sana güzel bi araba verelim…
(tinttlf ?, 12.06.2012 00:55)

tamam binler mondial konusunda haklısınız. aklıma o geldi. choper desem de inanmazdınız vespa desem de...

havaalanı kapatılma konusnu bende bilmiyorum. önlem olarak sanırım. dünya genelinde tüm havaalanları kilitlenmiş.. hiç merak etmedim. bi araştır bakalım...
(tinttlf ?, 12.06.2012 00:57)

bu arada devlet sırrı kısmını açıkladım. isteyenler sağdaki ilk çıkıştan tali yola geçebilir. ileride anlatacaklarım, neden bu işte benim kullanıldığım, bay x'e ne olduğu, ileride ne olacağımla falan ilgili... merak edilmediyse anlatmayı kesebilirim. zira ziyadesiyle uykum geldi...
(tinttlf ?, 12.06.2012 00:59)

artık daha çok param vardı ama hayatımdan daha çok şey eksilmişti.
biliyorum…
gizemi almaya gittim.
yeni evime arkaürdüm.
dayalı döşeli lüks bi evdi.
içeri girdik…
onu o kadar özlemiştim ki kapıyı kapatmayı bile bekleyemezdim.
bi nebze olsun kafam da rahattı.
o da beni rahatlamış görünce gevşemişti…
kapının önünde sevişmeye başladık…
sonra salona geçtik.
2 gündür tuz yedirlip dereye salınan koyunla gibi susamıştık resmen ikimizde…
bu yaptığımız şey insanca değildi.
resmen hayvani iç güdülerimizle sevişiyorduk.
koltukta uyuyakalmışız…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:00)

sabah safa nın mekanına gittim.
çünkü öyle söylemişti.
bunlar adet buymuş.
mesai ye başlanırmış her gün.
gizemim o kadar tatlı uyuyodu ki..
ben öküz ilk defa bi incelik yapıp baş ucuna not bile bırakmıştım.
safa bey daha gelmemişti.
elemanlar oturduk biraz.
tipimde ötürü yadırgasalarda fiziğim sayesinde asla gerilerinde değildim.
safa bey 11 gibi geldi.
beni görür görmez çağırdı.

gel bakalım antonyo…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:02)

cevap verdm beyler zaten. meşgul etmeyin amk. yazıyoruzz...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:03)

ne yapmak istiyorsun. seni ekibimde isterim.
gençsin. gözü karasın. kuvvetlisin.
ama ne senin ne de kendi düzenimi bozmak istemiyorum…
konuşmasından bunu daha önce düşündüğü belliydi…
siz ne düşünüyosunuz safa bey dedim.
yine nakliye dedi.
bildiğin işi yap.
olur dedim. ama ilk hedefim kp olacak.
ondan mahvettiği hayatımı geri alana kadar biraz güçlenmeliydim.

emredin safa bey…

bekle dedi kaan'da gelsin…
tamam dedim soru sormadım. işte şimdi bay x’i oynamanın tam zamanıydı…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:04)

birazdan benden çok büyük olmayan biri geldi.
safa bey masaya çağırdı.
hadi bakalım dedi.
tanışın artık birlikte çalışacaksınız.
oh be amk.
yalnızlıktan bıkmıştım.
bu elemanla anlaşırsak süper olurdu.
yok anlaşamazsak…
bi falezden yuvarlardım amk…
eywallah birader dedim.
antonyo ben…
mekanda takıldık biraz…
sonra safa bey bizi çağırdı.

içeri seslendi

sebastian…!!!

hay amk bini daha ölmemiş miydi bu adam…
sebastian elinde bi paketle geldi.
bu kez büyük bi paketti. alışık olmadığım tarzda..
kaan bi çanta alıp içine koydu hemen. alıcı kim patron…
tecrübeli olduğu belliydi. afallarsam destek olur dedim.

bize bi kağıt verdi…

izmire gidiyorduk…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:06)

eve uğradım.
gizeme izmire gitmem gerektiğini en kısa sürede döneceğimi söyledim.
istersen sen de nevşehir e dön. burada beklemeni istemiyorum.

tamam dedi sen nasıl istersen.

döndüğünde haber ver dedi. yine gelirim. para verdim yanında bulunsun diye…
almadı..
otogara bıraktım.
sonra eve geri gelip kaanı aradım…

-gel beni evden al.. hazırım..!!
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:07)

arabaya yola çıktık.
sabaha karşı vardık izmire.
yorgunduk.
kalacak bi yer bulalım dedim.
sür dedi düz devam et.
adam gelmiş daha önce.
biliyodu herhalde diye düşündüm.
bi yer tarif etti.
gittik.
küçük bi moteldi.
bi oda tutup öğleye kadar dinlendik.
sonra yeniden yollara.
kadifekale civarından bi yerdeydik.
ben pek iyi bilmiyordum.
zaten otelden çıkarken de kaan geçmişti direksiyona…
sonunda utandırıcı kuryesi de olmuştum.

ama bu olduklarımın içinde belki de en masumuydu…

zaman geçtikçe büyüyor daha acımasız biri oluyordum…

izmirde bi sorun yaşamadan antalya ya döndük.
gizemi aradık.
artık onu sevgilim olarak kabul etmiştim.
resmen hesap vermeye başlamıştım.
ama pek alıştırmasak daha iyiydi.
kız benim bu halimi sevmişti amk.
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:08)

antalya da ufak tefek işlerle uğraştık bi müddet.
sonra safa bey kaanı ve beni yanına çağırdı.
yarına hazır olun çocuklar.
büyük teslimat var.
ilk uçakla van’a gidiyorsunuz.
ordan karayoluyla iskenderuna gidip yükleme yapıcaksınız.
geminizin adı “denizhan – 2”.
bu iş hiç hoşuma gitmemişti…
kp nin bağlantıda olduğu adamlara teslimat yapacaktık.
endişemi safa beye bildirmedim.
ama kaana anlattım.
sorun değil dedi.
senin kız arkadaşın yok muydu nevşehirde.
sen oraya geç ben iskenderuna.
sonra buluşup antalya’ya döneriz…
zeki çocuktu vesselam…
gizemi de uzun süre olmuştu görmeyeli.

bu iş iyi gelecek gibiydi bana ama…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:11)

beyler bitircem bu gece merak etmeyin az kaldı.
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:11)

van’a geçtik.

her şeyin tıkırında olmasını umarken sınırda tırın bi problem yaşadığı haberini aldık.
teslimat gecikecekti.
bu dağhan ve denizhan kardeşlerin de hoşuna gitmeyecekti.
safa beye haber verdik…
bi şekilde halledeceğini söyleyip kapadı telefonu.
öyle de oldu…

teslimat umduğumuz kadar gecikmedi…
tıra biz de atladık.
malatya ya kadar tır da gittik.
ben malatya’da inip otobüsle nevşehire geçtim.
gizeme sürpriz yapmak istemiştim…
aradım.
hemen açtı…
ulan sanki kız her an benden telefon bekliyordu..
ömrünü gibtik be kızın dedim kendime…

neyse.

nevşehirdeyim dedim seni görmeye geldim…
o kadar sevindi ki…
nerede olduğumu sormadan telefonu kapattığını hatırlıyorum.
sonra tekrar aradı tabi * .
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:13)

kaan aradı…
yarın sabah yola çık…
adanaya git.
orda buluşuruz.
tamam dedim.
gizem bu duruma sevinmese de…
beni görebilmiş olduğu için mutluydu…
geceyi birlikte geçirdik.
ateşli geçmişimize yeni bir sayfa daha ekledik.
yırtıcı bi hayvan gibiydi…
elim ayağım boşalmıştı.

ertesi gün adanaya doğru yola çıktım…
kaan buluşup antalyaya gittik.
bi sorun olmadığını söyledi.

teşekkür ettim.

arkaümü kurtaran biri daha olmuştu sonunda…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:14)

safa bey teslimattan memnundu…
bizi yine ihya etmişti…
yüklüce bi miktar para aldık.
bu kez aklımda gizem vardı.
bi kısmını ona yolladım…
kaanla iyi dost olmuştuk.
akşama hazır oldu dedi.

biraz eğlenmeye hakkımız yok mu???

tamam dedim. soru sormaktan hoşlanmam.
anlamışsınızdır…
akşam oldu. kaan beni aldı…
bi eve gittik. kaanın arkadaşlarıymış.
ortam güzel demişti…
öyleydi de…
4 tane kız vardı…
bir de berkle ben…
gecenin eğlenceli olacağı belliydi..
yanımızda içecek bişeyler arkaürmüştük.
kızlarla hemen kaynaştık. sohbete başladık…
muhabbet güzel geçiyodu…
saat 3 ü geçmişti…
şimdilik gibişme niyetinde değildim..
biraz daha sosyal ihtiyaçlarımı doyurmak istedim.
kapı çaldı. tedirgin olmuştum…
bi kez daha çaldı…
kimse umursamamıştı…
benden başka duyan yoktu sanki.

ya onlar çok içmişti ya da ben…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:16)

baksanıza lan kapıya dedim…
nilaydır ya o takma sen dediler.
birazdan kapı anahtarla açıldı.
başka bi kız daha gelmişti…

salaş bi tarzı vardı. hiç tarak değmemiş gibi görünen saçları…
az daha uğraşsa rasta olucaktı….
kzılardan biri sızmıştı…
nilay koşarak geldi.
yerde yatan kızın kıçına tekmeyi vurdu:

-hanginiz gibtiniz lan bunu… bayılmış kalmış…

vay amk. kızın tavrı da tarzı kadar değişikti.. hemen yanıma geçip oturdu.

-versene bana da bi bardak.

kendi bardağımı verdim… aldı direk kafaya dikti, sonra bana dönüpi ben nilay dedi…
eyvallah dedim bende antonyo…
sonra muhabbet etemeye başladık… o kadar sarmıştı ki muhabbeti.
hem çok çekiciydi hemde sanki asker arkadaşı gibi…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:17)

“bu kızlar işini bilmiyolar abi. bacaklarını açıp yatmayı bi tak sanıyolar.. sonra çocuklar bunları aldattı mı suçlu oluyolar… aldatır tabi nabıcaktı adam…”

“hem arkadaş ayağı yapıyolar hem birbirlerini gibiyolar… ben öyle işi sevmem abi. bana düz olucak adam.. neyse o. arkadaşıma mı yazıyosun. o zaman başkasına yazmicaksın bu ortamda…”

ne diyodu lan bu kız…
ortaya konuşuyodu gerçi…
kafası zaten güzeldi…
ama acayip sarmıştı muhabbeti…
hatta bi ara bana dönüp hangisini gözüne kestirdin sen bunlardan, hangisini gibmeyi planlıyosun dedi…

yok dedim ya ne gibmesi…
öyle bi niyetim yok…
bak gözün bendeyse hiç havamda değilim….
hay amk ya…
kafayı yedirtmişti kız lan.

kamera şakası gibiydi…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:18)

o gece nilayı gibemedim. ama diğer kızlardan birini gibersem bana vermeyeceğini anlamıştım. hedefidmde nilay vardı. çalıştığı barı öğrenip bi gece kaanla oraya gittik.

epey neşeliydi o gün de…
zaten hep neşeliydi kahpe.
çok çekiciydi amk.
bardaki özenli çalışması bana bi sanatçıyı anımsatmıştı…
bu gece bu işi bitirmeliydim…
sohbet ilerlemişti. berk bi bahaneyle sıvıştı.
boş durmazdı bin.
biliyodum kızların evinde gibişe gitti.
ama inanın nilay bana evdeki 4 afetten daha çekici geliyodu.
hiç bekletmeden sordum:

-çıkışta napıyosun?

-neden dedi bi işimiz mi var?

-belki dedim. sen napıyosun onu söyle…

-genel olarak eve gidiyorum…

-iyi dedim genellemeleri boz o zaman bu gün başka bişey yapalım…

-mesela?

-bana gidelim…

-sen niyeti bozdun yani gel seni gibeyim diyosun…

-bu senin gecenin devamındaki tavırlarına bağlı dedim…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:19)

özgüven göstermem hoşuna gitmişti. tamam dedi. çıkıp bana gittik. bi kaç kadeh atıp malum icraata girdik. ama agalar böyle bişey olmaz.
kız boşuna demiyormuş bu kızlar işini bilmiyo diye… kız işini biliyomuş ki başkasına tak atıyomuş amk. o kadar çok boşaldığımı hiç hatırlamıyorum. sanırım sabaha karşı 5 kilo vermiştim…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:20)

ertesi gün mekana gittim.
safa bey çok erken gelmişti.
gel bakalım antonyo dedi. kaan nerde.
bilmiyorum efendim dedim.
birazdan gelir.
yaklaşık yarım saat 45 dk sonra da kaan geldi…
oturun bakalım dedi.
gergindim…

iskenderunda kaan sevkiyat yaparken sen nerdeydin antonyo…
hasgibtir…
sıçmıştık. bu işten sıyıramazdım.
gerçek sebebini anlattım…

-benim sevkiyatıma sence kp denen çapulcu müdahele edebilir miydi?

-haklısınız dedim. amatörlük yaptım. özür dilerim…

kp ile arandaki sorunu çöz antonyo.
yoksa her karşına çıktığında böyle kaçacak mısın?
kararını ver ve bana bildir..

tamam mı devam mı antonyo?

tamam mı devam mı???
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:21)

antalya da bunca zamandır çalışıyor olmamın tek bir sebebi vardı…
kp den intikam almak…
kararımı vereli uzun zaman oluyordu…
safa beye gittim.
durumu anlattım.

-nasıl bi intikammış bu?
dedi…

-kp bence yeterince pisliğe bulaştı. daha fazla yaşamasının kimseye bir faydası yok… emin misin dedi. sen tetikçi değilsin oğlum… kuryesin…

eminim safa bey dedim.
bu iş artık bitmeli…
sen bilirsin dedi.
neye ihtiyacın varsa sebastiana git.

sana yardımcı olur…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:22)

durumu anlattım.
hayatımda hiç silah taşımamıştım.
anlamazdım da zaten…
sebastian bana küçük siyah bi silah verdi.
isminin glock olduğunu öğrendiğimde benim için çok geç olacaktı…

sebastian a sormam gerekn bi kaç şey vardı.
o hep ketum görünürdü ama bu işleri en iyi de o bilirdi.
kp yi nasıl bulurum dedim…
akşama kadar bekle dedi.
ben sana bulurum.
buldu da…
konyadaymış.
yine bir kazıda…
teşekkür ettim.
herkesle helalleşip antalyadan ayrıldım.
bi daha asla geri dönemeyecktim.
gizemi görmeden bunu yapamazdım.
önce onun yanında gittim.
çok uzun görüşmedik…
helalleştim.
birbirimize söylediğimiz son sözler seni seviyorum olmuştu…
konyaya geçtim.
kazı alanının neresi olduğunu tahmin etmek zor olmadı.
alana girmedim.
ama giriş çıkışlarda kp yi tespit etmeye çalıştım.
2. günün sonunda görmüştüm.
siyah bi arabayla çıkmıştı alandan.

peşine takıldım…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:24)

bi eve girdi… geceyi beklemeye başladım.

sat geç olmuştu ışıkları hala açıktı.
işıklar kapanmadan gitmeliyim diye düşünüdm.
daha geç gidersem kıllanıp kapıyı açmayabilir.
çıktım.
kapıya baktım.
dürbün yoktu…
zile bastım.
kim o deseydi, iyi akşamlar hocam rahatsız ettim diye başlayan bi cümle hazırlamıştım bile ama nası bi özgüvense bin kapıyı direk açtı.
dirseğimle iterek içeri girdim


hesap günü dedim ey huur çocuğu…
şimdi bana her şeyi anlatıcaksın…
tamam antonyo dedi sakin ol.
anlatıcam. lütfen bi delilik yapma…

anlatmaya başladı.
amcan dedi…
amcamı gibtirtme bin kurusu yemezler artık onu dedim.
hayır dedi amcan…
yaşıyordu…
ve seni ona karşı kullandığım doğruydu…
sen olmasaydın, bu işe girmezdi…
deşifre olmaman için amcan öldü antonyo.
ve sırf bu yüzden benim yaptıklarıma göz yumdu…
kimdi lan o zaman amcam huur evladı…
söylesene kimdi…
bay x dedi.
fark etmemiş olamazsın…
düşünmeye başladım.
beni hep korumaya çalışmıştı.
avrilden uzak durmamı söyleyen oydu
kp ye güvenmememi söyleyen
ayşenden uzak durmamı söyleyen…

öldüğü gece de çok telaşlıydı.
beni korumak için uğraşmıştı evet.
ama bu sadece birlikte çalıştığım bi adamın da yapabileceği şeyler olamaz mıydı?
amcan öldüğünde dedi, yani bay x, tüm bağlantılarımı kaybettim dedim hatırlıyor musun antonyo.
asıl işi yapan amcandı.
91 yılında safayla ayrılan oydu.
ben değildim. 80 sonrası kamplarde eğitim alan oydu.
onu tekrar oyuna dahil etmek için senin de işin içine girmen gerekti…
o da senin gibi mecbur kaldı.

sanırım bu yüzdendi isteksizliği, bu yüzdendi soğukluğu, bu yüzdendi seninle hep az ve öz konuşması…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:26)

peki dedim neden?
neden öldü…
bu işin içinde dedi sadece sen ve ben mi arım sanıyorsun?
amcan, safa bey?
bu işin içinde daha çok adam vardı antonyo.
ve çok adam öldü.
bay x dedim?
amcam?
o neden öldü.
sana her şeyi anlatmayı düşünmüştü.
son zamanlardaki hareketleri…
mecburdum…
orrrospu evladı şerefsiz…
bay x’i öldüren kp idi.
ve gerçekten ölmeyi hak etmişti.
son duanı et dedim it oğlu it.
yolun sonuna geldin…

hatırlıyo musunuz binler.. utandırıcı taşıdığımızda bişey demiştim… utandırıcı kuryesi oldum sonunda ama ilerde olacaklarımın yanında bu hiçti diye. işte onlardan biri buydu.
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:28)

olay hiç te filmlerdeki gibi olmadı.
kurşun kafasında küçük bi delik açar diye umdum ama resmen kafasının yarısı halıya sıvanmıştı. her yer beyin parçasıyla dolmuştu.
kusmak üzareydim.
temizlemek zorunda kalmak istemiyordum ve burada bir an önce çıkmalıydım.
kapıdan çıkarken bir şeye dokundum mu dye düşündüm.
girerken kapı dirseğimle itip ayağımla kapadığımı hatırlıyorum.
parmak izi bırakmamıştım.
kapıyı parmak izlerimi bulaştırmadan açıp çıktım.
kapatma gereği duymadım.
arabaya atlayıp afyon yoluna sürdüm…

artık bi katildim.

ve eğer bir gören olduysa aranan da bir kaçak.

aklıma bir tek datça geldi.
orada bir arkadaş grubum olmuştu.
beni sahiplenen.
hem motorumda ordaydı ve unutmamıştım.
gidip faruğa sığınmalıyım dedim.
afyon-çayı geçtiğimde sakinleşmiştim.
dikkat çekmemeye çalıştım.
ertesi sabah 7 gibi varmıştım.
faruğu bulmalıydım.

evine gittim...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:29)

faruk uyuyodu hayvan oğlu hayvan.
yanında da iki tane karı vardı.
evi bildiğim için arkadan dolanıp girmiştim.
faruğa vurdum kalk lan bin ben geldim.

uyanınca biraz anasını gibmişsiniz gibi davranır.

ayılmasını bekledim.
vay kardeşim hoş geldin moduna geçtik.

bi süre buradayım kanka dedim.
misafirinim anlamam…

tamam dedi başım üstüne…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:30)

karşılıklı bi kahve içtik…
sohbet ettik.
ben ona olmayan okulumdan bahsettim o bana gibtiği karılardan.

öğlen olmuştu gizemi aradım.

-nerdesin

-istanbuldayım. bişey mi oldu.

-telefonda olmaz. nevşehire gideceğin zaman haber ver.

-tamam deyip kapadı.
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:32)

safa beyi aradım:
durumu anlattım. peki evlat dedi.
ben durumu araştırırım.
seni haberdar ederim.
güvende misin?

________________________________________________________

bir saat kadar sonra aradı.
kp dedi.
bi kaç hafta önce birileriyle dalaşmış.
adamlar silah çekmişler.
muhtemelen bi kaçakçılık konusu.
polis onlardan şüpheleniyo.
aferim hiç iz bırakmamışsın.
keşke seni başka pozisyonlarda görevlendirseydim…

güldüm.
ama ağlamak üzereydim.
bi adam öldürmüştüm…
katildim artık…
bişeye ihtiyacın var mı dedi…
şimdilik yok efendim dedim.
ama olduğunda tek başvurabileceğim kişi de sizsiniz.
silahtan kurtul evlat dedi ve ekledi

iyi şanslar…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:33)

silahtan kurtulmam zor olmadı.
denize biraz açılıp attım.
bi daha da kimse görmedi kendisini.
gizemden haber bekliyordum.
bir şeyler yapmalıydım.
bi kaç gün sonra gizem aradı.
finallerinden önce annesini görmek için gittiğinden falan bahsetti.
kızın dersi vardı.
hayatını daha da mahvetmek istemedim.
gel diyemedim.
ama o ısrarla nerdesin dedi.

seni görmeye ihtiyacım var…

bi kaç gün sonra gizem geldi…
faruğun yanında ayrılıp yeni bi apart buldum.
gizemle bi kaç gün takıldıktan sonra onu yolcu ettim.

beklemeye başladım...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:34)

1 hafta sonra safa bey aradı.
müjde evlat.
senin kp hocanın davasında bi şüpheli yakalamışlar.
senin adın veya eşgalin hiçbir yerde geçmiyor.
aferim sana.
teşekkür ederim efendim dedim.
bi maruzatım var.
ne diyeceğimi anlamıştı.

aynı hesap mı dedi…
evet dedim.
artık kendi başınasın antonyo dedi.
istediğin zaman ziyaretime gel.
ama bir daha bu işlere bulaşma.
artık tek derdim gizeme kavuşmaktı.
sınavların bitmesini bekledim.
koşarak geldi sanki yanıma.
tuttum elinden yürü dedim gidiyoruz.
nereye dedi.
hayatında hiç gitmediğin bi yere.

benim de öyle…
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:35)

evet benimde hayatımda hiç gitmediğim bi yere…
en azından bu hayatımda…
bambaşka biri olduğum hayatımda…
yürü dedim bize gidiyoruz…
evime o kadar uzun zamandır gitmiyordum ki…
ne yüzle gitsem bilemedim…
ama buna cesaret etmek zorundaydım.
arabayla fazla yol yapmak istemedim.
yaz yaklaşmıştı nasılsa buraya tatile geliriz diye arabayı faruğa bırakıp gizemimide motorumun arkasına alıp düştüm yollara.

ver elini memleket...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:36)

gittiğimde hoş bi durumla karşılaşamayacağımı biliyordum. ama bu… beklediğimden çok fazlaydı….

eve gittim kapıyı çaldım. açan annemdi. yaşadığım his ve annemin görüntüsü aradan 20 yıl geçmiş gibiydi.
kadın yaşlanmıştı resmen.
kardeşim büyümüştü.
iki si de kapıda donup kaldılar.
annemle sarıldık
uzun zaman sonra ilk kez ağlıyordum.

babam dedim… babam nerde?

annem daha da fazla ağladı.

babam…

o beni sevmediğini düşündüğüm
sert tavrı yüzünden hep küfrettiğim
hatta üvey olduğumu bile düşünmeme sebep olan babam
benden haber alamadıklarında fenalaşmış
iki kez kalp krizi geçirmiş
daha fazla dayanamamış
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:36)

ve ben. lisede sırf cesur bir tavrı var diye çekici bulduğum bir kızın peşinde, dünyanın 4 bir tafaında harap olmuş bitap düşmüş, eğitimini, sporculuk kariyerini, babasını her şeyini kaybetmiş biriydim artık. bir hiçtim. bir kaçakçı bir katil. yaşama umudu sönmüş bir zavallı. artık tek bir amacım vardı. annem ve kardeşime bakmak. tabi gizeme de….

ama öyle olmayacaktı... geçmişim peşimi bırakmayacak, bu pislikten kurtulduğumu düşünürken, yıllar sonra, bambaşka bir yerde, bambaşka şeylerin içinde bulacaktım kendimi. ama şimdi değil...

şu an değil antonyo...

___________________________________son???_________________________

2. sezon için düz devam ediniz...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:38 ~ 16.06.2012 01:50)

devamı var tabiki pampa lar... son parçaya ve ilk parçaya bkz gircem...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:43)

geç oldu beyler ben yatar. çember tuvalli kızıl tabloda görüşmek üzere...
(tinttlf ?, 12.06.2012 01:47)

salak yemin ederim geri zekalı bu çocuk. sanki diretiyoruz gerçek diye amk. ne malmışsınız arkadaş. kimsenin bilmediği değerli bi mücevherin kaçkçılığını yapıyorum, utandırıcı da taşıdım, hatta bi de adam öldürdüm, sonra geldim buraya yazdım amk. aferim cinyıs shatze...
(tinttlf ?, 12.06.2012 04:19)

@1138...

eeee gerçektir mi demişim at kafası?
(tinttlf ?, 12.06.2012 11:38)

gece yarısını bekleyin...

_________official trailer_____________________

çember tuvalli kızıl tablo...

bir tinttlf prodüksiyonu.
all rights reserved

baş rollerde:
antonyo ve gizem

antonyo, pervasızca yaşamaktan bıkmış, yaptığı hatalardan ders almıştır. bir daha eski günlerine dönmemeye ant içer. baba ocağına dönmüş, ölen babasının yasını tutmakta ve ailesinin geri kalanına göz kulak olmaya çalışmaktadır. hiç ummadığı bir gün telefonu çalar. arayan uzun yıllar sonra ilk kez sesini duyduğu eski bir dosttur. onda, kendisine ait bir şey olduğunu söyler. başta fark etmese de, o günden sonra hayatı bambaşka olacaktır. o kadar ki, eski hayatına dönmek için bile yalvaracaktır...

çok yakında...

_______________________________________________
(tinttlf ?, 12.06.2012 16:02 ~ 20:01)

reserveleri buraya alın lan diğer başlığa değil...
(tinttlf ?, 12.06.2012 16:38)

beyler hikayenin devamı için gece yarısını bekliyorum. bu gece olaylar olaylar... ortalık karışacak hazır olun:d
(tinttlf ?, 12.06.2012 18:49)

bir iki parça atıp yemeğe gitcem binler. fazla geç kalmayalım. herkesin işi gücü oluyo.. yarın işe gidicek arkadaşlarımız var...
(tinttlf ?, 12.06.2012 21:34)

______________çember tuvalli kızıl tablo_______________

bölüm-1

2008 yılı kış aylarıydı.
annem, gizem ve ben uzun yıllardır sessiz ve sakin bir hayat sürüyorduk.
annemin sağlık durumu pek iyi olmasa da, bizi mutlu gördüğü için idare etmeye çalışıyordu.
aradan geçen yıllarda, gizemle işler ciddileşmiş, hatta annelerimiz bile tanışmıştı.

gizemin annesi tülin hanım, apartmanlarına taşındığımda beni pek sevmemişti biliyorum.
ama sonradan tavırlarlarında gözle görünür bir değişme olmuştu…
bunun sebebi gizem miydi?
yoksa bıçaklanığım geceden sonra bana acımış mıydı?
bilmiyorum.

ama değişmişti.
ben sevdiğini bile hisseder olmuştum.
başımdan neler geçtiğini bilse, ya da kızını ne işlere bulaştırdığımı…
benden nefret eder hatta

öldürebilirdi bile…
(tinttlf ?, 12.06.2012 21:36 ~ 21:37)

gizem okulunu bitirmiş, orta halli bir firmada satış kontrol elemanı olarak çalışıyordu.
bense geçen zaman içinde, bir üniversitede, sevmediğim halde edebiyat bölümü bitirmiştim.
drama ve sahne sanatları üzerine yüksek lisans yapmak için uğraşıyordum…
hayatım rutine girmişti anlayacağınız.
sakinleşmişti.
bir anca okulu bitirip, belki de evlenmeyi düşünüyordum.

o gece aldığım telefon, tüm hayatımı değiştirecekti…
(tinttlf ?, 12.06.2012 21:37)

sakin bir kış akşamıydı.
gizemle yaptığımız telefon görüşmeleri, aradan geçen zaman uzadığı için, yani birbirimiz görmyeli çok olduğu için, uzamaya başlamıştı.
bu durum sinir bozsa da, bunu ona anlatamıyordum.
gece yarısına doğru telefonu kapattık.
hemen ardından telefonum çaldı.
yıllardır sesini duymadığım eski bir dosttu bu…
sesi son derece sakindi.

ilginç bir şekilde sakin…
(tinttlf ?, 12.06.2012 21:38)

-neredesin olum. saatlerdir seni arıyorum…

pardon kimsiniz?

- sebastian…

vay anasını… yıllardır haber almamıştım kendisinden. bana çok yardımı dokunmuştu. neredeyse bay x kadar. ama merak etmeyin, sebastianla asla akraba çıkmayacağız.

bende sana ait bir şey var…. dedi.

şaşırmıştım.
ne diye sordum.
telefonda olmaz dedi.

buraya gelir misin?

gelemem dedim. çok yoğunum.
aslında değildim.
sadece antalya’ya gitmek istememiştim.
torosların diğer tarafı, benim için kötü anılarla doluydu…
tamam o zaman dedi.
ben seni ziyarete gelirim.

birkaç gün içinde…
(tinttlf ?, 12.06.2012 21:39)

beklemeye başladım. kafamda sorular uçuşuyordu.
bana ait ne olabilirdi ki elinde?
ayrıca neden şimdi vermek zorundaydı?
neydi o elindeki?
neydi?

uzun zamandır böyle çetrefilli düşüncelerle yormamıştım kafamı…
ama böylesi düşünmeyi özlediğimi fark ettim.
arkası belli olmayan tehlikeli durumlara, çözümler aramayı…
mazoşist bi yanım var galiba diye geçirdim içimden.

sabırsızdım…
(tinttlf ?, 12.06.2012 21:40)

devam etcem binler... sakin olun...

millet bi toplansın kimler gelmiş göreyim...
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:34)

tamam tamam binler. 4-5 kişi olsanızda bana yeter. devam ediyorum...
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:46)

sebastian bi kaç güne kadar geldi.
aradı.
buluştuk. anlatmaya başladı:

-elimde sana ait bişey var.

-elinde bişey yoktu amk. ayrıca anladık da aga ne var?

- burada veremem dedi. minibüse geçelim.

siyah vito’ya bindik.
sebastian bana halleniyo diye içimden geçirmedim desem yalan olur amk.
yuvarlak bişey çıkardı.
bi kumaşla kaplıydı.
yaklaşık 1 metre çapı olan, çember bir levha gibi.
hani şu 19 mayıs törenlerinde kızların gösteri yaptığı şeylere benziyordu.
bu ne abi dedim.

açtı…
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:47)

bu bir resimdi.
bir tablo.
ama çok farklı bir tablo.
kırmızı renk ve tonları kullanılarak yapılmış.
arka plan oldukça fluydu.
ayrıntılarıyla aktarılmamıştı.
ortada beyaz veya krem renkli bir elbise giymiş olan, açık renkli saçlarıyla, çok güzel bir kadın resmedilmişti.
sanatla aram vardı az çok.

hemen birkaç fikir yürüttüm...
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:48)

kıyafetleri, orta çağı andırıyordu.
çok zengin biri olmadığı, giydiklerinden anlaşılıyor.
özensiz bir şekilde oturmuş.
modellik yapmak istemiyormuşcasına.
elinde bi bez vardı.
ne anlama geliyordu acaba?
sıkı sıkı tutmuştu?
ama kırmızı rengin sebebini anlamıştım.
orta çağ dönemindeki kötü şartlara bir gönderme olabilirdi bu.
malum kırmızı akla ilk kaos ve ölümü getirirdi.

aşk’ı da tabi.

ama bu tabloya bakıp aşk’ı görememiştim.

bu kadar güzel bir kadın gülmüyorsa, kötü giden bir şeyler olmalıydı…
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:49)

bu senin… d
edi sebastian.

bay x tüm mirasını sana bıraktı.
benim aracılığımla.
neden dedim yıllar sonra gelip söylüyorsun bunları?
her şeyi öğrendiğinden ve tamamen güvenli olduğundan emin olana kadar söylememi istemedi.

ancak,
bu işleri bırakacağını biliyordu.
kendine yeni bir hayat kurduktan sonra getirmemi istedi.
sadece bu değil.
yurt içi ve dışında birkaç da daire var.
ayrıca yüklü de bir miktar para.

hepsi senin için. ...
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:50)

tamam da abi dedim.
ben bu hayatı kuralı, tamamen diğer şeylerden kurtulalı en az 6 yıl oldu.
neden şimdi?

bir şey daha var dedi.

bu tablo, çok eski…
ve gizemli…
kimin yaptığına dair kimsenin bir fikir yok…
bir ara araştırmacıların eline geçmiş…
sergilemeden anlamak istemişler.
sonra çalınmış.

bay x’le , kp’nin parmağı olabilir.
olmaya da bilir.
bilemiyorum.
ama soruşturdum.
çalındıktan sonra bakanlık, araştırmayı yapan yabancı ekibe kesmiş cezayı.
çok büyük bir miktarmış…
tablonun değerini sen düşün…
seninle güvende olacaktır.

benimleyken değil…
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:51)

tamam dedim.
eve geldim.
ama bu iş içime hiç sinmemişti.
kötü bi his vardı içimde…
tabloyu biraz daha inceledim.
çok ilginçti…
baktıkça gerildiğimi hissediyordum.
inceledikçe yeni bir ayrıntı çarpıyordu gözüme.

her şeyden önce o kız…
o kadar mutsuzdu ki…
mona lisa aklıma geldi.
onun en azından bir yarısı gülüyor dedim.
bu kız hiç gülmüyordu.
bordodan, pembemsi kırmızıya kadar uzanan koyuluklarda yapılmış bir tablo…
ilginçti.

ayrıca neden köşegen bir tuval değil de çember şeklinde bir tuval kullanılmıştı??
(tinttlf ?, 12.06.2012 22:52)

millet toplansın diye ağırdan alıyom beyler.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:02)

tamam beyler sakin...

devam...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:16)

tabloya baktıkça geriliyordum.
saate baktım.
3e gelmişti..
ne ara bu kadar zaman geçti amk dedim.

takribi 3 saattir tabloya bakıyormuşum…

karşıdaki tekli koltuğa bıraktım tabloyu.
yattım.
ama huzursuz olmuştum.
kalkıp ters çevirdim göremeyeceğim şekilde.

uykuya dalmışım…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:17 ~ 23:18)

kan ter içinde uyandım…
bi kış günü bu kadar terlemiş olmam neredeyse imkansızdı amk.
kabus görmüştüm ama neydi?
hatırlamıyorum..
saate baktım.

3’tü…

saatlerce yatakta dönüp, yatağa girdikten en az bir saat sonra uyumayı başarabilen biri olduğum için, şaşırmıştım.
ne ara uyumuştum?
ne ara kabus görüp bu kadar terleyip geri uyanmıştım.
ki gördüğüm rüyayı da hatırlamıyordum ki, bu da ilginçti…

bunun için genelde derin uykuda olmanız gerekir…

tekrar yattım...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:19)

@1222 ediyoruz işte amcık.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:19)

birinin bacağıma dokunduğunu hissettim.
bir şey olmuştu.
uyanmak istemiş uyanamamış, bağırmak istemiş sesimi çıkaramamıştım…
ne gördüm hatırlamıyordum ama, sanki birinden kaçmak istiyordum…

kp öldükten sonra bir süre kabuslarım deva etmiş, ama geçmişti.
sebastian’ı görmeki bana eski günleri hatırlatmıştı sanırım.
amcamın mirasını bana bırakması falan.
uzun zaman sonra ağır geldi herhalde diye düşündüm.
uykum vardı ama uyumaya şevkim kalmamıştı.
kalktım.
bi sigara kırdım.
balkona çıktım.
çok karanlıktı.
çok da sessiz…

gece bir çok insanı gerse de, ben severdim.
iyi bir insan değildim.
kötü biri için gece büyük bir nimettir.

bütün kötülükleri saklar…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:20)

aradan birkaç hafta geçti.
kabuslarım artmıştı.
hatta bazen talodaki kızı bile görüyordum.
ama genel olarak kötü şeyler.

kendimi bi anda bir kaçışmanın içinde buluyordum.
sonra bir anda başka bir yerde biri tarafından bıçaklanıyor, başka bir yerde kp’nin kafasına sıkıyordum.
bazen kp’nin kafasının yerinde avrilinki oluyordu.
bazen bay x.

bazende kendim…

tedirgin olmaya başlamıştım.
belki de profesyonel yardım almalıydım.
ama birine gidip katil olduğumu anlatmak pek kolay değildi.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:21)

tablo beni gittikçe daha da korkutur hale gelmişti.
sarıp sarmalayıp duvardaki eski usül gömme dolaba kaldırdım.

bir gece…

_________________________________

not:
müziği açmanızı tavsiye ederim..
https://www.youtube.com/watch?v=g3pzvsbpldo
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:22 ~ 23:23)

uyku tutmamıştı.
son zamanlarda sürekli gördüğüm kabuslardan mıdır nedir?
uyumaya korkar olmuştum…
odamda tek başıma oturuyordum.

bir yandan da sanırım bir şey okuyordum…

çok net bi ses duydum…

ağlayan bi kadın ve ya çocuk sesiydi bu.
ağlıyordu…
ve yemin ederim dolaptan geliyordu…

https://www.youtube.com/watch?v=g3pzvsbpldo
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:23)

artık delirmeye başladığıma emindim.
yarın ilk iş bi psikiyatr’a gitmek olacaktı.

birkaç gün sonra bi haber geldi.
annemin teyzesi ölmüş.
adı ümmü gülsümdü.
çocukluğumda, her bayram bize en çok parayı veren oydu.

severdim o yüzden.

üzülmüştüm.
annemle birlikte kalkıp gittik.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:24)

cenazelerin oluşturduğu kasvetlerden hep nefret etmişimdir.
o gün o evde de aynı hava vardı.
ağlayan kadınlar, mutfakta her konuda sohbet eden erkekler…

sıkılmıştım.
hava almak için kapının önüne çıktım.
merkeze biraz uzak, müstakil iki katlı bir evdi.
bahçeli falan… bi sigara kırdım.
o sırada arkamda birinin bana seslendiğini duydum…
taksiden iniyordu…
yüzü hiç yabancı değildi.

aşina olduğumu fark etmiştim ama çıkaramadım.

o beni tanıdı.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:25)

-antonyo..

- pardon dedim ama çıkaramadım…

- ömer abin ben dedi…

sonra taksiden bi kadın indi. genlerinin buralara ait olmadığı belliydi.
sarışın, mavi gözlü…
o zaman anladım kim olduklarını.
bu annemin teyzesi, yani ümmü gülsüm teyze’nin oğlu ömer abi’ydi.
yanındaki ingiliz karısı…
annemden biraz küçüktü.
o yüzden genel olarak abi derdim.
ama annem ondan dayın diye bahsederdi.
belki de annemin erkek kardeşi olmadığı için…

- başın sağolsun abi…

- başımız sağolsun koçum… sonra görüşürüz…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:26)

sadece ömer abi değil, ümmü gülsüm teyzenin kızı da gelmişti. rabia teyze. annemden yaşlıydı. en büyük çocuk oymuş. ömer abiyle aralarında belki 25 yaş vardı.

akşam, annem, ömer abilerin cenaze evinde kalmalarının doğru olmayacaığını düşünüp, eşini ve rabia teyzeyi bize davet etmişti..

birkaç gün misafir ettik…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:27)

rabia teyze oldukça yaşlı görünüyordu.
ama göründüğü kadar yaşlı olamayacağını düşündüm.
kocası ismet amca geçen yıl vefat etmiş…
sürekli annemle ondan bahsettiler.
küçük kardeşi gibi onun da bir zamanlar yabancı biriyle evli olduğundan falan bahsetti.
elizabeth diye bi kadınmış.
aklıma türlü şakalar gelsede fazla konuşmadım.

bu ailede adet herhalde diye düşündüm…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:27)

ömer abi tarihçiydi…
türk uygarlıkları ve kültürü hakkında otorite bile sayılabilirdi.
jean paul roux’yla bile çalışmışlığı vardı.

viyana üniversitesinde, orta, yeni çağ ve çağdaş sanat tarihi bölümünde araştırmacıydı.

taşaklıydı yani…

sonra bir gün:
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:29)

abi dedim ya.
sana bi şey sormak istiyorum..
elimde bişey var.
amcamdan miras olarak kaldı.
ama kimseye göstermedim.

sana güvenebilir miyim?

tabi dedi.. zaten son bi kaç günde baya kanım ısınmıştı.
tabloyu gösterdim…
baktı, baktı, ama bi anlam çıkaramadı…
izin verirsen üniversiteden bi arkadaşıma sormak isterim dedi…

paulo diye birini aradı.
hiç bilmediğim bir dilde konuşuyorlardı…
sonra bi an şaşkınlıktan, gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu.…

bir şey söylemişti paulo...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:30)

bu dedi,
çember tuvalli kızıl tabloymuş.
aranan bi eser.
başın derde girebilir.
bence yetkililere teslim etmelisin.

daha önce de edilmiş ama çalınmış dedim.
merak etme dedi.
artık bu işler farklı yürüyo.
böyle bi şey olamaz.
tamam dedim.
ilk işimiz bunu geri vermek olsun.

yanımda olursan sevinirim.

tamam dedi.

son bir şey dedim…

neden konuşmaya ingilizce başlayıp, başka bir dilde devam ettiniz.

- latince dedi. çok kişi bilmez. biz tarihçiler içinse çok kıymetlidir. ne olur ne olmaz diye latince konuştuk. aklına sakın bir şey gelmesin. malum türkiye'deyiz. belki telefonumuz dinleniyodur.

ona güveniyordum.
nedense…
bu konuda pek iyi değildim ama…
ona güveniyordum…
saat ilerlemişti.
karısının yanına gitti.
bende yatağa girdim.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:32)

@1242 diiğerini yarım bırakmadım güzel kardeşim... bitirdim. kalanını okuyucuunn hayal gücüne bırakırsın bazen. o da öyle oldu. dün geceki ısrarlar üzerine şimdi yeniden yazmaya başladım... devam niteliğinde...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:33)

kan ter içinde uyandım…
ilginç olansa, bu kez gördüğüm rüyayı hatırlıyor oluşumdu.
tablodaki kız.
yanımdaydı.
birilerinden kaçıyorduk.
bilmediğim bir dilde konuştu benimle.
tıpkı ömer abinin yaptığı gibi…

bir şey anlatmaya çalışırcasına…

uayndığımda kapımın tıklatıldığını fark ettim…
gergindim.
gel diye seslendim.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:34)

gelen ömer abiydi.
ter içindeydi.
rengi atmıştı.
az önce dedi, bir rüya gördüm.
tablodaki kız, yardım istedi benden.

latince…

ikimizinde aynı rüyayı gördüğümüzü anladığımda, korkmaktan daha çok hissettiğim bi duygu olmuştu.

sevinç…

deli değilmişim diye geçirdim içimden…
ömer abi devam etti…
ben dedi.
hiç rüya görmem.

bu normal değil…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:35)

@1247, haa ... ee napim o.ç insanız amk. yoruluyorum yazarken. kafa patlatıyoruz burda..
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:35)

ertesi sabah ikimizde gergindik.

- bu tabloda bir şey olduğunu biliyodum. sen olmasaydın, pgibaytr’a bile gidecektim…

- anlayamamıştı. paulo’yu tekrar aradı…

meğer daha önce tablonun bende olduğunu söylememiş.
sadece böyle bi tablodan haberdar olup olmadığını sormuş…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:36)

söylediğine göre paulo çok heyecanlanmış.
tabloyu yetkililere teslim etme konusunda konuştuk.
bir an önce ondan kurtulmak istiyordum.
ama her gece gördüğüm rüyalar da peşimi bırakmıyordu.

merak ediyordum.

paulo, teslim etmeden önce, üzerinde araştırma yapmayı çok istediğinden söz etmiş.
ömer abi ona güvenebileceğimizi söyledi.
bana da mantıklı gelmişti.
bu düşüncelerden başka türlü kurtulamayacaktım.
kafamda bir sürü cevapsız soru vardı.
en büyüklerinden biri de, böylesi bir tablo neden bay x’teydi, ve bana neden bırakmıştı.

başıma iş açacağını düşündüyse beni tehlikeye atmazdı herhalde…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:37)

ömer abiyle konuştuk.
onlar dönmek zorundaydı.
benim halletmem gereken prosedürler vardı.
arkadan gidecektim.
tablo elimde, hava alanından geçemezdim.
çözümü ömer abi buldu.
tek çare tuvali tahtasından ayırıp kumaş halinde geçirmekti.
bir t-shirt gibi katlayıp valizine koyabilirdi.
yurt dışında büyük işler yapan bir bilim adamıydı.
şüphe çekmeyecek, valizleri açtırılmayacaktı.
sorun olmayacağına inanıp ona verdi.

ama bir yandan da acaba???
diye düşünmeye başlamıştım…

ya yine ihanete uğrarsam..
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:39)

pasaport işlemlerimi hallettim.
vizeyi ömer abi ayarladı.
bir ay geçmeden kendimi viyanada buldum.
yamuk yapmadığı için sevinmiştim.
beni hava alanından aldı.
doğruca eve gittik.
ömer abinin eşi, nichole, beni çok sıcak karşılamıştı…
yemek yedik.
gece paulo’nun yanına gitik.
ben gelmeden önce tabloyu incelemişler.
beraber tekrar baktık.

fikir yürütmeye başladılar.

ama sadece birer hipotezdi hepsi.

hiçbir bilgimiz yoktu...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:39)

tablonun sadece adı efsaneydi.
hakkında yazılan birkaç kıytırık makale dışında,
incelenmeye bile fırsat bulunamamıştı.

hangi yıla ait olduğunu bulmakla başlayabilirdik işe...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:40)

bölümlerinde bir araştırmacının bunu yapabileceğini söylediler…
hoşuma gitmese de ortak aldığımız karar doğrultusunda, bir kişiyi daha olaya dahil ettik.
dr. sir anthony collingher.
ingiliz bi sanat tarihçisiydi.
sir ünvanı gerçekti.
bi ingiliz soylusuydu.
gecenin bir yarısı onu da çağırdılar…
bunu ancak kendi evinde yapabileceğini söyledi.

kalktık gittik….
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:42)

tabloyu gördüğünde, şaşkınlıktan gözerli fırlayacak gibi oldu.
belli ki biliyordu.
belirgin bir ingiliz aksanı vardı.
bir şeyler mırıldandı.
sonra laboratuar gibi kullandığı odaya geçti.

biz beklemeye başladık.

günün ilk ışıkları belirmişti.
sir anthony, laboratuarından çıktı.
şaşkınlığı artmıştı.

söylediklerini tam olarak anlamıştım:

- kesin olarak 14. yüzyıla ait.
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:43)

bu cümle, odadali şaşkınlığı daha da arttırmıştı.
çünkü o dönem böyle resimler yapılmazdı.
bu daha çok 16. yüzyıl ve sonrasına aitmiş gibi bir izlenim veriyordu.
bunu ömer abiden öğrendim…
bir şey daha var…
kullanılan boya, boya değil,

başka bir şey…

belki kan...

bir uzmana sormak lazım...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:45)

@1266 başka şansım yoktu. ayrıca adamla yeni de tanışmıyoduk amk...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:45)

sir anthony elektiriği veya ampülü icat etmiş olsa,
gözleri bu kadar parlamazdı.
hoşuma gitmemişti.
ama en azından bir şeyler öğrenmiştik.
resmin dönemini araştırmak ömer abilerin işiydi.
benimse başka bir işim vardı.
bu tablo neden bendeydi?

en baştan başlamalıydım…
sanırım bu sorunu cevabını kimden alacağamı biliyordum.
ilk uçakla türkiye’ye döndüm.

antalya’ya…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:52)

internette bi sorun var binler kusura bakmayın
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:53)

sebastian’ı görmeye gittim. safa beyde oradaydı.
bi müddet sohbet edip, sebastian la başka bi yere geçtik.

- ne oldu bi sorun mu var neden geldin?

- tablo… tablo’yla ilgili garip şeyler oluyo…

- birisi mi peşinde yoksa diye sordu?

- olmalı mı dedim… cevab veremedi..

- neden geldin?

- niye bu tabloyu getirip bana verdin?

- amcan öyle istemişti…

- tamam anladık ama neden. neden ondaydı bu tablo. niye o kadar zaman saklayıpta bana verdi?

anlatmaya başladı:
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:53)

- o zamanlar gençtik. safa, bay x, ve ben.
çok hızlıydık. tuttuğumuzu koparırdık.
antalya’da bi kaç iş ayarladık.
ufak tefek şeylerdi.
buraya geldik.
sonra yavaş yavaş alıştık.
yerleştik buraya.
bakma şimdi yanında çalıştığıma, bi zamanlar çok yakın dosttuk safayla.
o sonradan çok hırslandı.
çok büyüdü.
biz amcanla daha sağlıklı bi yaşam seçmiştik.
ama sonradan biz de dahil olmak zorunda kaldık.
o zamanlar turist bi kız vardı.
annesiyle türkiye’ye yerleşen.
hem amcan hem de safa kıza aşık olmuşlardı.
kız antonyoyu seçmişti.
ama sonra antonyo ortadan kayboldu.
uzun yıllar haber alamadık.
bu sırada safayla amanda evlendiler.
sonra bi gün amcan geri döndü.
safa’nın bir sorunu yoktu ama amanda amcanı görmek istemiyordu.
bu yüzden istanbula gitti.
gerisini biliyorsun…
birlikte, ortak iş yapmadık…

- tamam da dedim. ne alakası var şimdi bunların…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:55)

- amanda vermiş bu tabloyu amcana.
nedenini söylemedi.
ama hediye olarak vermediği belliydi.
onların da aradığı cevaplar vardı belli ki.
safa’nın tablodan hiç haberi olmadı.
ayrıldıktan sonra, amanda ‘da sormamış bi süre.
zaten çok geçmeden öldü. toprağı bol olsun.
iyi bi kadındı. çok genç öldü.
tek bildiğim tablo amanda’ya annesinden kalmış…
o da bay x’ten yardım istemiş olabilir.

şimdi ikisi de öldüler...
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:57)

yapmam gereken şeyin, safa’nın ölen karısı amanda’nın ailesini araştırmak olduğunu düşünüdüm.
bu konuda safa beyden başka konuşabileceğim biri yoktu.
durumu anlattım.
bozulmuş gibiydi.
bu konuyla ilgili bir şey bilmediği kesindi…
tek bildiği amanda’nın annesi elizabeth’in de bir türkle evlenmiş olduğuydu…
bunlar türkiye’ye koca bulmaya gelmiş amk dedim içimden…
bir türkle evlendiyse bi yerlerde kaydı olmalıydı.
sormama bile gerek kalmadan sebasatian tamam dedi…

bakarız…
(tinttlf ?, 12.06.2012 23:57)

bir gece kaldım antalya’da.
kaan’ı uzun zamandır görmüyordum.
hala orada olduğunu görünce şaşırmıştım…
biraz lafladık.
bi şeyler içtik.
ertesi gün sebastian aradım.

bi şeyler buldum… dedi

görmek isteyebilirsin….
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:01)

@1285 helal panpa. ibretlik takipçi...
@1284 senin de sevgi koyim.
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:02)

elizabeth, ismet diye bi adamla evlenmiş.
soy adı da şu…
adresi de bu…

ilginç bi şey çarptı gözüme…
gerçek olamayacak kadar büyük tesadüfler oluyordu…

ve bu sadece başlangıçtı…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:02)

annemi aradım…
ağlamaya başladı telefonda…
yine nereye gittin diye…
merak etme dedim.
bu kez farklı.
kötü şeyler yapmıyorum artık.
ilerde neler olacağını bilseydim.
böyle emin konuşmazdım…

anne dedim… bir şey sormam lazım…
rabia teyzelerin adresini biliyo musun?

-telefon defterinde yazıyo olması lazım dedi. eskiden bayramda seyranda kart atardık, bakayım..

baktı…

haklıydım. elimdeki adresle aynıydı.
bahsi geçen ismet, rabia teyzenin ölen kocasıydı…
rabia teyze bahsetmişti zaten, yabancı biriyle evli olduğundan…
şaşırma sırası bendeydi..
rabia teyzeye gittim.

istanbula…

işimi bir an önce bitirip gizemi de görmek istiyordum…

ismet amca hakkında konuşmak istediğimi söyledim…
canına minnetti.
anlattı da anlattı.
yaşlı kadındı…
lafını bölmek istemedim.

dikkatimi çeken ismet amcanın da, rabia teyzeden bu kadar büyük olmasıydı.
yani teknik olarak ablasının kocasıyla, ömer abi arasında neredeyse 45-50 yaş vardı

daha fazla vaktim kalmamıştı…
sadede geldim:

- ismet amcanın eski karısıyla ilgili ne biliyosun rabia teyze?

- valla yavru, ismet amcanla aynı yaştaymış. genç ölmüş. bi kızları vardı.
adı nurten.

başka da bişey bilmiyorum.
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:05)

teşekkür edip çıktım.
sebastian’ı aradım:

-abi nurten diye biri. ismetin kızıymış… bulabilir misin?

tamam dedi…

bir saat kadar sonra telefonum çaldı.
arayan sebastian’dı.

- nurten ölmüş. ama bi kızı var.
adı tülin.
adresi de şu……………..

başımdan aşağı kaynar sular döküldü…

verdiği adres o kadar tanıdıktı ki…

https://www.youtube.com/w...wxr-8&feature=related
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:05 ~ 00:07)

@1297 nickinin amk. gece vakti çocuğumu düşürttün bana...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:08)

o değilde pek okuyan yok gibi beyler...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:10)

10 kişi yok amk okuyan...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:12)

@1307 yok pampa öyle bi şey yok. sadece dinledip dinlenmediğimi merak ediyorum... takdir edersiniz ki havaya anlatmaktansa 5-10 kişinin dinlemesini yeğler insan. neyse. öyle bi amacım yok. misal bana şuku verseniz nolur. götüme mi sokcam. bana faydası olan ne yapabilirsniz burda... sadece bilmek için soruyorum... dinlemiyosanız kapatıyorum demedim ayrıca. bazı mallar sürekli bok atıyolardı. beğenmiyosanız siktirin gidin. genel olarak beğenilmiyo anlatmayayım boşuna dedim.. o kadar. haksız mıyım?
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:15)

neyse devam piçler

tülin hanım…
gizemin annesi.
verdiği adres de eski evimin adresi…
neler oluyordu yine?
neler dönüyordu?

amcamın bana bıraktığı daireler aklıma geldi.
gittim.
apartman yöneticisiyle konuştum.
haberi varmış.
anahtarı benim için tutuyormuş.
sakin bi adamdı.
amcamı tanıdığı belliydi.

içeri girdim…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:15)

çok tuhaf olmuştum.
burası amcamın, nam-ı diğer bay x’in yaşadığı evdi belli ki..
çok zevkli döşenmişti.
gizem’i arayıp istanbul’da olduğumu, görüşmek istediğimi söyledim…
ama tehlikedeyim…
dışarı çıkamam…

bir adres vericem…

oraya gel…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:16)

biraz geç kalsa da gelmişti.
boynuma sarıldı.
onu hem özlemiş, hem de şüphelenmiştim.
nasıl davranacağımı bilemedim…
direk konuya girdim:

- bir kere sorucam net cevap ver… beni gerçekten seviyor musun?

- evet diye cevap verdi…

- soruyu tekrarladım…

- tavrı değişmişti. yaramazlık yaptığı ortaya çıkan çocuklar gibiydi. neden soruyosun dedi…

- her şeyi öğrendim gizem saklama artık dedim…

beni iyi tanıyordu…
ne demek istediğimin farkındaydı.

ağlamaya başladı…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:17)

- yemin ederim seni seviyorum antonyo
. yemin ederim.
beni mecbur bıraktılar.
başlarda onlar söylediği için gelmiştim.
başına bi şey gelmesini de bu yüzden biz önledik çoğu zaman.
tablonun dönüp dolaşıp sana geleceğini biliyorduk.
ben ve babam…
ama yemin ederim sana sonradan gerçekten aşık oldum…

güvenim sarsılmıştı…

yerle bir olmuştu.
yıkılmıştım…
cümleler boğazıma düğümlendi…

anlat diyebildim sadece…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:18)

- - çok fazla şey bilmiyorum…
sadece bir de defter var…
bu yıllardır bizim ailemizdeymiş.
ama tablo ortada yoktu.
sonra amcanda olduğunu bulmuşlar.
o tablo uğruna canından oldu…
ama yemin ederim öldürenler biz değildik.
kim olduklarını bilmiyoruz.
ama oldu işte…

vay anasını, demek amcam bu yüden ölmüştü.
kp’yi öldürmeden önce gerçekleri anlattığını sandım.
meğer hala yalan söylüyormuş.

tülin hanımı aradım.

gizem’in annesini...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:18)

kızın elimde.
o defteri bana getir.
hemen.
yoksa ölür.
anladığım kadarıyla beni sandığımdan daha iyi tanıyormuşsunuz.
yapacağımı da bilirsiniz…

kızından daha çabuk geldi…
gerçekten de siyah bi defter vardı elinde.
en az tablo kadar eskiydi sanırım.
aldım…
evden fırlayıp çıktım.

hiç zaman kaybetmeden antalya’ya dönüyordum...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:19)

@1324 ahahaahahahaha yardın piç. doğru amk...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:20)

uçakta deftere göz atma fırsatım olmadı.
çıkarmak istemedim cebimden.
safa beyin mekanında baktım…
onlara olanları anlatırken…
garip bi dille yazılmıştı…

bunu okuyacak kişinin güvendiğim son insanlardan biri olduğunu biliyordum.
ayrıca tablom hala ondaydı…

vizemin tarihi dolmamıştı.
daha çok vardı.
atladım uçağa.

doğru viyana’ya…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:21)

ömer abiyle buluştuk.
tahminimde yanılmamıştım.
elimdeki defter latinceydi.
klasik latince…
ömer abi okuyup çevirmeye başladı ama….
cümleler o kadar anlamsız geliyordu ki…
tahmin etmek zor değildi…
bu defter, daha doğrusu anladığımız kadarıyla günlük….

şifreliydi…

tek anlayabildiğimiz, yazan kişinin possini diye biri olduğuydu.
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:22)

_______________________________________________________
quae a sole caeli

lapsa a fictus caelum

et homines non videre

quod speculum est nigrum

meali:
gök yüzünden gelen ışık

süzülüyor sahte camdan

ve insanlık görmüyor

camın siyah olduğunu
______________________________________________
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:22 ~ 00:24)

edebiyat eğitimi almış biri olarak, yorumlamaya çalıştım…
ilk aklıma gelen şey, atmosfer katmanları oldu.
belki de bu possini, bir bilim adamıydı.
ama tabloya ne ilgisi vardı.

o da mı şifreliydi amk?
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:23)

bu dizeleri yorumlamak için, dönemi araştırmam gerektiğini biliyordum.
ömer abi gerekli kaynakları sağladı.
ben okumaya başladım, o da çevirmeye…

neredeyse koca bir günümüz geçmişti.
ömer abi çeviride zorlanıyordu.
zaman için de yıpranmış olması işi daha da zorlaştırıyordu…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:24)

telefonum çaldı…

- neredesin?

arayan sebastiandı…

- viyana’da…

- güvende misin ?

- hayırdır abi?

- peşinde birileri var… dağhan ve denizhan kardeşler… seni arıyorlarmış. viyanadan türkiye’ye döndüğünü duymuşlar.

- vay amk gizem’i… beni gidip onlara mı satmış dedim…

- sanmam dedi… duyduğum kadarıyla, kaptanlarından biri bilgi vermiş. içerden birileri söyledi…

- kimmiş dedim

- açık deniz kaptan’ı sir david…

merak etme kim olduğunu da öğrendim…

anthony diye bir kardeşi var.

viyana’da…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:25)

o orospu çocuğuna en baştan güvenmemiştim zaten.

demek öyle haberleri olmuş…

- viyana’dan ayrıl. güvende değilsin…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:26)

ömer abiyle konuştuk.
ailesini burada bırakmak istemedi.
karısı nichol’ü aradı.
kızı ashley’de bize katılacaktı.
adam benim gibi salak değildi ki…
sevdiklerini arkada bıraksın…

içime kurt düştü…

safa bey’i aradım:
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:26)

- sizden başkasından bunu isteyemem… duymuşsunuzdur başım dertte… annem ve kardeşime göz kulak olmanızı istiyorum…

- hiç yadırgamadı… sanki bi başkasına sorsam bozulurdu… elbette dedi. sen merak etme. gözün arkada kalmasın.

- eyvallah deyip kapadım…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:27)

iskenderun’daki sevkiyatta, safa beyin de dağhan ve denizhan kardeşler kadar güçlü olduğunu anlamıştım.
içim rahatladı.
ne olur neolmaz diye annemi de aradım.
yine ağlayarak açtı…

- gizem’i aradım, telefonunu bi akrabası açtı oğlum… bütün aile… ölmüş… evlerinde gece yangın çıkmış. kaçamamışlar…

- gözümden damla damla yaşlar süzüldü. beni kandırmıştı. ama yine de bi geçmişimiz vardı. ağlama anne dedim.
o bildiğin gibi biri değildi.
başımı belaya soktu.
belasını buldu.

sen üzülme…

not: bunun bir cinayet olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:28 ~ 00:29)

ömer abi ve ailesi bi kaç saat içinde hazırlandı.
moğolistan’a gidiyorduk.
ömer abi’nin saha çalışmaları yaptığı yere…
o defalarca gitmişti, benim içinse unutulmaz bir deneyim olacaktı.

ömer abinin kızı ashley geldi.
benden iki yaş küçük.
sarışın, uzun boylu, mavi gözlü…
annesine çok benziyordu…
çok güzeldi…

ama hem ömer abinin kızıydı, hem de şu an başımda başka dertler vardı. odaklanmalıydım...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:30)

saçmalamayı bırakıp eşyalarımızı aldık.
ömer abi, üniversitedeki bağlantıları sayesinde, vize sorununu çözmüştü.
ben viyana’da misafiri olarak bulunuyordum…
acilen gitmek zorunda kaldığı bir yere giderken beni bırakamazdı.
ailesini de…
bu yüden problem olmadı.
zaten moğolistan, avusturya ile vize konusunda pek sıkıntı yaşamıyormuş.

daha sonradan zaten kaldırıldığını da duymuştum…

bizi hava limanında tden-ghiz khun diye bi adam karşıladı.
ismini yazma zor olduğu için kendine tgk dicem haberiniz olsun.

tgk bizi bi eve arkaürdü.
ömer abinin ailesi için, kalabalık bi muhitte, tak katlı evlerin oluşturduğu bi mahalledeydi…
beni arkaürdüğü yer ise çok daha ıssızdı.
ömer abi tabloyu ve günlüğü benimle bırakıp ailesinin yanına döndü.
gece geri geldi…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:31)

_____________________

okumaya başladık. ben kitapları, o günlüğü. bir şeyler arıyorduk… ve buldukta…

______________________
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:32)

önce tablonun ait olduğu yıldaki diğer şahısları inceledim…
pek bir şey yoktu.
sonra biraz daha eskiye gitti.
ve ordaydı.
possini ismi, ünlü ressam giotto’nun notlarında geçiyordu.
" dona ve possini’nin tatlı çekişmelerinden bahsediyordu üstad giotto".
ikisininden birbirinden yetenekli olduğunu ama possini’de bir ışık gördüğünü yazmıştı.

bu bilgiye bir yüksek lisans tezimde ulaşmış olmak beni şaşırtmıştı.
yüzlerce profesör konuya dair hiçbir şey bilmezken, doktorasız bir öğrenci geceye ışık olmuştu.
possini’nin kim olduğunu bulmuştuk sanırım.

ama ilgimi çeken bir nokta daha vardı.
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:33)

üstad giotto’nun dona diye bahsettiği öğrencisi,
sonradan ondan ayrılmış,
kendi yoluna gitmiş
ve dünyaca ünlü bir ressam olarak karşımıza çıkmıştı.

dona,
yani donatello’ydu…

ama ondan daha yetenekli gösterilen possini’nin ismi hiçbir yerde geçmiyordu…
kilit kişiler giotto ve donatello’ydu.

ömer abi’ye fikrini sordum…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:35)

aklına pek bi şey gelmedi…

peki dedim, donatello nasıl bu kadar ünlü olmuş abi?

donatello dedi,
uzlaşmacı bir insanmış…
sanatçı anarşistliğini üstünde barındırmaz ama eserlerine gizli gizli yansıtırmış…

nasıl yani dedim?

ne demek istiyorsun?
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:36)

malum dedi, kilise o dönemdeki en büyük güç.
üstad giotto resim dünyasında bir mihenk taşı sayılır…
perspektif’i yani 3. boyutu resimde kullanmıştır…
ama bunu sadece kilise süslemelerinde uygulamıştır.
yani elimizdeki gibi bir portre çizmemiştir.
donatello da öyle.

kiliseye karşı çıkmadan çalışmalar yapmıştır.
hatta işi ilerletmiş, giotto’dan ayrılıp, brunelleschi'nin yanına geçtikten sonra heykele de yönelmiştir.
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:36)

o anı düşünmeye çalıştım.
kafamda bazı sahneler canlanıyordu…
belki de daha önce gördüğüm rüyalardan biriydi.
nasılsa artık her gece görür olmuştum…

- şu dörtlükler ne alemde? dedim. bi göz atmasak mı…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:37)

_______________________
quae a sole caeli
lapsa a fictus caelum
et homines non videre
quod speculum est nigrum

gök yüzünden gelen ışık
süzülüyor sahte camdan
ve insanlık görmüyor
camın siyah olduğunu
_________________________

pek şairane bi çeviri olmamıştı.
ama belli ki bu kadarı gelmişti elinden…
dönemin içinde düşünmeye başladım…

bi anda kafama dank etti…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:38)

gökyüzünden gelen ışık, ruhani bir ışıktı.
tanrısal bir ışık…
sahte camdan süzülüyor…
cam ışığı nasıl etkiler?
rengi farklı olsa nasıl olur.
gözüme masada duran gece lambası ilişti.
işığı kızıla çalıyordu…
yani ışık camdan geçerken renk değiştirebiliyordu…
anlamıştım…

alenen tanrıdan gelen ışığı kilisenin değiştirip insanları kandırmasını anlatıyordu…
siyah renk, papaz cübbesini tasvir etmişti...

müslümanların inandıkları bir gerçekle örtüşüyordu bu.
çocukluğumuzdan beri hep bu anlatılmıştı bize…
papazlar toplanıp, yazdıkları incilleri bir masaya koydular.
salladılar.
kalanları kutsal kitap diye kabul ettiler.
elbette bu çocuksu bir mantığa sahipti.
ama possini aleni bir şekilde, tanrının kutsal kitabının değiştirildiğinden bir şekilde haberdar olduğunu anlatmak istemiş olabilirdi…

diğer dizelere baktık…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:39 ~ 00:40)

_________________________________________
soles quod ex in usque
erat illuminare mea mundi
est ita magnum structura
sole putant altius mor mundi

sed sol uro magis
soli viciniores ire per
sunt conciderunt in collum gallorum
quia de coo meridianus

meali:

tavanımdan(penceremden) giren güneş
aydınlattı dünyamı
öyle yüksek bir yapı(bina, ev)
güneşten yüksek sanıyorlar

ama güneş daha da yakacak
onlar güneşe yaklaştıkça
öğleden sonra öttü diye
horozları kesiyorlar
_______________________________________
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:43)

çeviriler pek iyi değildi.
ama possininin ne anlatmak istediği çok açıktı.
bu ve bunun gibi tam 45 dörtlük yazmıştı.
hep aynı şeylerden bahseden.

belli ki possini hristiyanlığa, daha doğrusu engizisyona ve kiliseye karşı bir hareket için hazırlık yapıyor, insanları bilinçlendirmeyi amaçlıyordu.
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:45)

@1377 aslında oradaki latince metnin tam çevirisi:

güneş tepedeyken öttüğü için
bu horozların başları kesilmekte...

ama böyle yazınca dörtlükteki görsel kafiye bozuluyordu. kısaltmak zorunda kaldım...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:46)

dev orta çağ kiliselerine yüksek yapılar diye göndermeler yapıyor,
insanlar kiliseden korksun diye başlayan gotik mimariyi,
yükseldikçe,
güneşe yaklaştıkça daha da yanacaksınız diye aşağılıyordu…

şu an elimizde rönesans’ın tohumlarını tutuyor olabilirdik…

ikimizde heyecanlanmıştık…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:47)

dışardan sesler geliyordu.
gecenin bu saatinde, bu ıssız yerde kim olabilirdi?
belki de tgk’ydi.
ama tedbirlik olmakta fayda vardı…
gece lambasını kapattık…
gelen araba siyah, lüks bi arabaydı.
tgk olmadığı belliydi.
alelacele toplanıp arka taraf penceresinden atladık…
içeri birilerinin girdiğini gördük uzaktan.
anlaşılan orada olduğumuzu anladılar.
etrafa dağıldılar.
biz de hemen topuğa kuvvet…
burada da güvende değildik.
tgk’ye gittik.

ashley ve annesi, biz yanlarında değilken güvende olurlardı…
gizem ve ailesi öldürüldüğüne göre, sıranın bize gelmesi an meselesiydi…
yine her ihtimali karşı onları başka bir yere taşıdık.
tgk’yi yanımıza alıp yola koyulduk.
artık vize ve pasaportlarla seyahat edemezdik… karayolundaydık.
ve kaçak gitmek zorundaydık.
yoksa gittiğimiz her yerde bir iz bırakıyorduk…
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:48)

orta asya’da kaçak seyahat, avrupadaki kadar zor değilmiş.
anlamıştım.
doğu kazakistan’a a geçtik.
burada tgk’nin bazı tanıdıkları vardı.
bir süre saklanabilirdik…
ama öyle olmadı...

daha gideceğimiz yere varmadan yolumuz kesildi. belli peşimizdeki adamlar bunlardı.
silahlıydılar ve başka çaremiz yoktu. yolun sonuna gelmiştik.

elimiz mahkum tabloyu ve günlüğü adamlara verdik...

sınıra yakın olduğumuz için, dikkat çekeceğinden, adamlar ateş etmemişti.
canımızı kurtardık ama emnaetleri kaptırmıştık...

arabalarına atlayıp gaza bastılar...

fazla uzaklaşmamışlardı ki...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:51)

aynı çığlığı duydum.. o kadar yüksekti ki...
sağır edici bir sesti...
bir anda önümüzdeki araba yalpalayarak yoldan çıktı... şarampole indi... takla attı..

aynı sesi bir kez daha duyduk...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:53)

koşmaya başladık... arabanın yanına gittiğimizde gördüğüm manzara, kp'nin dağılan beyninden daha iğrençti... kulaklarından kan süzlüyordu... gözleri açıktı... ama hareketsizdiler...

korkmuştuk...
ama tabloyu ve günlüğü geride bırakmamız gerektiğini biliyordum

içeri uzandım... o sırada ensemde bir nefes hissettiğime yemin edebilirim...
tabloyu ve günlüğü aldım. o sırada ömer abinin sesi duyuldu:

- acele et... benzin...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:56)

koşmaya başladık...

arkamızda araba alev almıştı...
sınırda devriyeler olabilir dedi tgk. acele etmeliyiz.

gaza bastı. gideceğimiz yer belliydi. kaybedecek zaman yoktu...

olayın şoku biraz geçmişti. tgk yavaşlamış, boş yollar yerini sağlı sollu evlere bırakmıştı..

ömer abiye döndüm...

konuşamadık. bi sigara kırdım..

o çığlık...
(tinttlf ?, 13.06.2012 00:59)

eve girdik...

bu işi çözebilmemzin tek yolu, günlüğü deşifre etmekti...
zaten uykuya takat kalmamıştı.

yeniden okumaya başladık...

____________________________
non invideo
fecit concupisces
est potest invidit
factus reus

i dixit veritatem
dixerunt mendax
sunt thught artifex
factus convincatur

haset etmedim
gıbta ettim
haset edilen oldum
suçlu oldum

doğru söyledim
yalancı oldum
sanatçı sandınız
mahkum oldum
______________________________

bu dizeleri tam çevirememişti. en yakın anlamlıları seçtik... tartışmaya başladık...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:07)

ömer abi, possini'nin yie kiliseye göndermeler yaptığını, katoliklik hakkında bulunmuş olabileceği söylemlerden dolayı kendine yalancı denmiş, hatta bu yüzden sanattan mahrum bırakılmış olabileceğini söylüyordu... ama bence öyle değildi...

yaklaşık 45 dörtlüktür kiliseye sallamıştı zaten. bu kez bi farklılık var sanki... keşke yazılar ve çeviri daha net olsaydı... düşünmeye çalıştım...

possini gibi...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:09)

kendimi onun yerine koydum.. düşünüyordum... bir yandan da tabloya bakıyorduk... korksak da...

uyuya kalmışız...

rüyamda birini gördüm... possini'yi böyle hayal etmiş olmalıydım... mutluydu... resim yapıyordu...
ilk kez kabus görmeden uyanmıştım...
uzun zaman sonra...

düşün antonyo düşün...
ne olmuştu possini'ye...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:11)

aklıma bi fikir geldi...

possini...

yetenekli adledilmiş bir ressammış...
dönemindeki arkadaşları ünlü olurken, o olamamış...
nasıl?

belli ki kilise yüzünden...
engizisyon 'un gazabına uğramıştı belli ki...

ama başka bi şey vardı bu işin içinde...

yenilikçiydi.
elimizdeki tablodan önce yapılmış, 3 boytlu başka bir portre daha yoktu...

kendimi onun yerine koydum...

sanırım olayı anlamıştım...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:14)

beyler word de yazdıklarım bittiği için, eş zamanlı yazıyorum. o yüzden yavaşladım kusura bakmayın...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:14)

biri onu kıskanmıştı...
hocasının gözünde, kendine daha gözde olduğu için
farklı olduğu için,
kiliseye karşı olduğu için,
kiliseye karşı olmayan biri,
kilisenin suyuna giden biri,

bu donatello'dan başkası olamazdı...

ama bu fikri öylece ortaya atamazdım. kanıtlara ihtiyacım vardı...
cevaplara...

ömer abiye fikrimden bahsettim...

ilgisini çekti...

bu sorunun cevabını tek bir yerde bulabiliriz dedi...

kilise kayıtlarında bir şeyler olmalı...

bana bi telefon görüşmesi yapmam için izin ver...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:16)

roma'ya gitmeliyiz. peşimizdeki adamları sonra düşünürüz... biraz zaman geçsin...

la spienza'da tanıdıklarım var. roma'nın en eski üniversitelerinden... vatikana ulaşamayız ama, aradığımız cevabı orada bulabiliriz.. ne olur ne olmaz.. tabloyu arkaürmeyelim...

her ihtimale karşı hatırlamak için, fotoğrafını çektik.

tgk'ye emanet edip 1 hafta içinde moğolistan'a geri döndük.

nichole ve ashley bizi merak etmişti... onlar için en güvenli yer hala burasıydı... son giriş yaptığımız yer moğolistan olduğu için kazakistan'dan uçağa binemezdik...

bir kaç gün içinde romadaydık.

ünlü la spienza'da...

hristiyan tarihi kürsüsünde tanıdıkları vardı ömer abinin. oraya uğradık. elimizdekilerden bahsetmedik...

donatello'yu sorduk...
ve tabi possini'yi...

profesor francesco gallodi, biliyordu... possini ismini engizisyon kayıtların duyduğunda bahsetti...

hem de bu öyle sıradan bir idam değildi...
tüm halka ibret olsun diye düzenlenmiş büyük bir törenle idam edilmiş olmalıydı dedi. yine de kontrol etmekte fayda var...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:24)

bu gece bitmez beyler... daha var. isterseniz artık yatayım yarın devam edelim. yarın amcık gibi olcaz yine. biraz erken başlarız...

duraklamalar olduğunubiliyorum ama bazı bağlamalar için ihtiyaç var. pişman olmicaksınız merak etmeyin.

ilk hikayedeki kadar gibiş sokuş olmadığı, biraz entellektüelite içerdiği için aynı ilginin olmaması beni üzdü... biraz da başka şeylerle ilgilense insanlar keşke... neyse..

son bi giri ekleyip bitiriyorum o zaman.
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:26)

birazdan elinde kağıt parçalarıyla salona geldi prof. gallodi...

haklıymışım dedi. karısıyla birlikte idam edilmişler...

kiliseye karşı gelmek suçundan...

başka bilgi yok...

hayal kırıklığına uğramıştım...

tam çıkarken, genç 30'lu yaşlarının başında birinin bize doğru geldiğini gördüm... çok net bir ingilizcesi vardı. italyan olmadığı belliydi...

merhaba dedi...

dr. lucas mc arthur...

ismi son derece anglo saxondu... ve farklı... bu ismi daha önce görmüştüm...

hemde bolca teşekkür etmiştim kendisine...

evet bu o'ydu...

doktora tezinde possini'den bahseden adam... dinler tarihi üzerine çalışmalar yapıyormuş...

sorularımıza cevap aramak için geldiğimiz roma'dan elimiz boş dönmeyeceğiz gibi görünüyordu...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:31)

@1428.

possini ve donatello, giotto'nun öğrencileri...
bunlar 13-14. yy ressamları.

viyana ömer abini yaşadığı yer. viyana üniversitesinde çalışıyo
moğolistana gittik çünkü ömer abi, moğolistanda çalışmalarda bulunmuş. uzmanlığı, orta asya türk toplumu kültürü üzerine vs.

kazakistana moğolistandan kaçmak için gitmiştik. ama peşimizdekilerden kurtulunca bi hafta bekleyip geri döndük. kazakistandan romaya gidemezdik. pasaportlarımızda son mühür de moğoliastan yazdığı için... yeterli mi???
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:34)

_______________1. bölümün sonu_________

yarın devam edicem binler yoruldum...

takip edenlere teşekkürler...
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:34)

@1441 benim de yandı. zaten sıcaktan geberdm amk
(tinttlf ?, 13.06.2012 01:49 ~ 01:50)

eyvallah beyler hepiniz sağolun...
(tinttlf ?, 13.06.2012 03:58)

doğaçlama panpa. zaten o yüzden bugün kısa kestim. sıcaktan bayıldım kaldım amk...
(tinttlf ?, 13.06.2012 04:45)

@1493.. sen öyle san amk...
(tinttlf ?, 13.06.2012 13:01)

@1513 pm attım sana. bak. anlicaksın...
(tinttlf ?, 13.06.2012 15:56)

burdayım beyler... merak etmeyin. bugün yazmaya vaktim olmadı. word de bir kaç sayfa yazayım dedim...
(tinttlf ?, 13.06.2012 22:50)

beyler 8-9 sayfa oldu. siz okurken ben yazmaya devam ederim başlıyorum...
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:18)

previously on adtonio's adventure...

nichole ve ashley bizi merak etmişti... onlar için en güvenli yer hala burasıydı... son giriş yaptığımız yer moğolistan olduğu için kazakistan'dan uçağa binemezdik...

bir kaç gün içinde romadaydık.

ünlü la spienza'da...
hristiyan tarihi kürsüsünde tanıdıkları vardı ömer abinin. oraya uğradık. elimizdekilerden bahsetmedik...

donatello'yu sorduk...
ve tabi possini'yi...

profesor francesco gallodi, biliyordu... possini ismini engizisyon kayıtların duyduğunda bahsetti...

hem de bu öyle sıradan bir idam değildi...
tüm halka ibret olsun diye düzenlenmiş büyük bir törenle idam edilmiş olmalıydı dedi. yine de kontrol etmekte fayda var.
birazdan elinde kağıt parçalarıyla salona geldi prof. gallodi...

haklıymışım dedi. karısıyla birlikte idam edilmişler...

kiliseye karşı gelmek suçundan...

başka bilgi yok...

hayal kırıklığına uğramıştım...

tam çıkarken, genç 30'lu yaşlarının başında birinin bize doğru geldiğini gördüm... çok net bir ingilizcesi vardı. italyan olmadığı belliydi...

merhaba dedi...

dr. lucas mc arthur...

ismi son derece anglo saxondu... ve farklı... bu ismi daha önce görmüştüm...

hemde bolca teşekkür etmiştim kendisine...

evet bu o'ydu...

doktora tezinde possini'den bahseden adam... dinler tarihi üzerine çalışmalar yapıyormuş...

sorularımıza cevap aramak için geldiğimiz roma'dan elimiz boş dönmeyeceğiz gibi görünüyordu...
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:19)

devam,

lucas son derece sıcak kanlı bir adamdı. kendisinin aynı zamanda bir din adamı olduğunu öğrendiğimde bu duruma şaşırmıştım…

- neden soruyorsunuz possini’yi dedi.

ömer abi, ortaçağ’da engizisyon yaptırımlarını incelediğini, bu yüzden possini’nin kendisine ışık tutabileceğini, bu yüzden araştırmalarda bulunduğunu, benim de kendinsin asistanı olduğumu söyledi…

sonra bana döndü… peki sizin çalışma alanınız nedir?

son birkaç gündür, ömer abi çeviri yapmaya çalışırken göz attığım kitaplarda aklımda kalanlardan, ve ürettiğim tezlerden faydalanmaya karar verdim.

donatello dedim…

possini’yle olan ilişkilerini araştırıyorum…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:19)

şaşırmıştı… ama dedi, donatello ve possini tamamen farklı dönemlerin sanatçılarıdır…

- hayır dedim üstad giotto şahsi notlarında ikisinin öğrencisi olduğundan ve çekişmelerinden bahseder…

- hayır etmez… dedi

amk bu bilgiyi adamın kendi makalesinden almıştım.. şimdi inkar ediyordu… ne diyeceğimi bilememiştim…

ama siz… dedim

bunu siz yazmışsınız…

doktora tezinizde…

hayır diyordu… hayır ben kesinlikle donatello’dan asla bahsetmedim…
çantadan çıkardım. bi kopyası vardı nasılsa… kaynak olarak kullanmıştım…
işte dedim… burada…
işaretlemiştim…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:20)

çeviriden bi şey anlamamıştı…
orijinal halini bulup getirdi…

haklıydı.
o doğru söylemiş biz yanlış anlamıştık…
şimdi cümleye tekrar dönelim:

makaledeki hali değil, hikayede yazdığım haliyle yazıyorum buraya :

“dona ve possini’nin tatlı çekişmelerinden bahsediyordu üstad giotto. ikisininden birbirinden yetenekli olduğunu ama possini’de bir ışık gördüğünü yazmıştı.”
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:28)

evet dedi. bu doğru.
dona…
donatello değil ki…

dona bir kadın…
possininin karısı…
possini’nin onu bir eserde resmettiği biliniyor.

yıllardır kayıp bi tabloda…

vay amk. bilmediğim işin başına geçmiş elime yüzüme bulaştırmıştım.
ama kendimi suçlamadım. neticede ömer abi dei paulo da aynı şeyi düşünmüşlerdi.
dona diye başka biri yoktu…

işin seyri değişmişti…

benimle gelin dedi lucas…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:29)

arabaya bindik.
toscana’ya doğru yola çıktık.
en batı’ya gidiyorduk…
livorno’ya..
bir yandan da lucas’la konuştuk.
ne aradığımızı anladığından emindim.
ilginç bir şekilde yardım etmek istiyordu.

aradığımız cevapları bir tek ondan alabilecektik…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:29)

bir kiliseye geldik…
çok mütevazi bir binaydı.
oldukça ufak tefeki…
ama her kilisede olan o gergin havayı burada da koklamıştım.
içerisi aydınlık değildi.
hava kararmamış olmasına rağmen…
loş bi ışığı vardı…
bu kadar büyük camlara rağmen içerisi nasıl bu kadar loş diye düşündüm. cama yaklaştım. renksiz ve saydam değildi. üzerine film çekilmiş araba camları gibiydi.
sanki…

possinin dizelerinde bahsettiği ışığı karartan cam gibi…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:34)

quae a sole caeli

lapsa a fictus caelum

et homines non videre

quod speculum est nigrum

yani:
gök yüzünden gelen ışık

süzülüyor sahte camdan

ve insanlık görmüyor

camın siyah olduğunu
________________________
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:34)

tüylerim diken diken oldu.
dizeler hakkında yaptığımız tüm yorumlarda yanılmış olabileceğimizi düşündüm.
belki de possini bir yeri işaret etmişti…
ne anlatmıştı…
ne söylemek istemişti…

bunu anlamak için önce possini’yi anlamamız gerekli diye düşünmüştüm…
haklıydım da…

birazdan lucas tüm fikirlerimi değiştirecekti…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:35)

beyler olayların durulduğunun farkındayım. ama sonunu kafamda bitirdim. merak etmeyin. böyle gitmeyecek
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:38)

birazdan lucas elinde eski ve büyük bir defterler geri döndü.
defter dediysem, tanımlayacak kelime bulamadığım için…

neredeyse bir metreye yakın uzunluğu 60 santimetreye yakın genişliği vardı.
ve sanırım birkaç bin sayfaydı…

tozlu sayfalarını biraz karıştırdı.

o anda bir ses duydum…


yine o ses…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:39)

aynı kişiden çıktığına emin olabilirdim ama bu kez bir çığlıktan çok bir yakarışa benziyordu.
üşüdüğümü hissettim.
yaz’ın yaklaştığı şu günlerde, akdenize kıyısı olan bir şehirde akşam üstü vakti bu kadar üşümek normal olmasa gerekti…

ilginç olan bir şey daha vadı.
bu kez başka kimse duymamıştı.

aha dedim şimdi delirdim işte.

tamamdır…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:40)

birazdan lucas, aradığı sayfayı buldu.

ve gösterdi.

latinceydi.

benim anlamam imkansızdı. ingilizcesini söyledi ama yine de anlayamadım. ömer abi okudu. çevirdi. sanırım bu kez güneş üstüne doğmak için bizi seçmişti. şimdi anlıyordum…

_____________---
possini uxorem metus auctor donna est ignis extinctus hodie ante solis occasum quia scelus contra maleficas et ecclesiae

_______________

26 mayıs 1338
ressam possini ve yazar dona, cadılık ve kiliseye karşı çıkmak suçundan güneş batmadan önce yakılarak idam edilmiştir.

cadılık mı?
abi dedim kesin emin misin böyle yazdığına?

evet dedi.

gaipten duyduğumuz çığlıklar bununla mı ilgiliydi…

sizi biriyle tanıştırmak istiyorum dedi lucas… kendisi birazdan burada olacak…
en az 80 yaşında bir papaz geldi…

luigi favellini…

içeride bir oda vardı oraya geçtik…
10-12 metre kare bir odaydı. antika bir fransız komidini vardı girişite.

bir de oyma bir çalışma masası… diğer şeyler o kadar eski görünmüyordu… her yanı kaplamış olan toz dışında… burayı kullanan ya temizlikten bi haberdi, ya da uzun zamandır burada değildi…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:50)

etrafın kusuruna bakmayın dedi rahip favellini… neyse ki ingilizce biliyordu…
sorduğu soru bir süre havada asılı kalmış, sonra tozlu odanın ortasına bir kaya gibi düşmüştü…
“günlük sizde öyle değil mi?”…
kendimiz açık etmiştik… inkar etmedik…
nasıl anladınız dedi ömer abi…
100 metre ileride sizi bekleyenler var dedi…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:51)

beyler beğenmeyenler gibtirip gitmekte özgür... okumayın amk. arkaünüzü mü gibiyoruz okuyun diye..
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:51)

peşimizdelerdi…
ama bu kez gelip saygımamışlardı…
belki de kilisede olduğumuz için… anlam verememiştim…
bunu çok sonra anlayacaktım…

favellini konuşmaya başladı:

- possini ve donna… kafirler… rossini, giotto’nun öğrencisiydi… giotto tam bir hristiyandı. şimdi cennette… floransanın bir çok kilisesi onun sayesinde böyle güzel… ama possini bir sapkındı. karısı da öyle… şeytanla iş birliği yapmışlardı… şeytan onlara yardım ediyor, onlarda insanlara kötülük ediyorlardı…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:52)

güldüm… çok dindar değildim… ama bu deli zırvalarında ne mantıken ne de dinen inanamazdım…
- komik olan nedir bay antonyo dedi favellini…
- benim dinimde, şeytan insanların sadece zihinlerini kurcalayan, karıştıran bir varlıktır. insanlara görünemez, onlarla anlaşma yapmaz…
- ben sizin dininizi de iyi bilirim bay antonyo dedi… çok farklı şeylere inanmıyoruz, emin olabilirsiniz… habeş kralı peygamberinize aynısını söylemişti. bu iki din aynıdır demişti.
- evet ama sonradan da hristiyanlığın geçerliliği olmadığını anlayıp müslüman olmuştu dedim…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:52)

sinirlendi…
kendini kasarak sukunetini korumaya çalıştığı çok açıktı…

bay antnyo dedi…
kastettiğim şey… şeytan…
biz kötü olan tüm yaratılmışlara şeytan deriz…
siz ise onları ayırıri iblis, şeytan, ya da cin dersiniz…

onlar da mı anlaşma yapmaz diye sordu…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:52)

tüylerim diken diken olmuştu…

yutkundum…

sesi odadaki en duyulabilir şey olmuştu…
çok inançlı değildim blki ama böyle şeyleri ciddiye alırdım…

sanırım kastettiğim şeyin ne olduğunu anladınız dedi…
onlar bizim deyimimizle “şeytanlarla” iş birliği içindeydi…
insanlara çok kötülükler yaptılar… rossini öyle resimler yaptı ki…
onlara bakanlar intihar ettiler…
giotto’dan öğrendikleri bu resimleri yapmak için yeterli miydi sanıyorsunuz?
başka bir kaynağı vardı.

başka yardımlar alıyordu...



ne yalan söyleyeyim korkmuştum…
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:53)

anlıyorum…
dedim…
haklı olabilirsiniz…
ama bana kaynak gösterin…
nasıl bu kadar emin olabilirsiniz?
nasıl böyle suçlayıcı olabilirsiniz.

kiliseniz işine gelmeyen her insanı cadı diye katletmiştir…

biliyorum, çünkü elinizdeki kitabı okudum bay antonyo dedi…
çok uzun zaman önce…

nerede, nasıl, bunu nasıl biliyordu?
(tinttlf ?, 13.06.2012 23:55)

rossini ve donna’nın idamdan 1 hafta önce bir kızları olmuştu…
francesca…
kilise onun da anne ve babasıyla yakılmasını kararlaştırdı…
ama pgibopos luigi bu fikre karşı çıkmıştı…
francesca’yı harika bir hristiyan olarak yetiştirebileceğini, bir çocuğu öldürmenin yanlış olduğunu anlattı onlara…
inandılar.
yaptı da…
idam edilmeden önce, rossini, karısının, hamileyken bir resmini çizdi… sonra bu tabloyu francesca’yı alan pgibopos luigi’ye verdi… böylece annesinin neye benzediğini hatırlayabilecekti… luigi itiraz etmedi..
tabloyu aldı…
ama rossini ve karısı tabloyu büyülemişlerdi…
kanlarıyla resmettiler…
bilmem duydunuz mu ama, tamamen kırmızı bir tablodur… ve yuvarlaktır…
diğer tablolar diye dörtgen değil…

neden diye sordum…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:02)

@1570
gizem ve ailesiyle ilgili soruları anlayacaksın... elizabeth ve rabia aynı adamla farklı zamanlarda evlenmiş iki kadın. elizabeth'i araştırırken bağlantıyı tesadüfen buldu da denebilir. ama denmeye de bilir. göreceğiz. ama gizemin tarafı biraz daha karışık. onu ileride göreceksiniz.
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:04)

büyülü de ondan dedi favellini…
çember ve dikdörtgeni düşünün. birinin köşeleri vardır…
başlangıcı ve sonu tahmin edilebilir bir geometrik şekil…
ama çember öyle mi? ne başı bellidir ne de sonu…
kanlarıyla yaptığı bu tablo, sonsuza kadar kilisenin başına musallt olsun diye, büyülediler..

sonra da luigi’nin iyi niyetinden faydalanıp, tabloyu onunda birlikte, kiliseye soktular…
şaşkınlıkla dinliyordum… mantığım almıyordu...
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:05)

sonra ne oldu biliyor musunuz…
cevabı elinizdeki günlükte yazılı… günlük gerçekten de ömer abi’deydi. açtı… sayfaları çeviriyordu…
-en son sayfa dedi favellini… son sayfada… son dize…
______________________
flamma cingit caelum
et mendacium concident
cum imbre flammas
iustus infidelis effugiet

alevler saracak gök yüzünü
ve yıkılacak yalanları
o alevlerini püskürttüğünde
sadece inanmayanlar(kafirler) kurtulacak
____________________________
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:07)

okuyan var mı lan?
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:07)

gittikçe daha de geriliyordum…
haklıydı galiba…
alenen inanların yanıp inanmayanların kurtulacağını söylüyordu..
bu kafirlik denilen şeyin tanımı bile sayılırdı…

ama yine de ne demek istediğini anlamamıştım favellini’nin…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:09)

- ee dedim… yani.. ne oldu sonra… luigi’nin kilisesinde, bir yangın çıktı.. hem de insanlar içerdeyken… kilise neredeyse tamamen kül oldu… geriye kimler kaldı biliyor musun… francesca, annesinin tablosu ve günlüğü…

yok artık dedim… bu kadarı da fazlaydı…

peki dedim francesca’ya ne olmuş? bilmiyoruz… hiç bulunamamış… neredeyse 14 yaşındaymış. belki de biriyle evlenmiştir. belki de başına kötü bir şeyler gelmiştir… sanmıyorum ama… söylentilere göre bir tüccar onu evlat edinmiş…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:16)

peki dedim, pgibopos, siz bunları nereden biliyorsunuz…

luigi’nin bir erkek kardeşi varmış..
ölmeden önce tabloyu ve günlüğü onun almasını istemiş…
olanları da anlatmış…
luigi’nin erkek kardeşi, yani büyük büyük babam, bu sırrı nesiller boyu saklamış…
küçüktüm. 15-16 yaşlarında, babam ölmek üzereydi…
bana bunları anlattı, ve tabloyla günlüğü verdi…
ölmeden önce son sözleri, “kafirlere karşı savaş!!!…” oldu.

bende geleneği devam ettirmek için din eğitimi almaya karar verdim…

20’li yaşlarımın başında genç bir rahipken, tablo ve günlük çalındı… birilerinin bundan haberdar olması bile beni şaşırtmıştı… bazı tanıdıkları devreye soktum… güçlü tanıdıkları… ama bulamadık…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:18)

bu kadar konuşma yeter…
günlüğü bana vermenizi öneririm…
ayrıca buradan bir an önce uzaklaşsanız iyi olur…
güvende değilsiniz…

ömer abi’ye baktım. gönüllü görünüyordu. tablo’da bizde diyebilirdi… araya girdim… araştırmalarımız bitene kadar bizimle kalması daha doğru olacaktır. ayrıca burayı bulabildiklerine göre, gelip günlüğü sizden de alabilirler... onları atlatmak için hala bir şansızımız olabilir... bir süre daha bizimle kalması daha doğru...

edit: düzeltildi.
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:18 ~ 18:41)

@1587 hiç bir şey havada kalmicak merak etme açıklanacak. fevellini ye gelince. hiç bir yerde adı geçmemiş bir adamı sormaya gelince anlamış sanıyoduk. ama öyle değilmiş. adamın arkası sağlam. biliyo..
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:19)

çıktık. lucas bizi geri arkaürmeyi teklif etmedi. ama istersek arabasını alıp la spienza’da bırakabileceğimiz söyledi… sonuçta ömer abi’yi tanıyordu. en azından aynı akademik camiadan sayılırlardı. tamam dedik. arabaya atladık. ben kullanıyordum.. ömer abi bana dönüp:
- neden günlüğü vermedin. bu işin daha fazla uzamasını istemiyorum… dedi.
- bilmiyorum… dedim… adam çok samimiyetsiz geldi. bu işte bi iş var. söyledikleri sence mantıklı mıydı?
- evet dedi bence gayet mantıklı… bence gidip günlüğü verelim.
- içinde yazılanları öğrenmek istemiyor musun dedim…
- emin değilim… başımın belaya girmesini istemiyorum…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:20)

la spienza’ya varmıştık…

kimse bizi takip etmiyordu…

bir ara bir arabadan şüphelenmiştim.

ama gözden kayboldu.

belki de favellini yalan söylüyordu...
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:20)

arabayı otopark’a bıraktım.
sanırım artık gitme vaktiydi…
ömer abi’nin eşi ve kızı’nın yanına gitti.
moğolistan’a.
ben de türkiye’ye dönme kararı aldım.
biraz beklemeliydik.
sular durulmalı.
bilmediğim yerlerde kendimi tedirgin hissediyordum.
ayrıca annem ve kardeşimi arkada bırakmıştım.
güvende olduklarını bilsem de uzağımda olmalırını istemiyordum.
tablo ve günlük şimdilik ömer abi’de kalacaktı.
en kısa zamanda tekrar buluşup ne yapacağımıza karar verecektik.

uçağa atladık.
ayrı ayrı uçaklara tabi.
yurda döndüm.

antalya’ya…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:22)

hava alanında bin beşyüz kadar taraftar ellerinde türk bayraklarıyla beni bekliyordu.
resmen izdiham vardı.
check-in’den omuzlarda geçtim…

şaka amk.=)
iner inmez safa beyin yanına gittim.
annem ve kardeşimin memlekette olduklarını, buraya getirmeye gerek duymadan, orda da koruduklarını söyledi.
teşekkür edip yanından ayrıldım.
memlekete döndüm.

yolda, telefonum çaldı…

ömer abi’ydi.
-evimizi dağıtmışlar antonyo… burası güvenli değil…

- hemen buraya gelin abi dedim. burada daha güvende oluruz.

ömer abi ve ailesi, bize geldiler. ashley’yi yeniden görmüştüm.
çok güzeldi…
ömer abiyle günlüğe odaklandık.
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:23)

______________________________--

vos obtulit fictus locis
numquam ad te
solent invenire cum ire
quod numquam terra

flare ventus versus
veritatem potest capere
si antem ad tuber
te sanctuarium turpis olfacies flos

loca summa putes
actu sunt sub terra
si non potes videre
ante corrueret mendacium

in qui dicere veritatem
mortui cum non ratione
sed mendaces sunt vivere
clam et invisibilis

anlamları:

sahte evler(yerler) sundunuz
asla sizin olmayan evler
gittiklerinde bulamayacaklar
aslında olmayan bir yeri

rüzgar estiği yönden
doğruları getirmez
çöplüğünüzden eserse
mabediniz çiçek kokmaz

yüksek sandığınız yerler
aslında yerin dibinde
baksanızda göremezsiniz
yalanlar yıkılmadan

gerçekleri söyleyenler
öldüler sebepsizce
yalancılarsa yaşıyorlar
görünmeden ve gizlice

_________________________________--
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:23)

possini, kiliseye hakikaten gider yapıyor gibiydi.
sürekli yıkmaktan yerle bir etmekten bahsediyordu.
belki de favalleni haklıydı.
tabloyu ve günlüğü teslim etmeliydik.

gün aydınlanmak üzereydi…
ömer abi de ben de yorulmuştuk…

uyumak için odalarımıza çekildik… bir rüya gördüm…

bir adam vardı.
uzun boylu.
iyi görünümlü.
elleri boya içindeydi.
çok mutlu görünüyordu.
yeşil bi vadide dolaşıyordu.
ama sanki ben orda değildim.
sanki onu gökyüzünden izliyordum…

sonra bir anda her yeri alevler kapladı…
uyandım…
kan ter içindeydim…

bir ses duydum…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:28)

bu kez o çığlık değildi…
onun gibi korkutucu değil.
ama tüylerim diken diken olmuştu.
o çığlığı duysam böyle hissetmezdim.
ama bir yandan da huzur vardı sanki…

sabah ezanı okunuyordu…

günlerdir bu sesi duymamıştım…
eskiden duyduğum günlerde de fark etmemiştim muhtemelen.
bitene kadar dinledim.
her anında biraz daha gerilerek.

ilginçti…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:29)

bir yandan gördüğüm rüyayı düşünüyordum…
bir yandan ezan sesini.
mutlu görünen huzurlu bir adam, ateşler içinde kalmıştı…
insanları camiye çağırmayı amaçlayan, ve huzur vermesi gereken bir çağrı, gerginlik yaratmıştı…

yaşadığım o an, zaten bildiğim ama bir süredir aklımdan çıkmış olan bir şeyi hatırlattı bana…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:30)

bir şey daha geldi aklıma… annem eskiden yaz aylarında, beni evimizin biraz ilerisindeki, yani şu an sesini dinlediğim camii’e kur-an kursuna gönderirdi… istemeye istemeye giderdim… ama camii deki hocayı çok severdim. çok tatlı dilli bir adamdı.
bir anda doğruldum. evden çıktım. yıllar sonra ilk kez bir camii’ye giriyordum..
3-4 kişi vardı. hatırladığım kadarıyla abdest alıp yanlarına geçtim. namazdan sonra, bekir hoca, beni tanımış olacak ki yanıma geldi. hoş geldin, nasılsın falan diye. adamın tavrı çok içtendi… konuşmaya başladık…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:38)

hayırdır, nerden esti böyle, nerelerdesin, bana üzüldük falan diye…
bir an ona danışabileceğimi düşünüp sordum… hocam bir mevzu var. fikrinizi almak isterim… her şeyi anlattım. baştan sona… tabi tabloyla ilgili olan her şeyi… öncesini değil.
o kadar normal karşıladı ki anlatamam. sanki her gün yaşadığı şeyler gibi. artık yaşlanmıştı. belki bu yüzdendi sakinliği…
konuşmaya başladı…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:38)

insanoğlu, bir sınav için dünyaya gelir. nasıl ki öğrenciler sınava hazırlanıp gider sınava girerler. insan da sınava hazırlanır, mezara girer. belli ki allah seni biraz daha zor bir sınava tabi tutmuş. ama merak etme. bakara suresinde allah-ü teala şöyle buyuruyor:
olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. allah bilir de siz bilmezsiniz.
yani sizin hayır gördüklerinizde şer, şer gördüklerinizde hayır olabilir.
insan oğlu için tapmak hem kolay hem zordur… hazır bir dinin içinde doğarsın… inançsız olabilirsin. çünkü din ilmi yanında getirir ki, ilim insanlığı aydınlatan bir ışık gibidir…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:39)

aydınlanma dedikçe possini geliyordu aklıma…
devam etti..
ama bazen olur ki, insan o ışığın zaten yandığı bir yerde dünyaya gelir. o zaman ışığı bulmaya ihtiyaç duymaz. inançsız olur. ne zaman ki bir belirti çıkar karşısına. ne zaman ki aklı ermez, anlar ki insan oğlu her şeye akıl erdiremez. söylediklerin doğru olabilir. insanlar cinleri kullanmışlardır. tabi tersi de olmuştur. ama ölmüş insanın arkasından günahını almak istemem. sana tavsiyem sakın korkma. unutma, böyle bir şey olsa dahi:

“şüphesiz ki allah(c.c) insanları, cinlerden de üstün yarattı”
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:39)

metin ol. rahatlamak istersen bununla ilgili sureleri ezberle. onlara başvur.
doğru bildiğini yap. ben senin bu sınavdan, alnının akıyla çıkacağına eminim.

içim rahatlamıştı bir nebze… belki..

eve döndüm…
biraz uyudum…
ertesi gün, beklenmeyen bir misafirimiz olacaktı…
evime kadar gelmiş olmaları beni rahatsız etmişti… kendini tanıttı…
christphe morales…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:40)

ispanyol asıllıydı ama ilginç derecede düzgün bir türkçesi vardı…
konuşmamız gerek dedi.
enselenmiştik. farkındaydım…
korka korka gittim. siyah bir minibüse bindik. araba hareket etti.
şehrin dışına çıkmıştık bile. öleceğimi düşünmüştüm. konuşmaya başladı…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:40)

- amcanız size bu tabloyu, sizi tehlikeye atmak için bırakmadı. sizi varisi olarak gördüğü için bıraktı… kendisi bizimle çalışıyordu… amacımız o tabloyu, günlük ortaya çıkana kadar korumaktı. şimdi günlükte ortaya çıktı. isterseniz artık, bu görevi sizden devralabiliriz. günlüğün siz de olduğunu biliyoruz. ama tablonun izini moğolistan’dan sonra kaybettik. ikisini de bize ulaştırın. siz de kurtulun… biz de…

- işime gelirdi… kabul etmeyi düşündüm. artık daha fazla buna katlanmak istemiyordum.

tam tamam demeye hazırlanmıştım ki, sol tarafımızdan bir araba hızla çarptı… gerisi bi an için kopuk bi film gibi. kendime geldiğimde, başımda takım elbiseli bir adam vardı. başka bir arabadaydım…

- bay antonyo dedi… sizi son anda kurtardık…

- sevgi koduklarım. ben kendimi kurtarıyodum tam. siz neyimi kurtardınız dedim…

- az önce bağlantıya geçtiğiniz kişiler, kendinlerine aydınlanma, aydınlatan ışık adını veren çok eski bir örgüttü. isimlerini duymuş olmalısınız…

- rossini bu kelimeyi kullanmıştı dizelerinde. size de bahsetmiştim. latincesi tam olarak illuminatio idi…

hasgibtir dedim…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:42)

@1612 arap sen gibtir git okuma amk. okuyunca sapıtıyon
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:42)

sizin onlarla baş etmeye gücünüz yetmez dedi…
tabloyu günlüğü bize verin.

siz kimsiniz amk dedim ya…
kilise, vatikan..
.ne isterseniz diyebilirsiniz..
pgibopos favelliniyle görüştüğünüzden haberimiz var…
her şeyi biliyoruz…

mecburen tamam dedim.
tablo bende değil…
size birkaç gün içinde teslim ederim…

eve gittim…
telaşlıydım.
artı kburada duramazdık.
annemleri ve ömer abinin ailesini de alıp antalya ‘ya doğru yola çıktık. safa bey bizi koruyabilecek tek insandı…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:50)

gider gitmez sebastian’a koştum.
durumu anlattım…
amcamın böyle bir şey yapmayacağından emindi…
sabret dedi.

her şey yoluna girecek…

bizimkiler kimsenin onları bulamayacaklarından emin olduğumuz bir yere yerleştirdik.
ama yine de kesin emin değildik.
bu huur çocukları her yerde bizi bulmuşlardı…
aklıma bir şey geldi…
sebastian’a gitim…
dedim ki:

-amcamdan kalan dairelerden bahsetmiştin. bunlardan bazıları da yurt dışındaymış… tam olarak nerede?

-saymaya başladı…

italya’da(!) fransada, kudüste…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:51)

kudüs te mi?

ne alaka amk dedim ya…
yine düşünceler dönmeye başlamıştı aklımda…
sanırım bu kez işe yarar bir şey bulmuştum…
dizeleri yeniden incelemem gerekliydi…

______________________________--
vos obtulit fictus locis
numquam ad te
solent invenire cum ire
quod numquam terra

flare ventus versus
veritatem potest capere
si antem ad tuber
te sanctuarium turpis olfacies flos

loca summa putes
actu sunt sub terra
si non potes videre
ante corrueret mendacium

in qui dicere veritatem
mortui cum non ratione
sed mendaces sunt vivere
clam et invisibilis
anlamları:

sahte evler(yerler) sundunuz
asla sizin olmayan evler
gittiklerinde bulamayacaklar
aslında olmayan bir yeri

rüzgar estiği yönden
doğruları getirmez
çöplüğünüzden eserse
mabediniz çiçek kokmaz

yüksek sandığınız yerler
aslında yerin dibinde
baksanızda göremezsiniz
yalanlar yıkılmadan

gerçekleri söyleyenler
öldüler sebepsizce
yalancılarsa yaşıyorlar
görünmeden ve gizlice
_________________________________--

tabi ya… bunu nasıl göremezdim baştan beri…

possini bir şeyi işaret ediyordu…

ömer abinin yardımına ihtiyacım vardı…
(tinttlf ?, 14.06.2012 00:59)

@1625 bayılırım kendisine. eyvallah panpa..
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:05)

bakıldığında ilk dize, insanlara cennet satan rahipleri işaret ediyordu..
ama gizli gizli bir şey vardı altında…
olduğu düşünülen ama aslında olmayan bir yer…

burası neresi olabilirdi?

ömer abiyle konuşmaya başladık:
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:06)

hristiyanlıkta, bazı şeylere öyle inanılırdı ki, aslında gerçekte var olmadıkları halde öyleymiş gibi davranılırdı.
tıpkı isa ve havarilerinin son akşam yemeği gibi…
bu yemekte ekmek ve şarap eşliğinde havarileriyle toplanan hz. isa’dan bahsedilirdi.
yohanna incilinde bile…
yohanna bir havariydi evet.
ama müslümanlara göre, incil tahrip edilmiş, bozulmuş bir kitaptı…
yani bunlar hiç olmamış olabilirdi...
bu ve bunun gibi şeyler vardı hristiyanlıkta…
konuşmaya devam ettik…

işaret edilen yer kesinlikle orta doğudaolmalıydı.
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:07)

ikinci dizeye göz attık…
kiliseye gönderme yapmışsa, pisliklerini saklayamayacaklarını anlatıyor olabilirdi.
bu iş böyle olmayacaktı… bize ortadoğu’yu ve hz isa’yı iyi bilen birisi lazımdı…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:08)

safa bey bu konuda bize yardımcı oldu…

muğla üniversitesi, akdeniz medeniyetleri enstitüsünden birini çağırdı.
30’lu yaşlarının başında, şık görünmlü bir doçentti.
şahin hoca…

kendisi mısır ve ortadoğu medeneyetleriyle ilgili, genç yaşına rağmen önemli çalışmalarda bulunmuştu…
anlaşılan yardıma hazırdı…
konuşmaya başladık…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:09)

- hocam ben burada coğrafi bir bölgenin işaret edildiğini düşünüyorum… fikriniz nedir?

- edebiyatla aram yoktur dedi… siz coğrafi özellikleri söyleyin. varsa öyle bir yer.. bende size yerini…

yeniden dizelere döndük…

birinci dize, bir olayın yaşnıldığı düşünülen ama aslında olmamış bir yer olabilirdi.
ikinci dize de rüzgarın hep aynı yönden esmesinden bahsedilmiş… yani ya doğu-batı ya da batı– doğu…

hep aynı doğrultuda… bu da muhtemelen buranın bir vadi olabileceği anlsevgi gelmeli…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:20)

üçüncü dizede, yüksek kiliselerin yerin dibine batacağını anlatmış olabilir diye düşünmüştüm.
ama sanırım, yüksek bir yerin altında başka bir yer daha olabileceğinde, bunun açığa çıkması içinde üzerinde yalan diye adledilebilecek bir şeyin varlığından bahsedilmiş…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:23)

beyler anca yazıyorum lan. hiç düşünmeyelim mi amk:d
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:23)

dördüncü dize ise gerçekleri söyleyenlerin sebepsizce öldürldüğünü, ancak yalancıların gizlice ve görünmeden yaşadığını söylüyor… bu…

kafama dank etti… bu gizli bir örgüt olabilirdi…
yalan söylediklerini düşünmüştü possini…

-şu illuminati hakkında bilginiz var mı diye sordum…

evet. kökenleri epey eskidir. bir sürü fikir olsa da, kimse ne zaman kurulduğunu tam bilmez. son derece gizliler… possini’yle aynı döneme denk gelme ihtimalleri nedir dedim…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:23)

aslında dedi, aynı dönemde bile olsalar. possini onları bu denli kötülemezdi. çünkü onlar da dinin karşısında bilinirler… sonradan dejenere olmuş gibi göünseler de bilinen ilk amaçları dini ortadan kaldırmaktır… yani aynı safta olurlardı…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:23)

cevap beni tatmin etmiyordu.
işin içinde başka bir şey olmalıydı…

neyse işimize dönelim…
dizelere bir de bu şekliyle bakın…
açıklamaları yazmıştım.
şahin bey kağıdı eline aldı.
okumaya başladı…

gözleri parlıyordu…
bu dedi…

kesinlikle celile’yi işaret ediyor…

yüksekce bir tepede hz. isa’nın çarmıha gerildiğine inanılır.
ayrıca orda, isa çarmıha gerilirken, büyük bir havranın yıkıldığı söylenir…
yahudiler, hz. isa’ya hep yalancı demişlerdir.
benzerlikler ve tutarlılıklar çok.
ama yer altında ne olduğu, üstündeki yalanın ne olduğu konusunda bir fikrim yok…

kafam daha da karışı… illuminati ile possini çatışmış olamazlardı… bahsettiği kişiler farklıydı…
yapmamız gerekenin ne olduğunu biliyodum… şahin hoca sordum onayladı… en kısa zamanda gideriz…
kudüs’e…
çok geçmeden gittik… şahin hoca ve ben. ömer abi’yi daha fazla tehlikeye atmak istememiştim. o da artık hevesini kaybetmişti zaten…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:29)

tahmin ettiğimiz celile bölgesini kontrol etmek istedik…
ama çok kalabalıktı…
ıssız bir anda gelmeliydik…

gece gitmeye karar verdik. sokaklarda israil askerlrei tur atıyordu…
düşünmeye başladık…

gece gitmek de gündüz gitmek de tehlikeliydi…
en az tehlikeli olanı seçim gündüz gitmeye karar verdik.
en azından akşama doğru tenha bir anda orada olabilirdik.
uzun zaman sonra en huzurlu uykumu çekmiştim…
ertesi gün hazırlandık.
öğleden sonraydı.

bir şeyler yiyip celile'ye vardık…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:30)

ilginçti…
ortalıkta hiç israil askeri yoktu…

şüphelenmiştim…

şahin hoca anlatmaya başladı…
işte karşı tepe, isa’nın çarmıha gerildiği yer…
burası da eskiden havraymış…
yıkılmış…
şimdi kilise..
isa çarmıha gerilirken…
karşılıklı yüksek yerlerdi ve aralarından gerçekten de bir vadi geçiyordu…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:32)

ilk dizelerden biri aklıma geldi:

gök yüzünden gelen ışık
süzülüyor sahte camdan
ve insanlık görmüyor
camın siyah olduğunu
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:33)

tabi ya…
ömer abiyi aradım… şu dizeyi tekrar sordum… çeviri hatası olabilir miyidi?
bilmiyorum dedi… zaten biliyorsun, yazılar silik silikti…
peki dedim başka hangi kelime olabilir. süzülmek yerine… yansımak olabilir mi?
olabilir dedi…
emin misin abi diye yineledim… bu çok önemli…
evet dedi. olabilir…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:33)

kesinlikle anlamıştım…
ışığı süzmüyor yansıtıyordu sahte cam.
yani kendine ait olmayan, bir başka kaynağın ışığını alıp yansıtıyordu…
insanlar bunu onun kendi ışığı sanıyorlardı…
aslında gerçekte karanlık olduğunu bilmiyorlardı…

possini, dünyanın uydusu olan ayın özelliklerini keşfetmiş olmalıydı…
aynı zamanda da muhtemelen ay’ı bir yer gösterici olarak kullanmıştı…
anlaşılan gündüz gözüyle burayı incelememizin bir anlamı yoktu…

gece tekrar geldik…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:34)

beklediğimiz olmamıştı.
kimseler yoktu.
hatta o kadar ki çıt çıkmıyordu…
ara ara duyulan silah sesleri bile kesilmişti…

aynı vadinin ortasında tekrar durduk…
karşı tepede, hz. isanın çarmıha gerildiği yerde büyük bir haç vardı…
tam arkasında ay görünüyordu.

arkama baktım.

yanılmamıştım…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:34)

kilisenin alt tarafında küçük camlar vardı.
bu ayrıntıyı kaçırmıştım…
bakmak için eğildim…
o sırada siyah bir hummer yanaştı.
apar topar indiler…
bu daha önce beni sözde morales’ten kurtaran adamdı…

- aferim evlat dedi. sonunda buldun… bizi atlattığını mı düşünmüştün? sonunda bulacağını biliyorduk… şimdi sana bir şans veriyorum. arkana bile bakmadan git buradan… canını bağışlarım.

ailenin de…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:43)

mecburen kabul ettim…
tamam dedim.
ama bir şey sormak istiyorum.
aradığınız şey ne?

binlerce yıldır bulunmayı bekleyen bir şey. bu kilisenin altında gömülü. sayende bulduk. onun görünmemesi gerekiyor… insanları binlerce yıldır inandığı şeyleri, değiştirmek istemeyiz, öyle değil mi…

tablo sende kalabilir. önemsiz. günlüğü bana ver…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:44)

peki dedim.

kastettiği şeyin ne olduğunu anlamıştım.

tahminlerim doğru çıkmıştı…

uzaklaştım…
___________________________
onları bir daha hiç görmeyeceğimi sanmıştım…

3 ay sonra o adam yine aradı…

bay antonyo… sizi yeniden rahatsız etmeyeceğimize söz vermiştik. ama bir şey sormak istiyorum. müsait misiniz?

tabi dedim…

gözden kaçırdığınız bir şey olabilir mi? aradığımız şeyi orada bulamadık. kilisenin altını boşuna kazmış olduk…

dedi…

hayır dedim…

tek bildiğim bu…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:44)

yalan söylemiştim…
çünkü her şeyi anlamıştım…
onu gidip oradan çıkarmaya gücüm yoktu ama yanlış ellere geçmesini de istemiyordum…

bu adamlar belli ki vatikan adına çalışıyorlardı…
aradıkları şey, hz. isa’ya indirilmiş olan gerçek incildi…
ortaya çıkarsa, hristiyanlık geçerliliğini yitirecekti.
çünkü bilinen bir gerçek vardı ki,

isa, kendinden sonra başka bir peygamber geleceğini bildirmişti…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:45)

aradıkları şeyin yerini biliyordum.
hem de onlara çok uzakta değildi…

“yüksek sandığınız yerler
aslında yerin dibinde
baksanızda göremezsiniz
yalanlar yıkılmadan”

bu dizeleri hatırladım yeniden…
aradıkları şey, bizzat karşı tepede, çarmıhın altındaydı.
emindim… isa’nın çarmıha gerildiği yere gömmüş olmalılardı…
orası kutsal bölgeydi.
eminim bir kürek bile değdirilmemişti toprağa.
zaten anlaşılan, o haç ordan yıkılmadan, gerçek ortaya çıkmayacaktı…
hristiyanlığın en önemli sembolünü de yıkmayı hiç kimse beceremezdi…
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:46)

iki grup arasında kalmıştım.
biri belli bunu örtbas etmek diğeri korumak istiyorudu…

favellini’nin kötü olan tarafta olduğuna emindim…
ama hangisine doğruyu söylemeliydim bilmiyordum…
sanırım en iyisi bu sırrın benimle mezara gitmesiydi..
possini’nin sırrını saklayacaktım… artık onu tanıyordum…
bu tabloyu neden yaptığını biliyordum… possini bir sanatçıydı…
büyücü değildi… gerçekleri söylediği için kilise sesini kısmak istemişti…
eminim dona ve possini hayat dolu insanlardı.
ve bu dünyaya bir canlı daha getireceklerdi.

ne yazık ki kilise onun ilk adımlarını atmasını, ilk kez baba demesini, ilk gülüşünü görmelerine izin vermedi…

kızlarına bir hatıra bıraktılar…
annesinin resmi…
babasıyla annesinin kanıyla yapılmış olan…
tablo bu yüzden kızıldı…
tablodaki kızın eli bu yüzden sarılıydı…
ve bu yüzden çember şeklindeydi…
sonsuza dek… demek istemişlerdi kızlarına…
sonsuza dek birlikte olacağız…
tabloyu safa beye gönderdim…
yetkili mercilere ulaştırılıp, dünya mirasına kazandırılması için…

belki kimse üstad possini’nin hikayesine bilmeyecekti…

ama o ve dona sonsuza kadar yaşayacaklardı…

____________________2. sezon’un sonu__________________
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:48)

hayırlı olsun binler... kafam gibildi beynim döndü... beyin amcıklaması geçirdim...

http://www.youtube.com/watch?v=czmbtusqyca
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:49 ~ 01:50)

@1666 güldürdün piç...
@1667 var panpa... ama şu aralar biraz işlerim var... 1 aydan önce devam edemem herhalde...
(tinttlf ?, 14.06.2012 01:55)

@1672: örtbas edenler vatikan...
diğerini öğrenemedi antonyo... gerçek hristiyanlığı ortaya çıkarmak isteyen birileri diye düşünüyor. ama bi yandan da onlarında müslüman olabileceklerine dair şüpheleri var... asıl kafasına takılan iki şey var...
bay x'in ilgisi ne?
gizem'in ilgisi ne

bunların cevaplarını ben biliyorum.
ama 3. sezonda kullanabilirim. eğer tamamen farklı bi karakterle farklı bi maceraya girersem, extra bi bonus 5 bölüm atarım... buna ekler final yaparım... bakıcaz

ya da şöyle bir şey yapalım... gizem'in ilgisini tahmin ederse birisi açıklayıp direk bonus 5 bölüm atayım.. konuyu açıklayan...
(tinttlf ?, 14.06.2012 02:01 ~ 02:02)

@1677 bir kısmı gerçek bir kısmı kurgu..
(tinttlf ?, 14.06.2012 02:04)

@1678 yanlış..
zaten lucas orta yaşlı bi adam. elizabeth onun olsa olsa annesi hatta büyük annesi olabilecek yaşta. ama değil...
(tinttlf ?, 14.06.2012 02:04 ~ 02:05)

@1683, panpa çok vaktimi alıyo. çok da yoğunum şu aralar...
(tinttlf ?, 14.06.2012 02:11)

@1684, vol 1 bu başlıkta ilk anlattığım kısımdı... silinmişti yeniden yazdım...
(tinttlf ?, 14.06.2012 02:13)

@1687

quam
ego explicare
vobis
primum litteras
respice

yani:

nasıl
anlatsam
sana
ilk harflere
baksana
(tinttlf ?, 14.06.2012 02:17)

sezon sonu açıklama:

bazı kısımları 3. sezon için sakladım... 3. sezon fikrini iptal edersem ekstra bölümlerle açıklicam demiştim... bunlar şu konular...

- gizemin ve ailesinin konuyla ilgisi ne?
- bay x'in konuyla ilgisi ne?
- antonyo'nun sürekli duyduğu çığlık ne?


3. sezon trailer...

aniden telefon çaldı...

tablodan ve günlükten kurtulmama rağmen çığlıklardan kurtulamamıştım. ama alışmış sayılırdım. yine buna yüzden aylardır düzenli bir uyku çekememiştim...

arayan safa beydi...

gecenin bu saatinde aradığına göre, önemli bir şey olmalıydı...

- tablo çalınmış dedi. en güvendiğim adamımla göndermiştim. kaan'la.

kaan öldürülmüş...

tablo da ortalarda yok...

artık çok yorulmuştum. ama hiç bir şeyin bitmediğini de fark etmiştim... her şey yeniden canlancak, hayatım her zamankinden daha taktan bir hal alacaktı...

______________________________________________________________
(tinttlf ?, 04.07.2012 22:01)

@1849 okuma o zaman amın oğlu ... hey allahım...
(tinttlf ?, 04.07.2012 22:07)

güvenleri boşa çıkarmamayı umuyorum...
(tinttlf ?, 05.07.2012 18:16)

geçtiğimiz iki sezonu şöyle bi irdeleyelim başlamadan...

--spoiler--

kahramanımız antonyo, ilk sezonda, henüz lise yıllarını yaşayan, ergen ve normal olarak salak biri olarak vücut buluyor hikayede. yaşadığı hayal kırıklıkları, başına gelen olaylar ve karmaşık aşk hayatına rağmen, güçlü bir duruş sergilediğini görüyoruz. bu da ikinci sezonda daha güçlü bir antonyo ile karşılaşacağımız anlsevgi geliyordu ki öyle de oldu.

yaşadıklarının etkisi, ayrılıklar ve babasının ölümü, antonyoyu yıpratmış ve haliyle olgunlaştırmıştır. 2. sezon, ilk kısmın kaldığı yerden devam etmeyip, antonyonun 20'li yaşlarının ikinci yarısında olduğu kısma tekabül ediyor ki; bu da antonyoyu ilk sezondan çok daha farklı yapıyor. gelen eleştirileri hep açıklamaya çalışsam, antonyonun geçirdiği bu değişimi normal karşılamış olmanızı umuyorum. zira artık liseli bir ergen değil, annesi ve kız kardeşini himaye etmeye çalışan, yetişkin biri olarak çıkıyor karşımıza antonyo. 2. sezonun daha durgun geçtiği yönünde eleştiriler almış olsam da, aslında bunun böyle olmadığını, aksine çok daha fazla olay olduğunu, lakin olayı uzatıp okuyucuları sıkmamak için her olayı derinlemesine anlatmak veya fazlaca tasvir kullanmamak için, ritmi hızlandırdığımı belirtmek isterim.

gelelim 3. sezona. biraz kopya vericem...
antonyo hala 20'li yaşlarındadır. ama bu kez sonlarında. 30'una ramak kalmıştır. güçlü karakterine bu kez, ölen amcasının mirasıyla birlikte elde ettiği maddi güç de eklenmiştir. artık geçim sıkıntısı ve annesiyle kardeşine bakmak gibi dertleri bir süreliğine rafa kaldırmıştır. ama ileride onların maddi refahından çok, güvenlikleri için endişe etmek zorunda kalacaktır. 2. sezonda sakladığı sırlar, kendine sakladığı bilgilerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. bu sezonda 2. sezonda havada kalmış gibi görünen bazı soruların da açıklığa kavuşacağını da söyleyebilirim. mesela gizem ve ailesinin durumu. bay x'le ilgili bilinmeyenler. kim kiminle nerede? geçen gece istanbul gecelerinin tozunu atan ünlü kim? bunların hepsi açıklanacak.

ayrıca antonyonun yaşadıklarıyla baş başa kalışı ve olanlardan nasıl etkilendiğini de göreceğiz. hayli zor geçmiş olan yaşamı daha da zorlaşacak. karmakarışık olan duygusal hayatı, bir nebze düzenlense de, iç hesaplaşmalar hep başını ağrıtacak.

antonio's adventure...

this summer

--spoiler--
(tinttlf ?, 05.07.2012 18:48)

tamam panpa
(tinttlf ?, 07.07.2012 22:47)

binler gecikme için kusura bakmayın. şu aralar başımı kaşıyacak vaktim yok. bugün yarın yazıcam merak etmeyin.
(tinttlf ?, 11.07.2012 21:32)

bu gece 3. sezon başlıyor...
(tinttlf ?, 17.07.2012 14:27)

binler. herkese pm atmaya çalıştım... haber ver deyip pm atmadıklarım kusura bakmasın artık
(tinttlf ?, 17.07.2012 14:30)

evet rezervleri alın ve gece yarısını bekleyin binler...
(tinttlf ?, 17.07.2012 21:07 ~ 21:08)

kimler burda binler
(tinttlf ?, 18.07.2012 00:01)

kimse yok mu lan...
(tinttlf ?, 18.07.2012 00:07)

olum anlatayım mı lan. yok mu hiç dinleyen
(tinttlf ?, 18.07.2012 01:21)

3. sezon yapmakla hata ettik amk.
(tinttlf ?, 18.07.2012 01:21)

dün gece kimse yok diye yazmadım binler... şimdi bi kaç satır yazıp geceye bırakıyorum kalanını madem...
(tinttlf ?, 18.07.2012 12:57)

___________________ 3 . sezon_______________________

2011 yılıydı. geçen yıl yani...
rahmetli amcam bay x sayesinde hayatım çok değişmişti.
lise dönemi ve sonrasında yaşadığım atraksiyondan bahsetmiyorum elbette.
hatırlarsanız bana bıraktığı yüklü bir miras vardı.
2008’den önce annem ve kardeşimle birlikte bi hayli sıkıntı çekmiştik.
bi yandan okumaya çalışmış bi yandan da çalışmıştım.
ama bay x öldükten sonra bile imdadıma yetişmişti.
kafe-pub tarzı bir yer açmıştım.
çok istediğim yüksek lisansı drama ve sahne sanatları üzerinde değil, son olaylardan sonra, orta çağ avrupa tarihi üzerine yapıyordum.
malumunuz elimde bir hayli belge olmuştu son zamanlarda…
(tinttlf ?, 18.07.2012 12:59)

hayatımda ilk defa eğlenceli zamanlar geçiriyordum.
aslına bakarsanız gayet memnundum ama zaman zaman o hareketliliği özlemiyorum da diyemezdim.

ama kararlıydım.

dönmek istememiştim o günlere.
buna 2 yıl önce kaan’ın, çember tuvalli tabloyu taşırken öldürüldüğünü öğrendiğimde karar vermiştim.
ilk kez başıma gelen bir olayın üstüne gitmemiş, konuyu kapatmıştım.
ama tabi ki, her zaman olduğu gibi, kaderim, üzerimde başka planları vardı.

bunu öğrenmek için çok zaman geçmesine gerek kalmayacaktı…
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:00)

sahibi olduğum pub, küçük bir yerdi.
benim için şirindi.
yeni yetme üniversiteliler içinse cool bi mekandı.
60’lar teması kullanmıştım.
zaten severdim de…
cadillac maketleri, taş plaklar, janis joplin posterleriyle süslü taş duvarları vardı.
tamamen bistrolu.

insanlar rahat rahat yayıldıklarında, muhabbetleri tatsızlaşırdı..

zaten mekanın ana elementi, içeride dönen güzel muhabbeti olmuştu hep.
takılan herkesi tanırdım.
yakınen hem de.
onlarda birbirlerini.
küçük bi aile diyebilsiniz.
ya da bi kabile.
örgüt.
her neyse…
o gün yabancı yüzler vardı girişteki masada. neredeyse aynı yaşlarda olduğumuz iki adam.
genelde buraya genç kesim takıldığından, bu yaşlarda insanları genelde şu şekilde görürdük.
içeriye almadığımız liseliler, inat olsun diye ailelerinden birileriyle gelirdi.
o gün de öyle sandım.

değilmiş…

garsonlardan birini çağırıp sordum…

b-12 ye baktınız mı?

gidip kendim baktım.
hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim?

-bize ait olanı vererek işe başlamaya ne dersiniz bay antonyo dedi…

anlamadım… dedim…

gerçekten o an anlamamıştım. üzerinden uzun zaman geçmişti. meşgul olduğum fazlaca şey vardı.

- günlük… dedi. sizde olduğunu biliyoruz.

- yanılıyorsunuz.. dedim. onu en son kudüste gördüm. bir daha elime hiç geçmedi.

- sizin de bağlı olduğunuz örgüt onu bizden çaldı.

- bakın dedim beyler bi hata yapıyorsunuz. ben bi örgüte falan bağlı değilim..

- o zaman tablo nerede dedi…

- gerekli yerlere ulaştırılması için güvendiğim birine emanet ettim. öldürüldü. neredeyse 2,5 yıl oldu. bi daha haber almadım.

- yine görüşeceğiz bay antonyo… deyip kalktılar…
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:01)

yine neler dönüyordu?

gelip beni bulmuştu yine.

aynı gece saat 4 sularıydı.

çalan telefonun sesiyle uyandım.

arayan sebastiandı.

mekanımız saygııya uğradı.

neler oluyor antonyo?
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:02)

o gün olanları anlattım.

bu işi halletmemiz lazım dedi…
bir an önce buraya gel.
olmaz abi dedim.
artık doğru düzgün bir hayatım var.
tekrar bulaşmak istemiyorum.

sence aradıklarını bulamadıklarında, o hayat doğru ve düzgün olmaya devam edecek mi sanıyosun antonyo?

dedi…

annen ve kardeşini düşün.

hepinizin başı dertte olabilir.
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:02)

sanırım yine çaresiz kalmıştım.
ertesi gün erkenden yola çıktım.
yıllardır dönüp dolaşıp gittiğim yere doğru.
safa beyi hiç böyle görmemiştim.
her durumda yüzünde ufak da olsa bir neşe belirtisi olurdu.
bu kez yoktu…

umutsuzca bakıyordu.

ve sanki korku doluydu gözleri.

oturduk.
safa bey,
sebastian
ve ben.
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:03)

neler döndüğünü öğrenmemiz lazım antonyo dedi.
hepimizin iyiliği için.
nasıl dedim.
ne oluyordu ki?
nereden başlamalıydım?

pub’a gelen adam bağlı olduğumu düşündüğü bir örgütten söz etmişti.
başta kudüste benden günlükteki dizeleri çözmemi isteyen adamlar olduğunu düşünmüştüm bu örgütün.

ama ya amcamı bay x’le ilgili bir şeyse…
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:03)

olabilir dedi safa bey…

amcanı iyi tanırdım.
bu mümkün.
gençlik yıllarımızda, siyasetle çok içli dışlıydık.
hatırlarsın anlatmıştım dedi sebastian.
o dönemden kalma bir şeyler olabilir.
bunu öğrenebileceğimiz tek bir kişi var.
amcanın o dönem en yakın arkadaşlarından biri.

atilla…

akşama kadar süre verin.
bir şeyler bulmaya çalışırım…
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:04)

öğleden sonra, saat 3 civarı…
akdeniz manzarasına bakarak kahve içiyorduk safa beyle.
içinde bulunduğumuz duruma bakılırsa biraz fazla rahattık.
akdenizin bu görüntüsü ilginç bir şekilde bana hala ayşeni hatırlatıyordu.
ne yapıyordu acaba?
sebastian geldi…

buldum.

istanbul’da.

seni bekliyor…
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:04)

apar topar istanbula gittim.
verilen adres tanıdık gelmemişti.

gittiğimde, yüzü de öyle.

sonunda işler dönüp dolaşıp, tanıdığım birine çıkmamıştı.
şaşırmıştım…
konuşmaya başladık…

gerçekten de bir teşkilatlanmaları varmış…
80’lerin ülkücü gençleri ideallerini kaybetmeyip daha da abartarak yollarına devam etmişler.
türk-islam birliği için çalışan bir topluluk.
örgüt.
ama kendilerine örgüt değil teşkilat demeyi tercih ediyorlardı.
ilginç bir tezat çarptı gözüme.
türklüğü savunan adamlar, türkçe bir kelime olan örgüt sol kavramları çağrıştırdığı için onun yerine sevmediği arapların kavramı olan teşkilatı kullanıyorlardı.

gülümsedim.

ama siyaset tartışacak durumda değildim.
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:05)

amcan ve bizler, islam dinini yüceltmek uğruna düşmüştük bu tablonun peşine.
günlükte nelerden bahsedildiğini bilseydik, böyle olmazdı.
bizim bu işle uğraşma amacımız farklıydı.

ne gibi dedim? nasıl yani?
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:06)

kurtuluş savaşı hikayelerini duyumuşsundur.
ardından 2. dünya savaşı hikayeleri.
vietnam.
bosna…

hepsinin, kan ve ölüm dışında bir ortak noktası var.

anlamamıştım amk.
adam çok kafa karıştırıyordu…
daha açık olsanız dedim…

doğa üstü olaylardan bahsedilir.
metafizik, psişik güçler, paranormal olaylar.
ne dersen.
bizim inancımızda, bu, eğer peygamber değilsen, ki son peygamber gönderileli 1500 yıl olmuş, bunun tek bir açıklaması var o da 3 harfliler diye tabir ettiğimiz varlıkların insan hizmetinde çalışmaları.

nası amk dedim ya…
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:07)

kalanına gece devam edicem binler. bi ara okursunuz buraları... gece 1 e doğru başlıyorum...
(tinttlf ?, 18.07.2012 13:07)

________________

olum yazdığım kadarını okuyan var mı? farkındasınız umarım bi kısmını anlattığımın...

_________________
(tinttlf ?, 18.07.2012 21:51)

evet gece yarısı kaldığımız yerden devam ediyoruz...
(tinttlf ?, 18.07.2012 22:29)

saatlerimiz 0:00'ı geçti. devam edebiliriz binler...
(tinttlf ?, 19.07.2012 00:05)

kimler burda ???
(tinttlf ?, 19.07.2012 00:05)

____________________________________________________________________________

previously on antino's adventure...

2011 yılıydı. rahmetli amcam bay x sayesinde hayatım çok değişmişti. lise dönemi ve sonrasında yaşadığım atraksiyondan bahsetmiyorum elbette. hatırlarsanız bana bıraktığı yüklü bir miras vardı. 2008’den önce annem ve kardeşimle birlikte bi hayli sıkıntı çekmiştik. bi yandan okumaya çalışmış bi yandan da çalışmıştım. ama bay x öldükten sonra bile imdadıma yetişmişti. kafe-pub tarzı bir yer açmıştım. çok istediğim yüksek lisansı drama ve sahne sanatları üzerinde değil, son olaylardan sonra, orta çağ avrupa tarihi üzerine yapıyordum. malumunuz elimde bir hayli belge olmuştu son zamanlarda…

hayatımda ilk defa eğlenceli zamanlar geçiriyordum. aslına bakarsanız gayet memnundum ama zaman zaman o hareketliliği özlemiyorum da diyemezdim. ama kararlıydım. dönmek istememiştim o günlere. buna 2 yıl önce kaan’ın, çember tuvalli tabloyu taşırken öldürüldüğünü öğrendiğimde karar vermiştim. ilk kez başıma gelen bir olayın üstüne gitmemiş, konuyu kapatmıştım. ama tabi ki, her zaman olduğu gibi, kaderim, üzerimde başka planları vardı. bunu öğrenmek için çok zaman geçmesine gerek kalmayacaktı…

sahibi olduğum pub, küçük bir yerdi. benim için şirindi. yeni yetme üniversiteliler içinse cool bi mekandı. 60’lar teması kullanmıştım. zaten severdim de… cadillac maketleri, taş plaklar, janis joplin posterleriyle süslü taş duvarları vardı. tamamen bistrolu. insanlar rahat rahat yayıldıklarında, muhabbetleri tatsızlaşırdı.. zaten mekanın ana elementi, içeride dönen güzel muhabbeti olmuştu hep. takılan herkesi tanırdım. yakınen hem de. onlarda birbirlerini. küçük bi aile diyebilsiniz. ya da bi kabile. örgüt. her neyse… o gün yabancı yüzler vardı girişteki masada. neredeyse aynı yaşlarda olduğumuz iki adam. genelde buraya genç kesim takıldığından, bu yaşlarda insanları genelde şu şekilde görürdük. içeriye almadığımız liseliler, inat olsun diye ailelerinden birileriyle gelirdi. o gün de öyle sandım. değilmiş… garsonlardan birini çağırıp sordum… b-12 ye baktınız mı?

gidip kendim baktım. hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim?
-bize ait olanı vererek işe başlamaya ne dersiniz bay antonyo dedi…
anlamadım… dedim…
gerçekten o an anlamamıştım. üzerinden uzun zaman geçmişti. meşgul olduğum fazlaca şey vardı.
- günlük… dedi. sizde olduğunu biliyoruz.
- yanılıyorsunuz.. dedim. onu en son kudüste gördüm. bir daha elime hiç geçmedi.
- sizin de bağlı olduğunuz örgüt onu bizden çaldı.
- bakın dedim beyler bi hata yapıyorsunuz. ben bi örgüte falan bağlı değilim..
- o zaman tablo nerede dedi…
- gerekli yerlere ulaştırılması için güvendiğim birine emanet ettim. öldürüldü. neredeyse 2,5 yıl oldu. bi daha haber almadım.
- yine görüşeceğiz bay antonyo… deyip kalktılar…

yine neler dönüyordu? gelip beni bulmuştu yine.
aynı gece saat 4 sularıydı. çalan telefonun sesiyle uyandım. arayan sebastiandı.
mekanımız saygııya uğradı. neler oluyor antonyo?

o gün olanları anlattım.
bu işi halletmemiz lazım dedi… bir an önce buraya gel.
olmaz abi dedim. artık doğru düzgün bir hayatım var. tekrar bulaşmak istemiyorum.
sence aradıklarını bulamadıklarında, o hayat doğru ve düzgün olmaya devam edecek mi sanıyosun antonyo? dedi… annen ve kardeşini düşün. hepinizin başı dertte olabilir.

sanırım yine çaresiz kalmıştım. ertesi gün erkenden yola çıktım. yıllardır dönüp dolaşıp gittiğim yere doğru.
safa beyi hiç böyle görmemiştim. her durumda yüzünde ufak da olsa bir neşe belirtisi olurdu. bu kez yoktu… umutsuzca bakıyordu. ve sanki korku doluydu gözleri. oturduk. safa bey, sebastian ve ben.
neler döndüğünü öğrenmemiz lazım antonyo dedi. hepimizin iyiliği için. nasıl dedim. ne oluyordu ki? nereden başlamalıydım?
pub’a gelen adam bağlı olduğumu düşündüğü bir örgütten söz etmişti. başta kudüste benden günlükteki dizeleri çözmemi isteyen adamlar olduğunu düşünmüştüm bu örgütün. ama ya amcamı bay x’le ilgili bir şeyse…
olabilir dedi safa bey… amcanı iyi tanırdım. bu mümkün. gençlik yıllarımızda, siyasetle çok içli dışlıydık. hatırlarsın anlatmıştım dedi sebastian. o dönemden kalma bir şeyler olabilir. bunu öğrenebileceğimiz tek bir kişi var. amcanın o dönem en yakın arkadaşlarından biri. atilla… akşama kadar süre verin. bir şeyler bulmaya çalışırım…
öğleden sonra, saat 3 civarı… akdeniz manzarasına bakarak kahve içiyorduk safa beyle. içinde bulunduğumuz duruma bakılırsa biraz fazla rahattık. akdenizin bu görüntüsü ilginç bir şekilde bana hala ayşeni hatırlatıyordu. ne yapıyordu acaba? sebastian geldi… buldum. istanbul’da. seni bekliyor…

apar topar istanbula gittim. verilen adres tanıdık gelmemişti. gittiğimde, yüzü de öyle. sonunda işler dönüp dolaşıp, tanıdığım birine çıkmamıştı. şaşırmıştım…
konuşmaya başladık…
gerçekten de bir teşkilatlanmaları varmış… 80’lerin ülkücü gençleri ideallerini kaybetmeyip daha da abartarak yollarına devam etmişler. türk-islam birliği için çalışan bir topluluk. örgüt. ama kendilerine örgüt değil teşkilat demeyi tercih ediyorlardı. ilginç bir tezat çarptı gözüme. türklüğü savunan adamlar, türkçe bir kelime sol kavramları çağrıştırdığı için onun yerine sevmediği arapların kavramı olan teşkilatı kullanıyorlardı. gülümsedim. ama siyaset tartışacak durumda değildim.
amcan ve bizler, islam dinini yüceltmek uğruna düşmüştük bu tablonun peşine. günlükte nelerden bahsedildiğini bilseydik, böyle olmazdı. bizim bu işle uğraşma amacımız farklıydı.
ne gibi dedim? nasıl yani?
kurtuluş savaşı hikayelerini duyumuşsundur. ardından 2. dünya savaşı hikayeleri. vietnam. bosna… hepsinin, kan ve ölüm dışında bir ortak noktası var.
anlamamıştım amk. adam çok kafa karıştırıyordu… daha açık olsanız dedim…
doğa üstü olaylardan bahsedilir. metafizik, psişik güçler, paranormal olaylar. ne dersen. bizim inancımızda, bu, eğer peygamber değilsen, ki son peygamber gönderileli 1500 yıl olmuş, bunun tek bir açıklaması var o da 3 harfliler diye tabir ettiğimiz varlıkların insan hizmetinde çalışmaları.
nası amk dedim ya…
(tinttlf ?, 19.07.2012 00:06)

biri de burdayım desin be sevgi koduklarım. devam edelim ona göre birileri varsa.
(tinttlf ?, 19.07.2012 00:11)

@1921 mal mısın birader ne alkışı? sadece okuyan var mı diyorum. birileri okumuyosa yazmamın ne anlamı var? birilerinin gelip rastgele reserved yazması, okudukları anlmına mı gemeli? havaya yazayım durayım mı amk kendi kendime... yeni bi başlık açsam da olmaz. devam niteliğinde olduğu için...
(tinttlf ?, 19.07.2012 10:49)

devam ediyorum beyler. sırf mesaj atıp devam et diyen ya da başlığa yazan, 5-6 panpa için...
(tinttlf ?, 19.07.2012 23:03)

beyler liseliler dadanıyo. orta okullu da olabilir. şöyle bi yarım saat bi saat sonra başlıyorum yazmaya...
(tinttlf ?, 19.07.2012 23:35)

saatler 00:00'ı gösteriyor... devam etme vakti binler... yazıyorum. bu sefer okuyan var mı diye bakmayacağım...
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:00)

yeniden bi tekrar yapayım bütünlük bozulmasın...

____________________________________________________________________________

previously on antino's adventure...

2011 yılıydı. rahmetli amcam bay x sayesinde hayatım çok değişmişti. lise dönemi ve sonrasında yaşadığım atraksiyondan bahsetmiyorum elbette. hatırlarsanız bana bıraktığı yüklü bir miras vardı. 2008’den önce annem ve kardeşimle birlikte bi hayli sıkıntı çekmiştik. bi yandan okumaya çalışmış bi yandan da çalışmıştım. ama bay x öldükten sonra bile imdadıma yetişmişti. kafe-pub tarzı bir yer açmıştım. çok istediğim yüksek lisansı drama ve sahne sanatları üzerinde değil, son olaylardan sonra, orta çağ avrupa tarihi üzerine yapıyordum. malumunuz elimde bir hayli belge olmuştu son zamanlarda…

hayatımda ilk defa eğlenceli zamanlar geçiriyordum. aslına bakarsanız gayet memnundum ama zaman zaman o hareketliliği özlemiyorum da diyemezdim. ama kararlıydım. dönmek istememiştim o günlere. buna 2 yıl önce kaan’ın, çember tuvalli tabloyu taşırken öldürüldüğünü öğrendiğimde karar vermiştim. ilk kez başıma gelen bir olayın üstüne gitmemiş, konuyu kapatmıştım. ama tabi ki, her zaman olduğu gibi, kaderim, üzerimde başka planları vardı. bunu öğrenmek için çok zaman geçmesine gerek kalmayacaktı…

sahibi olduğum pub, küçük bir yerdi. benim için şirindi. yeni yetme üniversiteliler içinse cool bi mekandı. 60’lar teması kullanmıştım. zaten severdim de… cadillac maketleri, taş plaklar, janis joplin posterleriyle süslü taş duvarları vardı. tamamen bistrolu. insanlar rahat rahat yayıldıklarında, muhabbetleri tatsızlaşırdı.. zaten mekanın ana elementi, içeride dönen güzel muhabbeti olmuştu hep. takılan herkesi tanırdım. yakınen hem de. onlarda birbirlerini. küçük bi aile diyebilsiniz. ya da bi kabile. örgüt. her neyse… o gün yabancı yüzler vardı girişteki masada. neredeyse aynı yaşlarda olduğumuz iki adam. genelde buraya genç kesim takıldığından, bu yaşlarda insanları genelde şu şekilde görürdük. içeriye almadığımız liseliler, inat olsun diye ailelerinden birileriyle gelirdi. o gün de öyle sandım. değilmiş… garsonlardan birini çağırıp sordum… b-12 ye baktınız mı?

gidip kendim baktım. hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim?
-bize ait olanı vererek işe başlamaya ne dersiniz bay antonyo dedi…
anlamadım… dedim…
gerçekten o an anlamamıştım. üzerinden uzun zaman geçmişti. meşgul olduğum fazlaca şey vardı.
- günlük… dedi. sizde olduğunu biliyoruz.
- yanılıyorsunuz.. dedim. onu en son kudüste gördüm. bir daha elime hiç geçmedi.
- sizin de bağlı olduğunuz örgüt onu bizden çaldı.
- bakın dedim beyler bi hata yapıyorsunuz. ben bi örgüte falan bağlı değilim..
- o zaman tablo nerede dedi…
- gerekli yerlere ulaştırılması için güvendiğim birine emanet ettim. öldürüldü. neredeyse 2,5 yıl oldu. bi daha haber almadım.
- yine görüşeceğiz bay antonyo… deyip kalktılar…

yine neler dönüyordu? gelip beni bulmuştu yine.
aynı gece saat 4 sularıydı. çalan telefonun sesiyle uyandım. arayan sebastiandı.
mekanımız saygııya uğradı. neler oluyor antonyo?

o gün olanları anlattım.
bu işi halletmemiz lazım dedi… bir an önce buraya gel.
olmaz abi dedim. artık doğru düzgün bir hayatım var. tekrar bulaşmak istemiyorum.
sence aradıklarını bulamadıklarında, o hayat doğru ve düzgün olmaya devam edecek mi sanıyosun antonyo? dedi… annen ve kardeşini düşün. hepinizin başı dertte olabilir.

sanırım yine çaresiz kalmıştım. ertesi gün erkenden yola çıktım. yıllardır dönüp dolaşıp gittiğim yere doğru.
safa beyi hiç böyle görmemiştim. her durumda yüzünde ufak da olsa bir neşe belirtisi olurdu. bu kez yoktu… umutsuzca bakıyordu. ve sanki korku doluydu gözleri. oturduk. safa bey, sebastian ve ben.
neler döndüğünü öğrenmemiz lazım antonyo dedi. hepimizin iyiliği için. nasıl dedim. ne oluyordu ki? nereden başlamalıydım?
pub’a gelen adam bağlı olduğumu düşündüğü bir örgütten söz etmişti. başta kudüste benden günlükteki dizeleri çözmemi isteyen adamlar olduğunu düşünmüştüm bu örgütün. ama ya amcamı bay x’le ilgili bir şeyse…
olabilir dedi safa bey… amcanı iyi tanırdım. bu mümkün. gençlik yıllarımızda, siyasetle çok içli dışlıydık. hatırlarsın anlatmıştım dedi sebastian. o dönemden kalma bir şeyler olabilir. bunu öğrenebileceğimiz tek bir kişi var. amcanın o dönem en yakın arkadaşlarından biri. atilla… akşama kadar süre verin. bir şeyler bulmaya çalışırım…
öğleden sonra, saat 3 civarı… akdeniz manzarasına bakarak kahve içiyorduk safa beyle. içinde bulunduğumuz duruma bakılırsa biraz fazla rahattık. akdenizin bu görüntüsü ilginç bir şekilde bana hala ayşeni hatırlatıyordu. ne yapıyordu acaba? sebastian geldi… buldum. istanbul’da. seni bekliyor…

apar topar istanbula gittim. verilen adres tanıdık gelmemişti. gittiğimde, yüzü de öyle. sonunda işler dönüp dolaşıp, tanıdığım birine çıkmamıştı. şaşırmıştım…
konuşmaya başladık…
gerçekten de bir teşkilatlanmaları varmış… 80’lerin ülkücü gençleri ideallerini kaybetmeyip daha da abartarak yollarına devam etmişler. türk-islam birliği için çalışan bir topluluk. örgüt. ama kendilerine örgüt değil teşkilat demeyi tercih ediyorlardı. ilginç bir tezat çarptı gözüme. türklüğü savunan adamlar, türkçe bir kelime sol kavramları çağrıştırdığı için onun yerine sevmediği arapların kavramı olan teşkilatı kullanıyorlardı. gülümsedim. ama siyaset tartışacak durumda değildim.
amcan ve bizler, islam dinini yüceltmek uğruna düşmüştük bu tablonun peşine. günlükte nelerden bahsedildiğini bilseydik, böyle olmazdı. bizim bu işle uğraşma amacımız farklıydı.
ne gibi dedim? nasıl yani?
kurtuluş savaşı hikayelerini duyumuşsundur. ardından 2. dünya savaşı hikayeleri. vietnam. bosna… hepsinin, kan ve ölüm dışında bir ortak noktası var.
anlamamıştım amk. adam çok kafa karıştırıyordu… daha açık olsanız dedim…
doğa üstü olaylardan bahsedilir. metafizik, psişik güçler, paranormal olaylar. ne dersen. bizim inancımızda, bu, eğer peygamber değilsen, ki son peygamber gönderileli 1500 yıl olmuş, bunun tek bir açıklaması var o da 3 harfliler diye tabir ettiğimiz varlıkların insan hizmetinde çalışmaları.
nası amk dedim ya…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:01)

cinler, zaman zaman insanlara hizmet etmiştir.
büyü, cazı ne dersen…
savaşlarda bunların kullanıldığına dair bir delil yok elbette.
ama söylentiler hep birbirleriyle örtüşür nitelikte.
ve bunun yapılabildiğini biliyoruz.
en bariz örneği ise, 2. dünya savaşında, hitler’in bu yola alenen baş vurduğunun bilniyor oluşu.

fayda sağladı mı bilmiyoruz…

ama nasıl yaptığını biliyoruz…

nasıl dedim istemsizce…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:02)

işte dedi burada şu senin tablo ve günlük devreye giriyor…

dikkatini çeken bir şey yok muydu günlükte?
neler yazıyordu.
biz hiç ele geçirememiştik..
peşinde o kadar çok insan var ki…

içinde büyü, sihir falan yoktu ama, possini ve donna’nın büyücülükten idam edildiğine dair kaynaklar vardı.

lan yoksa…

bilmiyorum dedim… göreceğiz…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:06)

bu işin şakası yok antonyo dedi.

islam dini savunucuları, hristiyan şövalyeler, vatikan, hatta belki illuminati, belki de sizlerin müslüman sandığı büyük bir topluluk…

hepsi bunun peşinde.
farklı amaçlarla belki…
ama aynı şeyin peşindeler…

ne yapmalıyız dedim?

ikisini de bulmalıyız elbette dedi…

hem de bir an önce…

tamam dedim.
bana düşünmem için biraz zaman verin.
kafamı toparlamam lazım…
bu sıra da siz de annem ve kardeşime güvenli bir yer sağlayabilirseniz eğer memnun olurum…

tamam dedi…

bi otele gittim.
düşünmeye başladım…
tablo kanla yapılmıştı.
ve aşkı anlatıyordu.
en azından başlarda böyle düşünüyordum…

günlük ise hem kiliseye tariz içeren neredeyse saygıı niteliğinde dizelerle doluydu.
gizli bir şekilde de orijinal incilin varlığından ve yerinden bahsediyordu…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:08)

tablo ve günlüğün sahibi possini ise karısı ile birlikte, idam edilmişti.
büyücülük ve cadılık suçuyla…
evet tam da böyle yazıyordu o kilise tutanağında…

_______________________________26 mayıs 1338_______________________________________
ressam possini ve yazar dona, cadılık ve kiliseye karşı çıkmak suçundan güneş batmadan önce yakılarak idam edilmiştir.

____________________________________________________________________________________
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:10)

hatırlıyordum…
bir saniye…
yazar dona…
iyi de ne yazmıştı bu kadın?
yoksa günlüğü aslında kaleme alan o muydu?
ya da başka eserleri olabilir miydi?
aradığım cevabı bilebilecek kişiyi aradım… ömer abiyi.

telefonu ashley açtı.
selam ashley. ömer abiyle konuşabilir miyim.

acil bir durum…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:10)

babam hastanede dedi…
hem de uzun süredir.
durumu pek iyi değil…
hasgibtir ya…
şimdi ne yapacaktım.
birilerine daha güvenemezdim.
sabah düşünürüm deyip uyudum…

ertesi gün telefonum çaldı…

numarayı bilmiyordum ama başındaki ülke kodundan kim olduğunu anlamıştım…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:12)

-selam antonyo nasılsın

- iyiyim ashley. ne oldu bir sorun mu var?

- hayır. her şey aynı. sadece bir şeyi merak ettim. ne oldu?

- hiç dedim sadece ömer abiyi merak ettim…

- o yüzden mi acil dedin? 2 yıl önce neler olduğunu biliyorum antonyo. sana yardım edebilirim…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:13)

ashley’de babasının izinden gidip tarihçi olmuştu.
kendini kariyerine bir hayli kaptırmıştı anlaşılan.
o da benim gibi 30’una merdiven dayamış, hiç evlenmemiş, her şeyi tüm hayatı işi olmuştu.

peki dedim. konuyu anlattım.
bi bak bakalım

anlaştık dedi.
seni ararım.
aradı da…
ama bir şey bulamamıştı…
babamla da konuştum dedi.
bu olayı bana anlattığında, ne kadar merak ettiğimi biliyordu.
sordum.
kırmadı.
izin verdi…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:15)

neye dedim…

türkiye’ye gitmeme.
yanına geliyorum.
sana yardım edebilirim…
dedi...

kabul ettim.
yalnız olmaktansa birileriyle çalışmak daha iyiydi.
ayrıca ashley’den uzun süredir hoşlanıyordum da.. biliyosunuz...

ertesi gün geldi. bu sırada atilla bey annem ve kardeşimi istanbula getirtti.
güvende olduklarından emin olduktan sonra otele döndüm.
ashley’yle birlikte. bütün bu tablo ve günlük olayını yeniden konuştuk.
her şeyi anlattım…

gerçekten yardımcı olabileceğini düşündüğüm birkaç fikir attı ortaya…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:16)

kilit nokta dedi, possini ve dona’nın kızları…
kilise yangınından sonra ortadan kaybolmuş.
endülüs bir tüccarın onu aldığından bahsediyorsun.
şu an, onun soyundan gelen insanlar olabilir.
tablo ve günlüğün varlığından haberdar.
bir zamanlar onlardaymış.
hala bu mirasın peşinde olabilirler…
hem de hiç saf olmayan bir amaçla…

nasıl dedim.. ne gibi mesela…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:17)

alev dedi…
cadı diye tabir edilen büyücülerin en çok iç içe oldukları şeydir.
bu yüzden zaten yakılarak öldürülürler….
veya cinlerin de ateşten yaratıldığına inanılır...
kilisedeki yangınla francesca’nın bir ilgisi olabilir.

nasıl bulabiliriz dedim…

şansımız varsa…
bulabiliriz dedi…
o dönem osmanlının ilk dönemleriydi.
francesca'nın oradan ayrılıp, bahsi geçen tüccarla evlendiğini düşünsek, istanbul'un hala bizans elinde olduğu o son döneme denk gelmiş olabilirdi...
ülkeye giren her tüccarın kaydını tutamazlar. ama buraya yerleşmişse…
bi iz olabilirdi… aferim kıza. iyi bir noktaya değinmişti…
ashley hemen bir arkadaşını aradı. ingilizce konuşmaya devam ettiği için anlayabiliyordum… bir türktü bu konuştuğu…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:24)

telefonu kapadıktan sonra bana;

evet dedi. bulabilirmişiz.
basit bir şecere araştırması…
bir arkadaşımı aradım.
bu tip araştırmalar yapmaya yetki olan biri.

600-700 yıllık bir araştırmaydı bu.
kolay olacağını sanmıyordum.
bi şeyler bulabileceğimizi de…

kendimden biliyordum.
merak edip, amcamın ölümünden sonra, nüfus dairesinden sorgulatmıştım ailemizi.
söylediklerine göre, hiç bu kdar geriye giden bir aile görmemişlerdi.
1700 lerde iz kayboluyordu.

şimdi ise 1500 lere dönmemiz gerekiyordu.
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:26)

akşam olmadan cevap geldi.
bulmuştu.
anlaşılan nüfus müdürlüğünden daha çok yetkisi vardı…

haklıymışım dedi.
francesca biriyle evlenip istanbul’a yerleşmiş.
ailesi asırlardır buradaymış artık türkleşmişler.
maille tüm şecereyi göndermiş.

bir bakalım…

2000’li yıllara geldiğimizde, en büyük şaşkınlığımı yaşamıştım.

francesca, gizemin büyük büyük büyük annesiydi.

francesca yani possini ve dona, yıllarca birlikte olduğum kişinin atalarıydılar.
şaşırmıştım ama bir soruya da cevap bulmuştum…

demek gizem ve ailesinin amacı buydu…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:27)

içimi bir şüphe kapladı bir anda…
gizemin ailesinden kalanları bulmamız gerekiyordu.
ama ummadığımız bir şey bulacağımı sezmiştim…
haklıydım…
birkaç gündür ashley ile birlikte francescanın soyundan gelenleri sorguluyorduk.

ummadığım bir telefon aldım…

- ne arıyorsun antonyo?

- gizem?...
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:29)

eve arayan oydu.
öldü sandığım, bana ihanet etmiş olan gizem…
başta ne diyeceğimi bilemedim…

- ne aradığımı biliyor olmalısın dedim…

- belki dedi…

- konuşmamız lazım.
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:30)

akşama doğru kaldığımız otele geldi…
değişmişti. 2 yılda 15 yıl yaşlanmış gibiydi.
ona güvenemezdim. ama başka çarem de yoktu.
aradığım cevaplar onda olabilirdi.

- beni sıkıştıran sizinkiler mi dedim…

- sanmam dedi. bi süredir gizleniyoruz.

- evet dedim. herkese öldüğünüzü söyleyerek.

- öyle gerekliydi dedi…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:30)

bu kızın zamanında beni koruyuşunda bir şeyle olduğunu bilyordum.
sıradan biri olmadığını.
değildi de…

-kim o zaman dedim…

-herkes olabilir… o kadar çok kişi vardı mirasımızın peşinde…

- evet bunu son zamanlar çok sık duyar oldum.

o an son zamanlarda duyduğum başka bir şeyi daha duymuştum… o çığlığı…
ve fark ettim ki o da duymuştu… sonra bir şeyler söylemeye başladı.
anlamadığım bir dilde.
ama yabancı da gelmemişti.

belki de yine latinceydi…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:32)

yine aynı ses yükseldi. ama çok daha kısık bir şekilde.
ve yavaş yavaş, havada yok oldu ses…

bu sesi uzun zamandır duyuyorum dedim…

- biliyorum dedi. seni koruması için gönderdim… sana yalan söylemiş olabilirim ama seni sevdiğimn konusunda ciddiydim antonyo…

- dur amk ne sevgisi ya. neyi gönderdin.

- tahmin ettiğin şey doğru dedi. bir çok kişi ismini bile zikretmekten çekinir…

- demek söylentiler doğru. aileniz büyücü öyle mi dedim…

- büyücü çok kaba bir tabir değil mi sence de? boyutlar arası bağlantı kurabiliyoruz. ya da hükmedebiliyoruz diyelim.

- bi gibtir git dedim ya. böyle bir şeye inanmamı nsıl beklersin…

- yine o çığlığı duydum… bu kez farklıydı. sinirli gibi. bırak oyun oynamayı dedim…

- istediğini düşün antonyo. içinde bir yerlerde gerçek olduğunu biliyorsun dedi… istediğin dine inan. ya da hiçbir şeye inanma. onların her inanışta ya da inançsızlıkta bir şekilde yeri vardır. hristiyanlar, devil, evil, satan, lucifer diye bir çok ad vermişlerdir. şeytan olduklarını sanıp. müslümanlar ve yahudiler bunalara cin der. inançsızlar ise paranormal yaratıklar olduğunu düşünür. bir şekilde varlar. biliyorsun. ve bir şekilde bunları kontrol edebilen insanlar var. bunu da biliyorsun. atalarımız buna bağlanma derdi. kimisi cadılık, büyücülük, şamanlık vs. vs. ama en az senin kadar gerçekler.

- peki dedim tamam. diyelim ki öyle. bu insanlar bizden ne istiyorlar…

- annemden aldığın günlük… bir büyü kitabı…

- hayır dedim. bam başka bir amaç için yazılmış. sana söyleyemem ama emin olabilirsin.

- incil meselesi dedi. zaten biliyorum. evet. ama tüm günlük bundan bahsetmiyordu değil mi…

- haklıydı… anlayamadığım bölümler de vardı. ya da yanlış anladığım… belki dedim..

- o günlük, cinlerin kontrol edilebileceğini gösteriyordu… ailemdeki bir çok kşi bu güce sahip. günlük asırlardır bizdeydi. ta ki sen alana kadar. çok geçmeden başkasına kaptırdın zaten.

- merak etme dedim amaçları, sizin psişik ilminize ulaşmak değildi…

- ama bu amaç için çalışanlar da var. onlardan önce günlüğü bulmalıyız.

- bulmalıyız? biz mi?

- evet. size yardım edebilirim… sandığından güçlüyüm antonyo…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:34)

neden kabul etmiştim bilmiyorum..
ama etmiştim işte…

- şu seninkilere sor bakalım dedim. tabloyla günlük nerdeymiş. gidip alalım madem hemen…

alaycı tavrıma bozulmuştu... ama inanmamıştım işte... belki bir yanım gerçekten de inanmıştı kim bilir. ama mantığım almıyordu...

- o kadar kolay değil dedi… denemediğimi mi sanıyorsun? ama belli ki onlarında kullandığı bazı şeyleri var… bunu kendi başımıza yapmalıyız…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:36)

kimin için çalışıyordum. kime yardım ediyordum? kime hizmet ediyordum? her şey karışmıştı…

atilla beye gittik.
tabloyla günlüğü bulmalısınız çocuklar. bir an önce… bizden başka, şu yanındaki büyücü ve ailesi de peşinde biliyoruz. ayrıca bu gücü kullanmak isteyen başkaları da var. bize karşı oalrak incili gün yüzüne çıkarmak istemeyen bir de tarikat var tabi. müslümanlığı tekellerine almış olan. illumiati ise kiliseye karşı bir güce sahip olmak istiyor. kilise de şövalyelerini gönderdi peşlerinden. yani sizin anlayacağınız karşınızda bir, iki tane düşman yok… dikkatli olun…
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:40)

neyse şimdilik yetsin... uyuyamazsam devam ederim... nasılsa anca okursunuz...
(tinttlf ?, 20.07.2012 00:41)

tamam biraz yaayım o zaman...
(tinttlf ?, 20.07.2012 01:11)

tamam panpalar yazıyorum sakin...
(tinttlf ?, 20.07.2012 01:16)

bu kez işler daha da karışıktı. ama arkamızda yalnız safa bey değil, atilla ve şu gizli örgütü de vardı. belki bir yardımları dokunurdu.
otele gittik. ashley, gizem ve ben. gizemin varlığında böylesine rahatsız olabileceğimi düşünmezdim… kaybolan güven yaında bir çok şeyi de arkaürürmüş…
oturduk… neler yapabileceğimiz konuştuk…
nereden başlayacaktık?
kim almış olabilirdi?
bilmediğimiz kişileri değerlendirmeye alamayacağımızdan, bildiklerimizden başladık…
atilla bey ve örgütü olmadığı kesindi.
gizem de yanımızda olduğuna göre onun ailesi de değildi…
geriye iki seçenek kalıyordu, varlığından haberdar olduğumuz…
kim olduklarını tam bilmesek de tahmin ettiğimiz iki grup…
hristiyanlığı koruyan ekip. ki ben bunlara şövalyeler demiştim.
bir de hritiyanlığın karşısında duran ekip… bunlar atilla beyin teşkilatı olmadığına göre, şu kendilerine aydınlanmışlar adını veren ekip olabilirdi. latincesi illuminati olan hani…
(tinttlf ?, 20.07.2012 01:20)

onlara nasıl ulaşabilirdik?
aklıma bir şey gelmemişti… atilla beyi aradım… bilmiyorum dedi…
toplanmıştık. herkes alarmdaydı neredeyse… ama elimizde bir harita yoktu işte… nereye gideceğimiz ne yapacağımızı bilmiyorduk…
tek bir çıkar yol geldi aklıma… evime geri dönmek… ama annemleri yanıma almadan…
geçen gün barıma gelen adamlar yine gelebilirdi. ya da diğerleri.
neticede benden şüphelenmişlerdi…
başkalarının fikirlerine başvurabilir, bir ipucu yakalayabilirdim…
tek yapmam gereken onları, niyetimin onlarınkinden farklı olmadığına inandırmaktı…
kararımı diğerlerine açıkladım. hem atilla bey hem de safa bey mantıklı olduğunu dşünüp onayladılar…
ashley’yi de yanıma alıp gittim. gizem de gelmek istedi. ama onu yanımda arkaürmek istemedim… hele evime girmesine asla müsaade edemezdim…
yine de peşimizden gelmişti. kendine bir otel bulmuş.. arada pub’a o da geldi… aradan yaklaşık 10 gün geçmişti. ashley’yle çok iyi anlaşıyorduk… eski ergen hislerime artık sahip olmasam da hala aşık olabilirdim. ama bu kez o kadar hızlı gidecek değildim… öğle yemeği yiyorduk. misafirlerimiz vardı. beklenen misafirler…
aynı iki adam, aynı masadaydılar.
(tinttlf ?, 20.07.2012 01:26)

düşünmeden yanlarına gittim. selam verip oturdum… konuşmaya başladım…

- aradığını şey bende değil beyler…

- biliyoruz…

- benden ne istiyorsunuz?

- nerede olabileceğini bilmenizi umuyoruz bay antonyo…

- inanın bilmiyorum. ben de sizin bilebileceğinizi düşünmüştüm… kimler peşinde olabilir… ya
da siz kimlersiniz?

- babamla tanışmış olmalısınız… christopher morales…

- hatırlamıştım… evime kadar gelmişti zamanında… illuminati’ye bağlı olduğunu söylemişti… evet dedim hatırlıyorum. ama sizin bilmediğiniz ve benim bildiğim bir şey nasıl olabilir dedim… ben basit bir işletmeciyim…

- kendinizi hafife almayın bay antonyo dedi… daha fazlasını bildiğinizi biliyoruz… ama bildiklerinizi kendinize saklamanız şimdilik işimize geldi…

- bu adamlar illuminatiden değildi belli ki… muhtemelen kilisenin tarafındaydılar. ya da atilla beyin bahsettiği diğer gruplardan birinden…

- tabloyu taşıyan arkadaşınızın, nasıl öldürüldüğü hakkında bir fikriniz var mı???

- araba kazası süsü verilmiş dedim…

- evet, arabada, yanarak ölmüş…

- olabilir dedim. beynimde şimşekler çakmıştı. belli etmedim… aradığınız cevaplar bende değil beyler… üzgünüm size yardımcı olamam… keşke olabilsem… beni tanıyorsunuz belli ki. bu hayatı yaşamaktan nasıl kaçtığımı fark etmişsinizdir. yeniden bulaşmak istemiyorum…

inanmış gibi yaptılar. peki deyip ayrıldılar… ama anlamıştım… en azından tablonun nerede olduğunu…
(tinttlf ?, 20.07.2012 01:37)

ashley’nin yanına gidip, durumu anlattım… gizemi de çağırdık…

- arkadaşım, kaan, tabloyu arkaürürken öldürülmüştü… yanarak ölmüş…

gizem in gözleri parladı… tanıdık gelmişti bu tarz belli ki…
kendilerinin de yanarak öldükleri dedikodusu çıkarmışlardı…

- iki ihtimal olabilir dedi… ya bizim gibi biri tarafından öldürüldü… ya da bize karşı biri tarafından…

- ne yani dedim, orta çağdaki cadı kurbanları gibi yakılarak mı öldürüldüğünü düşünüyorsun dedim…

- ya da birilerinin bağlandıkları sayesinde…

- büyü yani dedim…

- olabilir dedi…

bu kadar şeyi kafam kaldıramıyordu… kim yapmış olabilir bu durumda dedim…

- sanırım ya günlüğün peşinde olan, ve gücünden yararlanmak isteyen biri…

- yada kilise mi?

- evet. yada bizzat vatikan…

eve gittik… geç olmuştu… tablo ya da günlük kimdeydi? nasıl ulaşabilirdik? düşünmekten başımız dönmüştü…
ashley bana dönüp, hayatın hep böyle hareketliydi öyle değil mi? dedi…

- evet dedim… nasıl anladın…

- o kadar normal karşılıyorsun ki olanları. neredeyse hiç yadırgamıyorsun…

daha önce olanları bilseydi, sebebini anlardı… basit, abaza bir lise öğrencisinden nasıl bir kuryeye, bir katile dönüştüğümü, orta çağdan kalma bir defterin peşinden dünyanın dört bir tarafında neler yaşadığımı…

- alıştım dedim sadece…

- seni çekici yapan bunlar değil ama biliyor musun dedi…

hoşuma gitmişti…

- ne peki dedim…

- sanırım gülüşün dedi… her an gülebiliyorsun… en ciddi anda bile bi anda gülümsüyorsun… bunu birkaç yıl önce
moğolistan da fark etmiştim… neler olup bittiğini bilmez bir halde oradan oraya koşuştururken, senin olmadık zamanlardaki gülüşün, sanki bir umut ışığı gibiydi…

kız o kadar güzel konuşuyordu ki… reşitliğimin başlangıcından itibaren koşuşturmalar içinde romantizmin ne olduğunu unutan ben, bu cümlelere cevap verebilecek ustalıkta değildim… bir anda öptüm sadece… küçük ve masum bir öpücüktü… büyümeye hazır bir kıvılcım gibi ikimizde sardı… hani öyle anlar vardır ki, küçük bir kıvılcım arkasına rüzgarı ve güneşi alıp büyük ormanları yakar ya. ya da durgun bir havada yanmaya çalışır acizce… ama havadaki yaprak kımıldatmayan hareketsizlik yetmezmiş gibi bir de yağmur başlar… başlaman bitirir, küçük alevi. piknik ateşi olabilecek kadar bile büyümeden. o gece öyle olmadı. ardında bir fırtına varmışcasına büyüdü o yangın. zaten kimse de kaçma niyetinde değildi. mecazi aleve bıraktık kendimizi…. sabah olmak üzereydi..
(tinttlf ?, 20.07.2012 01:52)

ashley uyumuştu…
balkona çıkıp bi sigara kırdım…
evet sigarayı hala kırarak içiyordum…

(geçen sezonda bu kırma meselesine takılıp denemek isteyen arkadaşlar olmuşu. yine olursa diye aynı tüyoyu yineliyorum. direk izmariti kırıp atmayın. izmarit alt kısmındaki kağıdı hafif yırtıp süngerini içinden çıkarın. yoksa ağzınız tütün dolar)

neyse
hava aydınlanıyordu… hayatım gözümün önünde geçti yine. her zaman olduğu gibi. olanları düşündüm. avrili… ayşeni… bay x’i… lisedeki evimi… amcamın ölüşünü… öldükten sonra bile beni nasıl şaşırttığını… bıraktığı büyük mirası… o miras sayesinde, kudüşteki olayı nasıl çözebildiğimizi…

bir dakika…

kudüsteki olayı, amcamın oradaki evi sayesinde çözmüştük…
dünyanın başka yerlerinde de evleri vardı… yine bir ipucu olabilir miydi… bilgisayarın başına oturup google earth’ü açtım… evlerin adreslerinin bulunduğu muhitleri yazıp şöyle bi baktım… kimini buldum. kimini bulamadım.. ama bir tanesi çok dikkat çekiciydi… google earth’de görünmeyen bi yerdeydi.. net bir fotoğraf yoktu bölgeye dair… bu bazı askeri özel bölgelerde de olur ya… dikkatimi çekti…

pennsylvania’da bir ev… ne anlamı olabilirdi? gidip bakmalı mıydık… ashley’nin uyanmasını bekledim…
(tinttlf ?, 20.07.2012 02:02)

beyler bugünlük yetsin...

bi yere hazırlayıp, kopyala yapıştır yapamıyorum... anca böyle yapınca yazabiliyorum. eş zamanlı. ama çok yorgunum... sonra devam ederiz. okuyan varsa iyi geceler...
(tinttlf ?, 20.07.2012 02:15)

(son parçayı yazmamışım... )

ashley’ye durumu anlattım

bi fikri yoktu…
atilla bey ve safa beyi aradım… onlarında ilgisini çeken bir durum yoktu…
belki de gidip bakmalıydık… ama amerika vizesi o kadar da kolay alınamıyordu… ne yapabiliriz dedim… bu kez gülen ashley’ydi…
vizeye ihtiyacım yok ki… oturma iznim var zaten dedi…
doktoramı yaptıktan sonra, amerika’ya yerleşme kararı aldım. üniversitenin imkanları daha iyiydi…
maden bulmuş kadar sevindim…

- ben gideyim, seni getirtmenin de bir yolunu bulurum. çok uzun sürmez… ne de olsa çalışma alanlarımız ortak.

öyle ya… kullanamsam da benim de orta çağ üzerine yüksek lisans çalışmam vardı…

- ama gizemi çağıramam dedi. bi yolunu bulabilirse kendi gelsin. o kıza güvenmiyorum…
kadınsı iç güdü müydü, gerçekten güvenmiyor muydu, yoksa kıskançlık mıydı? bilmiyorum… ama ashley’nin gizem’den hoşlanmadığı açıktı. ben de farklı değildim… gizemle ilgili, yaşadıklarımını şokunu atlatabilmeye bile fırsatım olmamıştı. ihanet etti , öldü derken, dirilip yeniden gelmişti sanki… ve ne yaptıysam sevgimden diyordu…

üstelemedim…

peki dedim ashley’ye…

peki dersiniz bazen sadece. sadece “peki”. inandığınız ya da her şeyi kabul ettiğiniz için değil. tükendiğiniz için…
(tinttlf ?, 20.07.2012 03:50)

eyvallah binler.
(tinttlf ?, 20.07.2012 18:34)

niyetim devam etmek ama bakalım...
(tinttlf ?, 20.07.2012 21:31)

gece yarısı burdayım binler. devam etmeye çalııciğiz...
(tinttlf ?, 20.07.2012 23:09)

birazdan başlıyorum beyler. burada olan var mı?
(tinttlf ?, 20.07.2012 23:48)

_________________________________________

previously on antonio's adventure...

ashley’ye durumu anlattım

bi fikri yoktu…
atilla bey ve safa beyi aradım… onlarında ilgisini çeken bir durum yoktu…
belki de gidip bakmalıydık… ama amerika vizesi o kadar da kolay alınamıyordu… ne yapabiliriz dedim… bu kez gülen ashley’ydi…
vizeye ihtiyacım yok ki… oturma iznim var zaten dedi…
doktoramı yaptıktan sonra, amerika’ya yerleşme kararı aldım. üniversitenin imkanları daha iyiydi…
maden bulmuş kadar sevindim…

- ben gideyim, seni getirtmenin de bir yolunu bulurum. çok uzun sürmez… ne de olsa çalışma alanlarımız ortak.

öyle ya… kullanamsam da benim de orta çağ üzerine yüksek lisans çalışmam vardı…

- ama gizemi çağıramam dedi. bi yolunu bulabilirse kendi gelsin. o kıza güvenmiyorum…
kadınsı iç güdü müydü, gerçekten güvenmiyor muydu, yoksa kıskançlık mıydı? bilmiyorum… ama ashley’nin gizem’den hoşlanmadığı açıktı. ben de farklı değildim… gizemle ilgili, yaşadıklarımını şokunu atlatabilmeye bile fırsatım olmamıştı. ihanet etti , öldü derken, dirilip yeniden gelmişti sanki… ve ne yaptıysam sevgimden diyordu…

üstelemedim…

peki dedim ashley’ye…

peki dersiniz bazen sadece. sadece “peki”. inandığınız ya da her şeyi kabul ettiğiniz için değil. tükendiğiniz için…
(tinttlf ?, 20.07.2012 23:59)

saat 00:00 başlama vakti...
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:00)

ashley vakit kaybetmeden amerika’ya gitti.
bi süre bekledim. resmi prosedürlerle o ilgilendi…
gizem’e durum anlattım ben de bu arada…
hoşnut değildi, ama aramıza koyduğum mesafenin farkındaydı ve ısrar edebilecek konumda olmadığını biliyordu.
zaten öteden beri söylediklerime itiraz etmişliği pek yoktu…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:00)

ashley’den beklediğim haber gelmişti…
bir an evvel toparlanıp yola çıkmak için hazırlandım.
istanbul’da annemlerle beraberdim son bir iki gündür.
vedalaşıp ayrıldım… giderken arkamda çok fazla şey bırakmış gibi hissediyordum…

sanki bir daha dönemeyecekmişim gibi…

anlamsızdı…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:01)

ashley beni hava alanından aldı.
o gece onun evinde kaldık. amcamın evine kara yoluyla gidecektik.
yol bir günden fazla sürer demişti.
o da daha önce bu mesafeyi hiç gitmemişti.
hazırlıksızdık. yanımıza tecrübeli birilerini alamazdık.
daha fazla insanı durumdan haberdar edemez, daha fazla insana güvenemezdik.

yalnız ikimiz olmalıydık.
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:02)

söz konusu ashley ve ben olunca, “yalnız ikimiz” tabirinin romantik gelmesini isterdim.
ama tedirgin geliyordu.
ertesi gün öğleden sonra ashley’nin arabasıyla yola çıktık.
amerikan filmlerindeki gibi 68 model bir mustang ya da chevrolette bir kamyonet olsaydı daha otantik olabilirdi… ama altımızda yalnızca bir focus vardı…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:03)

arabayı dönüşümlü olarak kullanıp, dinlene dinlene ilerliyorduk…
benzin bitmek üzereydi. yol üzerinde bir yere çektik…
merak etmeyin filmlerdeki gibi izbe bir yer değildi.
hatta alıştığımdan daha da lüks görünüyordu.
ashley markete girdi.
ben de tuvalete gittim.

yine o sesi duydum…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:04)

kulağıma fısıldar gibiydi…
bir şeyler söylüyordu…
alışmıştım artık.
sakin kalıp anlamaya çalıştım.
paniklemeden…

gizem bunu kendisinin gönderdiğini, amacının beni korumak olduğunu söylemişti. ama bana nedense daha çok beni korkutmak için yapılan bir ses efekti gibi geliyordu..
gerçi moğolistan sınırında, bu sesi duyduktan sonra kurtulup tabloyu geri alabilmiştik…

doğru olma ihtimali sıfırmış gibi gelmese de mantıksız geliyordu…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:04)

sanki düşüncelerimi duymuş gibi, yükseldi ses…
tuvalet kapıları yumruklanıyrdu.
çıkmak istedim dışarı ama kapı sıkışmıştı…
ilk kez ne söylediğini anlayabildim…

“oraya gitme”

gitme, gitme, oraya gitme….
neden dedim?

bağırmıştım…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:06)

bir anda ses kesildi…
bu saçmalığa daha fazla vakit ayıramazdım.
kapıyı açmaya çalıştım.
açıldı…

dışarı çıktığımda ortalık dağılmıştı… temizlik malzemeleri ortalığa saçılmıştı.
ama beklediğim gibi açık musluklar ya da aynaya kanla bırakılmış mesajlar yoktu…
sanki bir boğuşma olmuş gibiydi…
elimi yüzümü yıkadım.
bi süre anlamsızca aynaya baktım.
o sırada bir şey fark ettim…

üzerimdeki t-shirtte bir yırtık vardı. yırtılmıştı. kegib gibi değildi. dağılan iplik parçalarından bunu anlayabiliyordum. sanki birisi çekmiş gibi… anlam veremedim… sonra bir şey oldu… sanki kollarımdan birisi tutuyordu. hareketsiz kalmıştım. bağırmaya çalıştığımı hatırlıyorum. gerisi kopuk bir film şeridi gibi. tamamen kayıp…

gözümü açtığımda ashley yanımdaydı…
yoldaydık..
neler oldu diye sordum.

marketten döndüğümde buradaydın. uyuyakalmışsın. çok yorgun olmalısın diye düşünüp uyandırmak istemedim. neredeyse vardık… baksana akşam olmak üzere. ...
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:07)

çok uzun süredir baygın olmalıydım… ne olmuştu? gizem’in söyledikleri gerçek olabilir miydi?
sonunda varmıştık. adresi bulmamız çok zor olmadı çünkü bölgede pek fazla ev yoktu. amcamın evini yine bir apartman dairesi sanmıştım. değildi. sanırım yüz ölçümüne de dikkat etmemişim… kocaman arazisi olan müstakil bir evdi. 3 katlı. bir nevi triplex. ebnim için fazla büyüktü. aslında herkez iin fazla büyük olmalıydı. annem görseydi, bu evde yaşanmaz, burası nasıl temizlenir be oğlum diye düşünürdü. istemsizce gülümsedim… ashley işte dedi. bundan bahsetmiştim… ne oldu yine dedi… neden gülümsedin… aklımdan geçenleri ona da söyledim. güldük.

- sen hep durumlara böyle mi bakarsın… iyi bir yönünü mü yakalamak istiyorsun… modern bir polyanna gibi…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:09)

şaka yapmaya çalışmıştı ama, söyledikleri kafama takılmıştı.
gerçekten de neden böyleydim…
hayatımın çoğunu insanlarla fazla diyaloga girmeden, ama eve de kapanmadan geçirmiştim.
sanırım ben toplum içindeki bir asosyaldim…
çok arkadaşım yoktu. sırlarımı ya da hayatımı bilen hiç kimse yoktu…
konuşabildiğim çok insan yoktu…
bana en yakın kişi gizem olmuştu.
ama ona bile hiçbir şey anlatmaz, hep geçiştirirdim.
o da sormazdı.
sanırım bu benim bastırma mekanizmam haline gelmişti.

olaylara bakacak bir iyi yön bulabilmek…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:10)

pgibolojim, şu an endişelenmem gereken şeylerden biri değildi.
ama yine de artık birileriyle konuşmam gerektiğini anlamıştım.
her şey hakkında…
bu ashley’den başkası olmayacaktı…

üst kata çıktık.
karşı malikanenin bir kısmı buradan bakınca görünüyordu… büyük ağaçlar vardı etrafında.
belki görünmek istemiyorlardı.

iyi de kim vardı orada? kimin eviydi orası?
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:11)

gözetlemeye başladık…
sürekli birileri gelip gidiyordu.

iyi giyimli, traşlı, lüks arabalı tipler. basit insanlar olmadıkları belliydi…

kapının çaldığını duyduk.
aşağı indik… kapıda iki adam vardı:

- iyi günler. beyefendi sizinle konuşmak istiyor. müsaitseniz bu akşam sizi davet etti.
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:13)

adam türkçe konuşmuştu…
ashley geldiğinden beri, pek kimseyle de konuşmadığımdan, türkçe konuşmuyordum.

şaşırdım…

peki dedim tamam.

icabet ederiz…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:14)

akşam karşı eve gittik.
ashley ve ben.
içeride her milletten bir sürü insan vardı.
şaşırdığım nokta, sanırım hepsi müslümandı…
yukarı çıktık.
beyefendi dediği adamın kim olduğunu hemen anladım.
karşımızda otoruyordu.
beyaz bir pantolon ve beyaz keten bir gömleği vardı.
yaşlıydı.
kibardı…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:15)

buyurun dedim. bizi niye görmek istediniz…

- siz biri görmek istediniz kardeşim dedi… camdan sürekli buraya bakıyormuşsunuz. gelin yakından bakın istedik…

- evet dedim. sadece merak ettik. hareketlilik dikkatimiz çekti…

- gördüğünüz gibi burada talebelerim ve benden başka kimse yok…

ortalıkta değişik bir hava vardı.
neler döndüğünü anlamıştım.
ama aradığımız şeyin burada olmadığına dair bir his kapladı içimi.
lafı fazla uzatmadan oradan ayrıldık…

ashley’nin evine doğru yeniden yola çıktık. bunca yolu boşuna gelmiş olmamıza pek memnun olmamıştı.
ama içimden bir his daha hiçbir şeyin bitmediğini söylüyordu.

öyle de olacaktı.

yolda bir benziklikte durduk yine. yorgunduk.
ben yine tuvalete gitmiştim.
yine bir çığlık duydum.
bu kez daha tanıdık bir sesti.

ashley….
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:16)

birkaç adam ashley’yi tutuyordu… tanıdık adamlar…

- pennsylvania’ya neden gittiniz bay antonio dedi…. hoca efendiyle bağlantınız nedir?

- bir bağlantım yok dedim… durumu anlattım… bakın beyler. ben ne sizin ne de bir başkasının
tarafındayım. tek amacım gerçeği öğrenip kendimi ve sevdiklerimi güvence altına almak…

- nedense size güvenemiyorum bay antonyo dedi…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:24)

sona bizi bi minibüse bindirip bi yere arkaürdüler…
gözlerim bağlıydı ama çok uzun zamandır yolda olduğumuzu anlayabiliyordum.
bi yere girdik.
serin bi his vardı havada.
ve koku…
rutubetliydi…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:24)

gözlerimi açtıklarında beklediğimden çok farklı bir yerde değildik.
yüksek tavanına rağmen camı olmaya taş bir yerdi.
belli ki eskiydi…
eski türk filmlerindeki malkoçoğlunun tutsak edildiği yerleri anımsatıyordu…
daha önce hiç görmediğim ama statü olarak diğer herkesten daha üstte olduğunu anladığım biri vardı karşımda.
bu kez inglizce konuşuyordu.
aksanı net değildi.
ingiliz ya da amerikalı değildi.
iskoç ya da avusturalya aksanı da yoktu.

ingilizce ana dili değildi bell ki…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:26)

- bize anlatmak istediğiniz bir şey olmadığına emin misiniz bay antonyo dedi..

- evet dedim. bildiğim her şeyi anlattım. sizinle bir sorunum yok. olamazda. zira kim olduğunuzu bile bilmiyorum…

- aslında biliyorsunuz bay antonyo dedi. bir fikriniz olduğuna eminim. daha önce karşılaşmıştık…

- belki dedim. ama şu an inanın bir fikrim yok…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:30)

bir hareketlilik oldu… çığlıklar duydum. annemdi bu… kardeşim. atilla bey. hapsi buradaydı. çember biçiminde sandelyelere oturttular onları. ve yeniden sordu o adam:

- tablo nerede antonyo? günlük nerede? pennsylvania’da ne işin vardı? anlat…

- bilmiyorum dedim… sadece bir şeyler bulabilme umuduyla gittim. ama bilmiyorum. yemin ederim bilmiyorum. bırakın onları…

- yine yalan söylüyorsun antonyo dedi. geçen seferde yalan söylemiştin. boşuna kazdırdın bize her yeri.

- yemin ederim. yemin ederim bilmiyordum. orası olduğunu sandım
bu kudüsteki adamdı. anlamıştım…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:33)

- daha fazla riske giremeyiz. daha fazla pişman olmak istemiyorsasnız şimdi konuşun…

bir yandan da annem ve kardeşimin oturduğu yere benzin dökmeye başlamışlardı. kokusundan anlayabiliyordum…

- tamam dedim. durun. ne istiyorsanız yaparım. onları bırakın.

- işte şimdi konuşmaya başladınız… dedi…

- onların güvenlinden emin olana kadar hiçbir şey yapmam dedim…

- tamam dedi. ilk işimiz tablo ve günlüğü bulup yeniden incelemek. nasılsa kudüsteki emanetin yerini biliyoruz…

peki dedim. bir süre sonra bizi bıraktılar…

- her zaman arkanızda(takipte) olacağız bay antonyo dedi… gözüm hep üzerinizde…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:34)

dışarı çıktığımızda daha da şaşırmıştım. türkiye’deydik. buraya ne ara gelmiştik. ne kadar süre baygın kalmıştık. nasıl gelmiştik? anlamamıştım. son zamanlarda anlam vermediğim bu kadar şeyin gerçekleşiyor olması hiç hoşuma gitmiyordu… bi şeyler bulmalıydım. bir çıkar yol. düşünmeliydim. ama kafam o kadar incintı ki, o kadar karışıktı ki, bunu nasıl yapabilirdim, bilmiyordum…
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:36)

________________________________

çok başım ağrıdı mola veriyorum beyler. nedense yazacak halim kalmadı. gecenin ilerleyen saatlerinde devam edebilir ya da yarına bırakabilirim...
________________________________
(tinttlf ?, 21.07.2012 00:37)

@2073 eyvallah panpa. eski müdavimlerdensizn biliyorum.
(tinttlf ?, 21.07.2012 02:39)

bu gece devam etmeye çalışcam beyler...
(tinttlf ?, 21.07.2012 14:21)

gece yarısı devam ediyoruz geyler...
(tinttlf ?, 21.07.2012 22:08)

burada olan var mı? dinleyecek olan?
(tinttlf ?, 21.07.2012 23:56)

ona göre yazıcam bak şimdi...
(tinttlf ?, 21.07.2012 23:58)

@2095 son 2-3 gündür senden başka eş zamanlı takip eden yok amk
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:01)

evet saatler 00:00 olmuş devam...
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:02)

_________________________________________

previously on antonio's adventure...

bir yandan da annem ve kardeşimin oturduğu yere benzin dökmeye başlamışlardı. kokusundan anlayabiliyordum…

- tamam dedim. durun. ne istiyorsanız yaparım. onları bırakın.

- işte şimdi konuşmaya başladınız… dedi…

- onların güvenlinden emin olana kadar hiçbir şey yapmam dedim…

- tamam dedi. ilk işimiz tablo ve günlüğü bulup yeniden incelemek. nasılsa kudüsteki emanetin yerini biliyoruz…

peki dedim. bir süre sonra bizi bıraktılar…

- her zaman arkanızda(takipte) olacağız bay antonyo dedi… gözüm hep üzerinizde…
dışarı çıktığımızda daha da şaşırmıştım. türkiye’deydik. buraya ne ara gelmiştik. ne kadar süre baygın kalmıştık. nasıl gelmiştik? anlamamıştım. son zamanlarda anlam vermediğim bu kadar şeyin gerçekleşiyor olması hiç hoşuma gitmiyordu… bi şeyler bulmalıydım. bir çıkar yol. düşünmeliydim. ama kafam o kadar karışıktı ki, bunu nasıl yapabilirdim, bilmiyordum…
______________________________________________
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:03)

@2102 olum arada yazın, yorumlayın da bilelim nasıl gittiğimiz madem gibikler
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:03)

neyse devam... ________

artık peşimdelerdi biliyordum. onlara çalıştığımı düşünmelerini istedim. atilla bey’in yanına gittim. annem, kardeşim, ashley, hepsi oradaydılar.

- nereye gidersek gidelim güvende olamayız antonyo dedi atilla bey. bu işi bir an önce çöz. hepimiz tehlikedeyiz.

- biliyorum dedim… sanırım nereden başlamam gerektiğini de buldum. emin değilim ama, amerika’da karşılaştığım insanlara güven duymadım. kendilerinden emindiler. beli ki çok güçlüler. ama sakladıkları bir şey var. biliyorum…

- bi şeyler yap antonyo dedi. elimiz kolumuz bağlı. ama o adamlara fazla güvenme…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:04)

nasıl güvenebilirdim ki?
hayatta değer verdiğim kim varsa öldürmek üzereydiler…
oradan ayrıldım…
ashley de benimle geldi…
bir otele gitmek niyetindeydik.
ama meşhur siyah vito yine önümüzü kesti.
içinde bekleyen adam oydu. o izbe yerde bizi tutan adam…

- demek amerika’daki topluluktan şüpheleniyorsunuz dedi… bu kanıya nasıl vardınız?
bunu nereden bildiğini düşünmedim bile. şaşırmıyordum artık. belli dinliyorlardı bizi.
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:05)

- amcam sayesinde dedim.

- nasıl yani?

- amcam zeki bir adamdı. attığı her adımı bilinçli atardı… yaptığı her şeyin bir mantığı vardı…

- yani?

- pennsylvania’da gittiğimiz o ev. amcamın evi. eski değildi. belki de amcamın isteğiyle yapılmıştı..

- lütfen açık olur musunuz bay antonyo…

- kuzey yarım kürede evler nasıl yapılır? biliyor musunuz bay….

- morales. ve evet biliyorum. güneye bakar… genellikle…

morales mi?

nasıl yani…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:06)

- morales? sizin kilise adına çalıştığınızı sanıyordum. illuminati adına değil…

- bildiğiniz bir çok şey değişebilir bay antonyo… sadece gelin lütfen..

- yüzünüz de buna dahil anlaşılan… neyse peki dedim. devam ettim. ev güneye bakıyordu. ama kuzey tarafında daha çok pencere vardı. özellik son katı. tamamen kuzeye dönük

- yani?

- yanisi şu. ev, diğer malikaneyi görebilecek şekilde dizayn edilmişti. belli ki bir şey
vardı orada. amcamın şüphelendiği bir şeyler. orayı gözetlemek istemiş olabilir…

- basit bir mimari özelliğe dayanarak mı bu çıkarımda bulunuyorsunuz dedi…

- hayır dedim. içgüdülerimle. orada bir şey var. her şeyden haberdarlar. bana ne aradığımı bile sormadılar. sadece aradığım şeyin o anda orada olmadığından emindiler. bir şey bilmiyor olamazlar…

- peki araştıracağız dedi…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:07)

sanırım yeniden kalkıp gitmek zorunda kalmayacaktım…

ashley’yle birlikte bir otel bulduk. annem ve kardeşim memlekte döndüler.
ne de olsa hiçbir yer güvenli değildi. en azından evlerinde olsunlar istemiştim.
boş yere daha fazla gerilmelerine gönlüm razı olmadı.
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:08)

aradan günler geçmişti.

ashley’yi de alıp ben de memlekete dönme niyetindeydim.
morales’ten haber gelmemişti.
ayrıca annem hala ne olduğunu tam olarak anlatmadığım için kızgındı.
aslında daha çok benim için tedirgindi sanırım.
yanında olmamı istemişti.
ama planlarımı yine erteleyecektim.
çünkü beklenen adam çok geçmeden karşıma çıktı.

morales…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:09)

bu kez beni tenha bir yerde kıstırmak yerine otelime kadar gelmeyi tercih etmişti. ve ilginç olan yalnızdı. odamıza geldi.

- haklıymışsınız bay antonyo. bakın ne geçti elimize. kudüste bunu kiliseye teslim etmiştim.

yine o. günlük. görmeyeli uzun zaman olmuştu. ilginç bir şekilde heyecan duydum. bir göz atın dedi. biz nasılsa hep yanınızdayız.

sizde kalabilir.

bu adam bana güvenmiş olamazdı. güvendiği şey kendi gücüydü belli ki… benim, onun yanında bir hiç olduğumun farkındaydı. günlüğü bırakıp çıktı. ashley’yle okumaya başladık. neyseki babasını aratmıyordu… gerçi ben de biraz latince öğrenmiş sayılırdım. ama pek başarılı değildim. çeviri işini ona bıraktım. beraber geçirdiğimiz zamanda, ashley’de yavaş yavaş türkçe konuşmaya başlamıştı. babası türk olmasına rağmen bunca yıl neredeyse hiç türkçe konuşmamış olmasından ötürü ömer abiye kızmıştım aslında… neyse günlüğe odaklandık. okumaya başladı ashley. ve çevirmeye…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:13)

daha önce duyduklarımdan farklı bir şey söylememişti.
büyüyle ilgili bir şeyler arıyorduk…
gizem’in söylediği gibi…
doğa üstü varlıklar, lanet, herhangi bir şey…

ama yoktu…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:14)

ya da biz fak edemiyorduk… daha önce çıkardığım anlam dışında bir şeyden bahsetmiyordu… tek bir şey dışında… günlük ve tablonun ayrı ayrı parçalar olduğunu düşünmüştüm hep. sonradan öğrendiklerimiz de bunu doğrulamıştı. zira tablo possini’ye, günlük dona’ya aitti. ama bir şey vardı…
_________________________________________
aliquis fata scriptum cum gladio
aliquis fata scriptum cum sanguine
aliquando gladius esse curare
et ... aliquando a guttis sanguinis
_________________________________________
kimilerinin kaderi kılıçla yazılmıştır
kimilerinin kaderi kanla
bazen bir kılıç derman olur
bazense kan
______________________________________
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:14)

donna’nın sosyal mesaj vermek için, orduya ya da haçlılara gönderme yapmak için bunu yazdığını düşünebilirdiniz.
ama kanla yazılmasından bahsetmesi ve yazdıkları sayesinde, dona’nın dizelerinin arasına bir şeyler gizlemeyi iyi bildiğini bilmem, şüphe duymaya itmişti beni…
çünkü hatırlarsınız, tablo da kanla yapılmıştı…

morales’i aradım.
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:19)

- bir şeyler buldum. duymak isteyebilirsiniz…

saat çok geçti. ama morales hemen gelmişti. anlattım…

- kanla neyi kastetmiş olabilir acaba?

- bilmiyorum…

- derman olmasından bahsetmiş… ters açıdan düşünürsek, kan yoluyla bulaşan bir hastalıkla ilgili bir şey olabilir mi?

- aids gibi mi?

- daha karmaşık olabileceğini düşünüyorum… salgın bir hastalık gibi…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:19)

morales’in gözleri parladı…

- bildiğiniz bir şey var bay morales dedim…

- kilise için çalışıyorum. biliyorsun…

- evet. başka bir yüzle…

- evet. orayı geçelim. kilise ortaçağdan beri bir politika izler…

- ne gibi?

- salgın hastalıkları içeren bir politika… önce bir virüs yayılır. antivirüsü kilisenin elinde olan. sonra kilise hasta insanların yardımına koşar ve bir anda iyi taraf oluverir. onca insanın ölmesini sağlayıp, kendine yeni taraftarlar edinin. afrika’da bu yıllardır yapılır…

- amerika’daki topluluk… dedim.. onlar da insanları kendi taraflarına mı çağırıyorlar? müslümanlığa…

- ne kilise tam olarak hristiyandır. ne de onlar tam olarak müslüman. yıllar önce girdikleri diyaloglarla bir orta yol buldular. bir taraf insanlar gerçek hristiyanlıktan uzak tutup kilise hegomonyasında tutar, ki incili bulmanızı bu yüzden istemiştik… diğer taraf ise, ılımlı müslümanlar oluşturarak insanları kendi tarafında tutar. amaç din yaymak değil, tarafatar toplamak…

- bana neden anlatıyorsunuz bunları…

- bu kez bilmenizde fayda var…

- yani iki farklı din, aynı amaç için ortak çalışıyor öyle mi?

- sadece ikisi değil. yanlarında çok insan var…

- tabloyu bulup kan örneğini incelemeliyiz…

- evet dedi… ayrıldı…

son hatırladığım şey ashley’nin yanımda olduğu ve uyumak üzere olduğumdu…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:20)

gözlerimi açtım… bembeyaz bir odadaydım. ellerim zincirliydi… başım öyle ağrıyordu ki… ağzımda kan tadı vardı… bağırmaya başladım…

- çözün beni… kimsiniz. burada ne işim var?

iki adam koşup geldi. mavi önlük giymişlerdi. beni görünce geri dışarı koştular. şaşkın bir ifadeleri vardı. ardından yanlarında beyaz önlüklü başka biriyle koşup geldi. adamın doktor olduğunu anlamam için boynuna steteskop asmasına gerek yoktu…

bağırıyordum…

- kimsiniz? bırakın beni!!!

- sakin ol evlat dedi… hepsi geçti… uzun süredir kendinde değildin… ama şimdi geçti… bu bir mucize olmalı…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:29)

ellerimi çözdüler..
ama gitmeme izin vermediler…
birazdan, uzun süredir unuttuğum bir duyguyu yeniden yaşayacaktım…

şaşkınlık…

doktor yeniden geldi… bak dedi. kim geldi… yıllardır sürekli seni ziyarete geldi… ona iyi davran…
ne yıı amk. ne diyo budu bu herif derken… onu gördüm… avril gelmişti… beni görünce ağlamaya başladı…

- antonyo, demek kendine geldin… sonunda dualarım kabul oldu…

- ne oluyo bırak beni derken konuşmaya başladı
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:29)

yıllar önce, biz birlikteyken, bir gece seni çağırmıştım hatırlıyo musun dedi?

- hatırlamaz mıyım.. her şeyin başladığı gece… senin yüzünden hayatım mahvoldu…

- lütfen böyle konuşma… neler olduğunu hatırlıyor musun?

- evet dedim. evine geldim. sonra seninle birlikteyken o heykel düştü. …

- şaşırmıştı…

- hayır dedi. o gece evime hiç gelmedin. yolda bir kaza geçirmişsin. aynı gece, evinde bir yangın çıktı. ailen… o yangında öldü… o günden sonra bir travma geçirdin… hep olmayan şeyler gördün… ama şimdi iyisin…
bir çığlık duydum…

- bu ne dedim. yine o ses…

- gizemdir dedi…

- nasıl yani gizem?

- yan odanda kalan bir hasta. o da senin gibi yıllardır burada. arada böyle çığlık atara durur…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:30)

- bu söylediklerin hiç mantıklı gelmiyor dedim…

- biliyorum antonio. doktor yeniden adapte olup aramıza dönmenin zaman alacağını söylüyor. ama lütfen biraz gayret etmeye çalış… annenler bir yangında öldüğü için, sürekli onların yanmak üzere olduğu sayıkladın durdun… kendinde değilken hep beni suçladın… tanımadığım bir sürü isimden bahsettin… başka bir dünyada yaşıyor gibiydin…

- peki şimdi ne oldu dedim…

doktor içeri girdi…

- tamamen yeni bir dünya uyduramazsın evlat dedi… bir yerden sonra uyanman gerekiyordu… kafanın içinde senin uydurduklarınla gerçek olanı ayırt etmeni sağlayacağız… o zaman kadar misafirimiz olmaya devam edeceksin…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:34)

sigara molası geyler...
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:34)

beyler hikayenin ortasına gelmiş bulunmaktayız. ona göre pay biçin final yapmadık amk
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:41)

anlattıkları ilginç bir şekilde mantıklı gelmeye başlamıştı. özellikle de yıllardır açıklayamadığım o çığlığın artık mantıklı bir açıklaması vardı… gizem seni korumak için demişti. hayallerimde sanırım. şimdi avril çıkmıştı ortaya. ve anlattıkları… uzun zamandır baş ağrısı çekiyordum.. yoksa gerçekten… bilmiyordum. bir yanım hala yaşadıklarımın son derece gerçek olduğu kanaatindeydi… günler geçmişti.. avril geldi…
- hala düşündüklerini gerçekten yaşadığına inanıyormuşsun…
- evet dedim. bilmiyorum. size de inanıyorum sanki. ama hepsini kurgulamış olamam öyle değil mi? kim bu kadar komplike bir hayat kurgulayabilir ki? bi gerçeklik olmalı…
- yapma antonio lütfen dedi… böyle giderse buradan hiç çıkamayacaksın…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:45)

gece yarısıydı sanırım. gün ışığını görmeyeli uzun zaman olmuştu… dışarıdan sesler geliyordu… bir anda kapıda tanıdık bir yüz belirdi. avrili gördüğümde bile bu kadar şaşırmamıştım… bay x… amcam…

- çabuk ol antonio. gidiyoruz…

tereddüt etmiştim. işin içinden çıkamayınca beynim yeniden bir şeyler kurgulamaya başlamıştı galiba diye düşündüm.

- yürü çabuk ol. fazla vaktimiz yok…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:49)

dışarı çıktık.
bir arabaya bindik. ashley de oradaydı. sarıldı… günlerdir senden haber alamadık. uyandığımda yanımda yoktun.
- sizi bayıltmış olmalılar dedi bay x.
- amca… dedim ilk kez ona. neler oluyor?
- yıllar önce, atilla ile ben aynı teşkilat için çalışıyorduk. atilla’nın hain olabileceğini düşünmüştüm. hem benim ayağımı kaydırmaya çalışıyor, hem de başkalarıyla iş birliği yapıyordu. merkezi amerika’da olan bir topluluk. onları takibe almak için yavaş yavaş yanlarındaki araziye bir ev yaptırmıştım. oradan gözetliyorduk. sonuçta atilla’nın hain olduğunu anlamıştım ama çok geçti. o topluluk bir hayli güçlü. dünyanın her yerine yayılmış durumdalar. kaçmam gerekirdi. sebastian’a sana zamanı geldiğinde vermesi için bazı şeyler bıraktım. sana sonradan ulaşan. sonra bir gece ortadan kayboldum. kp’ye çatışmada öldüğümü söylemesini söyledim. onun da işine geldi. seni daha iyi kontrol edebilecekti. ama seni tehlikeye attığımı düşünme. safa’yla aramız iyi olmasa da seni koruyacağını biliyordum…
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:54)

olum bi sakin olun ya. güvenin bana azcık amk. 3 sezon okutup orada bırakacak değildik ya. ne sabırsınız
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:56)

bu arada şu an yazıyorum o yüzden biraz yavaş.
(tinttlf ?, 22.07.2012 00:57)

bi yere gittik. ev gibi. yemek falan yedik. amcama aklımdaki her şeyi sordum…

- bu adamlar neden bu tablonun ya da günlüğün peşinde?

- sebebini biliyor olmalısın

- ama bir çok başka şey çıktı işin içinden… tablodaki kan… günlüğün işaret ettiği yer. büyü

- büyü falan yok dedi… seni korkutmak için söylemiş olmalılar. ya da bu hastane düzeneğine hazırlamak için…

- ne yani o sesi yıllardır bugüne hazırlık olsun diye mi duyuyordum?

- bilmiyorum dedi… göreceğiz..

- kim bu adamlar dedim? her şey o kadar karıştı ki…

- çünkü kendi içlerinde karışıklar antonio dedi… hepsinin içinde köstebekler var. hiç biri güvenilir ya da sağlam değil… atilla bizim teşkilat için çalışıyo gibi görünse de, pennsylvania’ya hizmet ediyor. morales ayrı bir muamma… yahudi asıllı.

- aksanından anlamıştım…

- evet ama kilise adına çalışıyordu… birkaç yıl önce deşifre olunca yüzünü değiştirip bağlı olduğu illuminatiye geri döndü.. anlayacağın hepsi birbirinin kuyusunu kazıyor…

- şimdi ne yapacağız?

- antalya’ya gidiyoruz. annenle kardeşin de gelecek… en güvende olacağımız yer orası…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:03)

@2143 kp'yi birinci sezondan hatırlarsınız. ölmüştü...
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:03)

@2145 doğru açılımı kayın peder. huur çocuğu olarak da bilinir bu hikayede.
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:04)

kafam yine karışmıştı. her şey, herkes iç içe girmişti. atiila ve arkasındaki topluluk(bundan sonra sadece sadece topluluk diyorum beyler anlayın) avrili bile işin içine sokmuşlardı. belli ki benim hakkımda sandığımdan fazlasını biliyorlardı… antalyaya gittik… ben, ashley, annem, kardeşim ve bay x.
safa bey bizi gördüğüne şaşırmamıştı. ya da başka duyguları şaşkınlığının önüne geçmişti… hatırlarsanız amanda yüzünden amcamla araları bozuktu…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:06)

yine de bize yardımcı olmuşlardı.
bay x’in gelişi kendime olan güvenimi yerine getirmişti. ..
yıllardır bir şeylerin peşinden koşmuş ama hep bir ekgiblik hissetmiş, hiçbir şeyden emin olamamış, bir türlü kafamı toparlayamamıştım.
şimdi daha iyiydim…

bunu bay x’e de söylemiştim…

- sen öyle san dedi…muhtemeln sana bir şeyler verdiler… ilaç falan. bu hislerinin sebebi bu olabilir. sonunda deli olduğuna inanmanı sağlamak günlük nerede dedim?
ashley çıkardı. o gece nedense bunu almamışlar…
yapmamız gereken tabloyu bulmaktı. bay x’e söyledim. onayladı. bi bakalım dedi. neredeymiş…
bir süre antalya’da kaldık. o sırada amcam yine ortadan kaybolmuştu. geri geldiğinde söyleyeek önemli bir haberi vardı…

- sanırım tablonun yerini biliyorum…

- neredeymiş?

- viyana’da…

- ashley şaşırdı… ben de tabi..

- dr. anthony diye bi adam varmış… ama ne toplulukla ne kiliseyle ne de illuminatiyle bi bağlantısı olduğunu düşünmüyorum…

- kim peki dedim…

- bizim teşkilat olabilir dedi. dağhan ve denizhan kardeşlerle bir bağlantısı var çünkü…

- o zaman toplulukla da bağlantısı olamaz mı dedim?

- olabilir ama atilla bu bağlantısını gizli tutuyordur. anthony sadece teşkilata çalıştığını düşünüyor olmalı dedi…

avusturya yolu görünmüştü bize yeniden. ama daha temkinli olmalıydık. artık güvende değildik…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:22)

- sen ben ve ashley gidelim dedi bay x.
ama sen öldün görünüyosun, nasıl çıkacaksın yurt dışına, vizesi var bilmem ne demedim. o yokken vizelerle baya uğraşmıştık. ama adam bana 1 günde ehliyet almıştı. hem de sahte falan değildi. hatırlarsınız ilk sezondan… yalnız bir pürüz vardı…
- biz amerika’dayken oradan getirildik. ama nasıl olduğunu hatırlamıyoruz… pasaportlarımızda da amerika’dan çıkış yaptığımız görünmüyor… dedim.
- hallederiz dedi.
- yuh amk dedim içimden… neyse ona güveniyordum…
çok geçmeden viyanaya gitik. bay x sürekli birileriyle iletişim halindeydi.. tanıdığı birileri vardı belli ki… biz bir süreliğine yanında ayrılıp, ömer abiyi ziyarete gittik. evindeydi. hastaneden çıkmıştı. onu telaşlandırmak istemediğimizden bir şey anlatmadık ama olanların farkında gibiydi. üstelemedi. çok geçmeden ayrıldık yanından… bay x le tekrar buluştuk…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:31)

@2163 tövbe tövbe:d eyvallah panpa...
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:31)

- anthony şu an laboratuarındaymış…

- tabloyu orada saklıyor olabilir… gidelim mi?

- sanmam. muhtemelen daha güvenli bir yerdedir… takip etmekte fayda var…

adam ölüp geldikten sonra değişmişti. bu kadar uzun cümleler kurmazdı eskiden. ya da açıklama yapmak istemezdi. vardı bir bildiği belki de… gülümsedim… o an ashley’le göz göze geldik… yine gülümseyişimi yakalamıştı… o sormadan ben cevap verdim…

- sonra anlatırım=)

son zamanlarda ashley’le bariz bir ilişkimiz vardı. her şeyi birlikte yapar olmuştuk. geceleri bile beraber uyuyorduk ama hala bu konuda hiçbir konuşma geçmemişti aramızda… türk kızı damarı tutmuyordu hiç. biz şimdi neyiz demiyordu… ona karşı bir şeyler hissediyordum. ama emin değildim. belki o da aynı durumdaydı. belki bu yüzdendi hiç dile getirmeyişimiz…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:37)

gece geç saatlerde anthony laboratuardan ayrıldı. peşine takıldık… bi yere geldi. park edip içeri girdi. eviydi sanırım… bay x’e dönüp şimdi ne yapacağız dedim… bir şey söylemedi… hay şom ağzımı gibeydim…
bir saat sonra anthony’nin ışıkları söndü… hareketlendik. içeri gireceğimizi düşünürken, bay x arabaya bindi.

-hadi gelmiyor musunuz?

sorgulamadık. bindik. kaldığımız yere gittik.

- yarın hazır olun deyip yatmaya gitti bay x.
cevap verme gereği duymadım. bir zaman idolüm olan adam gibi davranmaya başlamıştım yine…
uyuyamıyordum… avirl’in söyledikleri aklımdaydı hala. nedensizce hala ihtimal veriyordum söylediklerine… shley’de uyanıktı… ne oldu dedi…

durumu anlattım…

sessizce yaklaşıp öptü. ama öyle küçücük diye tabir edilebilecek bir öpücük değildi bu.

- sence bu gerçek olamaz mı dedi…

gülümsedim. söyleyecek söz yoktu…

- seni seviyorum antonio…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:43)

___________________________________
yetsin mi beyler yoruldum lan amk...
___________________________________
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:45)

vicdansız binler
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:47)

ertesi gün akşam üstü anthony’nin evine gittik. evde kimse yoktu. bay x kapıyı bir şekilde açmayı başarmıştı. içeri girdik… ortalıkta olamazdı herhalde. saklayabileceği bir yer olmalıydı… baktık… ama yoktu sonra ashley kitapların arasında bir kasa buldu. açmaya çalıştık ama başaramamıştık. neticede kasa hırsızı değildi hiç birimiz. bay x’te yapamamıştı… sonra aklıma bir şey geldi… aklıma gelen şifreyi girdim…

7677464

olmadı… possiniyi denemiştim…

dona’yı denedim…

3662

yine olmadı…
ashley dona’nın aslında dona diye yazıldığı hatırlattı. yeniden denedik.

36662

olmuştu. gerçekten de sir anthony şifreyi 1234 yapsa daha zor bulurduk… kendini güvence altına alamamıştı. çünkü tablo oradaydı… ömer abinin yaptığı gibi kaştı halde… hemen alıp çıktık… istediğimizi almıştık… çok geçmeden türkiye’ye geri döndük.
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:53)

safa beyin mekanına gittik. herkes oradaydı. oturduk…

- tablo hakkında ne biliyoruz? dedim bay x’e

- tek bildiğimiz, possinin dona’yı resmettiği. kanla…

- daha önce bunu bulmuştuk. birden fazla kişinin kanı varmış üstünde. belli ki possini ve
dona kendi kanlarıyla yaptılar bunu…

- mümkün dedi… ama yine de bir araştırmak lazım… eski adli tıpçı bir arkadaşım var. onunla görüşmem lazım. belki inceleyebilir.

çok geçmeden geldi bay x…

- akşama burada olur.

- tablodan bahsettin mi?

- şimdilik hayır… sadece çok acil dedim…

- ona ne kadar güvenebiliriz?

- şimdilik güvenmek zoırundayız dedi…

ertesi gün doktor emrah geldi…
(tinttlf ?, 22.07.2012 01:59)

gerekli malzemeleri de getirmişti…

tabloyu görünce şaşırdı, ama fazla sorgulamadı. belli amcamı iyi tanıyordu…
üzerinde çalışmaya başladı…
günlükte okuduğum dizeler hala aklımdaydı…

- lütfen sadece bir noktadan örnek almayın… aradığımız şey küçük bir noktada bile olabilir dedim…

işine karışmam pek hoşuna gitmemişti…
ama haklı olduğumu anlayacaktı… akşama doğru işini bitirmişti… yanımıza geldi. bana iğneleme yaparcasına bir gönderme yaptığını fark ettim konuşurken…

- haklıymışsınız… düşündüğünüz gibi 2 değil, 3 kişiye ait kan örneği var. kadının bileğinin
olduğu noktada, diğerlerinden farklı… kuru olduğu için içeriği hakkında fazla bir şey söyleyemem.

ama diğerlerinde farklı…

geri kalanı öğrenebileceğimiz tek bir yer olduğunu biliyorduk… günlük…
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:05)

dona bu kanın bir şeylere derman olacağından bahsediyordu. morales’in söyledikler doğru muydu? doktor emraha sordum… bir virüsün tedavisini içeriyor olabilir mi bu farklı olan kan?

- kan kurumuş, içinde her hangi bir madde var mıdır bir ilaç vs. bilmiyorum. ama bir bağışıklık içeriyorsa, yani dna’sında, daha detaylı incelenmesi gerekir…

ne anlatmıştı dona?

günlüğü baştan incelememiz gerekecekti…
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:12)

_____________________________
tavanımdan(penceremden) giren güneş
aydınlattı dünyamı
öyle yüksek bir yapı(bina, ev)
güneşten yüksek sanıyorlar

ama güneş daha da yakacak
onlar güneşe yaklaştıkça
öğleden sonra öttü diye
horozları kesiyorlar
___________________________

(bu dizeleri geçen sezondan hatırlarsınız... )

buradan tek çıkarabildiğim anlam, kilisenin, kendi aleyhinde konuşanları öldürdüğüydü. dona onların doğruyu kilisenin ise yanlışı söylediğine inanmıştı… yüksek yapı dan kasıt belli ki gotik mimariye sahip kiliselerdi… ama bu insanlar ne demişti de kilise hepsini katletmişti?
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:16)

flamma cingit caelum
et mendacium concident
cum imbre flammas
iustus infidelis effugiet

alevler saracak gök yüzünü
ve yıkılacak yalanları
o alevlerini püskürttüğünde
sadece inanmayanlar(kafirler) kurtulacak
________________________________________________

ashley bana dönüp, kilise kimlere kafir der biliyor musun? dedi…

inanmayanlara mı dedim…

hayır, kendi söylediğine inanmayanlara. burada dona, belli ki kinaye yapmış. ironi… asıl inanların kendileri olduğunu, kilisenin de onları da kafir diye nitelediğini söylemiş belli ki…

haklıydı… altında başka anlamlar aramaktan, ilk anlamını göz ardı ediyordum…

bir incilin habercisi olduğunu biliyorduk bu günlüğün.. öyle düşünüyorduk… kendinden sonra başka bir peygamber geleceğini müjdelediğine inandığımız bir peygamberin kitabı… ama bu kilisenin işine gelmezdi… kendisinden sonraki dinin varlığını kabul etmek, kendi dinlerini geçersiz kılacaktı. bu yüzden gerçek anlamda

hz. isa’ya inanları katletmişlerdi…
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:23)

olayı kavramak için, en baştan başlamamız gerekiyordu… hz. isa ‘ dan…
bu konuda yardım alabileceğimiz arkdaşlarım var dedi ashley… birkaç telefon görüşmesi yaptı… geldi..

- internet var mı burada?

internet üstünden, uzmanlığı hristiyanlık tarihi olan olan bir arkadaşıyla konuştuk… bize hz. isa hakkında resmi-gayrı-resmi her şeyi anlattı…
işimize yarar pek bir şey yok gibi görünüyordu…
daha spesifik şeyler yok mu dedim? anekdotlar… vs. mesela bizim dinimizde çoktur…

var dedi… anlatmaya başladı.

bir anda sözünü kestim… anlattığı şey ilgimi çekmişti…
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:31)

anlattığı olay, hz. isa’nın çarmıha gerilmeden önce, işkence gördüğü yerdi. romalı askerler, yahudilerin kışkırtmasıyla uzun süre kendisine işkence etmiş, kırbaçlamışlardı… hikayede ya da anekdotda ilgimi çeken nokta ise, hz. meryem’in bir yardımcısının, havarinin yardımıyla, hz. isa oradan arkaülüp zindana atıldıktan sonra yaptığı şeydi… bir çarşafla yerdeki kanı silmiş ve tanrının oğlunun kanı yerde kalmamalı demişti…

belli ki bu hristiyan inancında bir öyküydü ama ya gerçekse… ya değiştirilen kısmı sadece “oğlu” kısmıysa… ya hepsi doğruysa ve allah’ın peygamberinin kanı yerde kalmasın deyip, orayı silmişse…

o bez şimdi neredeydi?

o kan neredeydi…

hz. isa’nın dna’sı.. tüm dünyadaki dengeyi değiştiremez miydi?

umduğumuzdan da büyük bir şey bulmuş olabilirdik…
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:32)

______________________________

eveeeeet. gecenin sonu beyler. dinleyenleri öpüyorum. yarın görüşürüz. bizim de işimiz gücümüz var amk. daha yarın marstaki hayatı keşfetmem lazım=)

_____________________________
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:34)

@2200 çatlayın amk...
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:39)

yok panpa güneşi görmeden uyumam ama yoruldum anlayın beni de. başım ağrıyo yazdıkça. önceden yazıp hazırlayabilsem, hem sizi bekletmem, hem zorlanmam ama o zaman da bi tak gelmiyo aklıma mecburen böyle yapıyorum...
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:41)

@2209 tam başlığına geldin amk
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:47)

yarın devam ederiz binler...
(tinttlf ?, 22.07.2012 02:54)

hikayenin paint terk karakter tablosu. gerçek oyunculardan bi cast yaptım üşenmeyip. bazı yazar arkadaşların fikirlerinden yardım alarak...

http://tinypic.com/view.php?pic=2i8wy0p&s=6
(tinttlf ?, 22.07.2012 04:42 ~ 05:02)

bu arada yarın gece final yapabiliriz geyler... sezon finali değil direk son. ya da the one before last bölümünü yayınlayabilirim. burada olun da tadı çıksın azcık herkes sonradan okuyo. rezervini alan kaçıyo için… neyseki şimdi onlardan uzaktayız. şimdilik…
uzun süre ayrı kaldık. son parçaları bir hatırlayalım... ama özetle tablonun peşinde olan kahramanlarımız anthony'nin evine girmişti gizlice...
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:04)

flamma cingit caelum
et mendacium concident
cum imbre flammas
iustus infidelis effugiet

alevler saracak gök yüzünü
ve yıkılacak yalanları
o alevlerini püskürttüğünde
sadece inanmayanlar(kafirler) kurtulacak
ashley bana dönüp, kilise kimlere kafir der biliyor musun? dedi…
inanmayanlara mı dedim…
hayır, kendi söylediğine inanmayanlara. burada dona, belli ki kinaye yapmış. ironi… asıl inanların kendileri olduğunu, kilisenin de onları da kafir diye nitelediğini söylemiş belli ki…

haklıydı… altında başka anlamlar aramaktan, ilk anlamını göz ardı ediyordum…
bir incilin habercisi olduğunu biliyorduk bu günlüğün.. öyle düşünüyorduk… kendinden sonra başka bir peygamber geleceğini müjdelediğine inandığımız bir peygamberin kitabı… ama bu kilisenin işine gelmezdi… kendisinden sonraki dinin varlığını kabul etmek, kendi dinlerini geçersiz kılacaktı. bu yüzden gerçek anlamda hz. isa’ya inanları katletmişlerdi…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:04)

olayı kavramak için, en baştan başlamamız gerekiyordu… hz. isa ‘ dan…
bu konuda yardım alabileceğimiz arkdaşlarım var dedi ashley… birkaç telefon görüşmesi yaptı… geldi..
- internet var mı burada?

internet üstünden, uzmanlığı hristiyanlık tarihi olan olan bir arkadaşıyla konuştuk… bize hz. isa hakkında resmi-gayrı-resmi her şeyi anlattı…
işimize yarar pek bir şey yok gibi görünüyordu…
daha spesifik şeyler yok mu dedim? anekdotlar… vs. mesela bizim dinimizde çoktur…
var dedi… anlatmaya başladı.
bir anda sözünü kestim… anlattığı şey ilgimi çekmişti…
anlattığı olay, hz. isa’nın çarmıha gerilmeden önce, işkence gördüğü yerdi. romalı askerler, yahudilerin kışkırtmasıyla uzun süre kendisine işkence etmiş, kırbaçlamışlardı… hikayede ya da anekdotda ilgimi çeken nokta ise, hz. meryem’in bir yardımcısının, havarinin yardımıyla, hz. isa oradan götülüp zindana atıldıktan sonra yaptığı şeydi… bir çarşafla yerdeki kanı silmiş ve tanrının oğlunun kanı yerde kalmamalı demişti…
belli ki bu hristiyan inancında bir öyküydü ama ya gerçekse… ya değiştirilen kısmı sadece “oğlu” kısmıysa… ya hepsi doğruysa ve allah’ın peygamberinin kanı yerde kalmasın deyip, orayı silmişse…
o bez şimdi neredeydi?
o kan neredeydi…
hz. isa’nın dna’sı.. tüm dünyadaki dengeyi değiştiremez miydi?
umduğumuzdan da büyük bir şey bulmuş olabilirdik…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:04)

bunu bilmemizin bir yolu yoktu. sonuçta karşılaştırabileceğimiz bir örnek falan bulunmuyordu… yine de incelemekte fayda vardı gerçi ama… cevaplara bu şekilde ulaşamayacağımız aşikardı. incelememiz gereken şey, cevapların bulunduğu şey, günlükten başkası olamazdı…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:07)

aradan 1 haftadan uzun bir süre geçmişti. bay x’in gelişiyle elimiz güçlenmişti. kimsenin bilmediği bağlantıları vardı. özellikle antalya’da. bize göre büyük bir turizm kenti olan antalya, bay x, safa bey ve sebastian için çok daha fazlasıydı. biliyordum. burada güvendikleri başka şeyler olmalıydı. yoksa safa bey yaptığı için çoğunu izmir veya istanbul üzerinden yürütüyordu ama kendisi yıllardır burayı terk etmemişti. sebebini bilmesem de, onlara güvendiğim için burada ben de kendimi güvende hissediyordum. ayrıca annem ve kardeşimin başına bir şey gelmesini de istemiyordum…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:07)

1 haftadır, günlükte, daha önce kullanmadığımız dizelere bakıyorduk. ashley ve ben. ama ne yazık ki hiçbir şey bulamamıştık. diğer dizelerin, gerçek incilin yerini göstermek için yazıldığı artık bizim için kesindi. ama dona gibi kadın bu günlüğün sadece belli birkaç yerine bir şeyler gizlemiş olamazdı. bence günlüğün tamamında bir şeyler vardı. kulağa basit gelen cümlelerin içinde bir şeyler gizli olmalıydı…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:07)

aradan geçen zaman zarfında, annem ve kardeşimin de ashley’yle ne kadar iyi anlaştıklarını görmüştüm. artık çat pat türkçe konuşuyordu. belki anneme bu yüzden tatlı geliyordu. konuştukları çoğu şeyi ben çevirmediğim sürece anlayamasalar da, aralarında bir elektirik olması hoşuma gitmişti. çünkü artık ashley de benim için büyük bir anlam ifade ediyordu. sıradan, alelade biri zaten değildi, ama sadece bana yardım eden hoş bir kadın da değildi artık. bir şeyler hissediyordum… uzun zaman sonra ilk kez….
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:10)

doktor emrahla yeniden bağlantıya geçtik.
daha kapsamlı bir araştırma için gerekenleri safa bey sağlayabilmişti.
artık daha fazla zaman kaybedemezdim.
ortalıkta bir ölüm sessizliği hakimdi ve herkes bunun farkındaydı.
sakin görünen günlerimiz aslında hayli gergin geçiyordu.
ve ben bunun daha fazla uzamasından yana değildim.

kaldığımız ev oldukça büyüktü.
bir odasını laboratuar gibi düzenletmişti safa bey.
sanırım bunu emrah istemişti ondan.
çok geçmeden dr. emrah geldi.

her şeye yeniden başladık.
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:13)

birkaç gün geçmişti. emrah ashley ve ben oturup bir durum değerlendirmesi yaptık.
sonuç pek iç açıcı değildi. hiç birimiz yeni bir şeye ulaşamamıştık.
3. kan örneğiyle ilgili pek tahmin de bulunamıyordu emrah bey.
sadece el kısmında var demişti.
ama neden?
ne anlatmak istemiş olabilirdi üstad possini?
dona neden daha açıklayıcı değildi?

günlerdir gece gündüz, bir şeyler bulmak için defalarca, defalarca okumuştuk günlüğü.
ama tahminlerimizin ötesine geçememiştik…
sabah olmak üzereydi.
dinlenmek üzere herkes odasına çekildi.
çok geçmeden kapımın çalındığını işittim.
gelen ashley’ydi…
(annemlerin de aynı evde olmasında dolayı, ayrı odalardaydık ashley ile…)

- kendini çok zorluyorsun… dedi.

- biliyorum ama benim için artık bir merakın ötesinde bu konu. hayatımı boş çabalar peşinde
geçirdim. belki de artık iyi bir şey yapmamın zamanı gelmiştir.

- sen iyi birisin antonyo. bunu biliyoruz. kanıtlamana gerek yok…

- kanıtlama amacında değilim de… ama, bilmiyorum… belki de inat haline geldi. çok insan öldü bu yüzden. bazıları tekrar dirildi hatta. hayatımı haybeye harcamış olduğumu görmek istemiyorumdur belki de… yani, bunu çözebilirsek, sanırım kendimi daha iyi hissederim. en azından yapmış olduğum şeylerin bir kısmının bir amacı olur…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:22)

uyuyamıyordum ki…
düşünmeden edemiyordum…
aklımda hep aynı dizeler vardı. günlüğün anahtarının o dizeler olduğunu düşünüyordum.
beni genelde yanıltmayan hislerim de öyle olduğunu söylüyordu.
o kadar çok okumuştum ki, ezberlemiştim ve sürekli tekrar ediyordum içimden.

flamma cingit caelum
et mendacium concident
cum imbre flammas
iustus infidelis effugiet

alevler saracak gök yüzünü
ve yıkılacak yalanları
o alevlerini püskürttüğünde
sadece inanmayanlar(kafirler) kurtulacak

ne demeye çalışmıştı dona?
ne anlatıyordu?
ne saklıydı burada…
sanki herçeyin başlangıcını anlatıyordu.
ama bu görünen anlamıydı.
altında başka bir şey olmalıydı ama ne?

altında ne olabilirdi?

altında?

altında mı?

aklıma bir şey gelmişti. devamına baktım…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:55)

vos obtulit fictus locis
numquam ad te
solent invenire cum ire
quod numquam terra

flare ventus versus
veritatem potest capere
si antem ad tuber
te sanctuarium turpis olfacies flos

loca summa putes
actu sunt sub terra
si non potes videre
ante corrueret mendacium

in qui dicere veritatem
mortui cum non ratione
sed mendaces sunt vivere
clam et invisibilis


sahte evler(yerler) sundunuz
asla sizin olmayan evler
gittiklerinde bulamayacaklar
aslında olmayan bir yeri

rüzgar estiği yönden
doğruları getirmez
çöplüğünüzden eserse
mabediniz çiçek kokmaz

yüksek sandığınız yerler
aslında yerin dibinde
baksanızda göremezsiniz
yalanlar yıkılmadan

gerçekleri söyleyenler
öldüler sebepsizce
yalancılarsa yaşıyorlar
görünmeden ve gizlice
gittiklerinde bulamayacaklar
aslında olmayan bir yeri

burada insanlara cennet vaat eden papazlara bir gönderme olduğu kesindi.
ama bu kısım, dizelerin devamıyla bir uyum içindeydi sanki.

dona ile konusuyor gibi hissetmiştim. gittiklerinde bulamayacaklar, olmayan bir yeri. tıpkı bizim, baktığımızda bulamadığımız gibi… olmayan bir yer… olmayan yer… tablodaki kan, düşündüğümüz gibi dona ve possiniye ait değilse… yani, dona tablo için kanını akıtmadıysa ama öyle görünmesini istediyse… yani donnanın sarılı olan eli, ve farklı kan örneğinin olduğu o kısım, ya bizim gibi düşünülmesini sağlamak içinse. yani aslında dona nın eli kesilmemişse… dörtlüklerin bazı kısımlarını bir anda birleştirdim gözlerimle. istemsizce…

gittiklerinde bulamayacaklar
aslında olmayan bir yeri
rüzgar estiği yönden
doğruları getirmez
baksanızda göremezsiniz
yalanlar yıkılmadan
gerçekleri söyleyenler
öldüler sebepsizce
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:56)

tamamen anlamıştım…
yani baktığımızda bulamadık. aslında olmayan yer de, aslında kesilmemiş olan eli. demek ki orada değildi aradığımız şey. diğer kısımlarındaydı tablonun.

rüzgar estiği yönden, doğruları getirmez… görünen kısmında değildi tablonun. arka kısmında mıydı? ön yüzünde değil de…

baksanızda göremezsiniz… evet kesinlikle görünen kısmında değildi.

yalanlar yıkılmadan… yalandan kastı belki de bakanların öyle düşünmesini sağlamak için kesilmiş gibi gösterdiği eliydi… bu nasıl yıkılacaktı?

gerçekleri söyleyenler, öldüler sebepsizce… burada isa’ya inananları değil de hz. isa’nın kendisi kastettiyse…

koşarak odadan çıktım. emrah’ı ve ashley’yi kaldırdım. laboratuara gittik.

- bir şey buldum emrah… şu donanın elinin olduğu kısım. olay orada değil. etrafında… o katmanı kazımalıyız. karıştırmadan örnek alabilir misin?

- denerim… dedi…

çalışmaya başladı.

bir şeyler bulmuştu. şaşkındı. haklıymışsın dedi. alt tabakada başka bir kan örneği var. hem de bu kez öyle netki. sanki, üst tabaka sadece koruma amaçlı feda edilmişte, alttaki kan tabakasına zarar gelmesin istenmiş gibi. çok ilginç. neredeyse canlı hücreleri var hala. ya da aklım bana bir oyun oynuyor. çünkü hücreleri hareketli sandım bir an… yanınızda beni de delirttiniz sanırım…
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:58)

diğer kısımlara da bakabilir misin dedim.
aynı kan örneğinden bulabilecek misin?

o sırada ben de ashley’ye neler bulduğumdan bahsettim.
emrah döndüğünde, söylediklerimi onaylamıştı neredeyse.
evet dedi. haklısın.
tablonun neredeyse tamamında var.
sadece kenarlarında, bazı kısımları boş.
ama bu nasıl olur?

gülümsedim…

- inançsız biri için, bu tip olaylar abestir. ama ben, bunca olaydan sonra, hiçbir şeye inanmamanın tehlikesini görmüştüm. insanoğlu yaradılışı gereği bir şeylere inanma ihtiyacı içindeydi. kimisi doğru olana. kimisi yanlış olana. kimisi de hiçbir şeye. ama bir şekilde, dolaylı da olsa herkes bir şeylere inanıyor…

- nası yani, ne demek istiyorsun ki?

- yanisi şu. benim inanmayı seçtiğim şey, bu tip olayları kabul eder. bazı özel insanların, öldükten sonra bile süren bazı mucize denilen şeyleri vardır... kanuni sultan süleyman’ın, kutsal emanetler olarak bilinen, hz. önemli’in saçı veya sakalının parçalarını nasıl toplattığını biliyor musun dedim?

- babası getirmedi mi onları osmanlıya dedi.

- bu bilgiye vakıf olmasına sevinmiştim. karşımda ne demek istediğimi anlayabilecek biri vardı. evet dedim. ama içinde sahteleri de vardı. gerçeğinden nasıl ayırt etti?

- bilmiyorum dedi.

- bir şey vardır islam’da. peygamberin, yani hz. önemli’in bedeni çürümez. saçı ve sakalı yanmaz.

- hadi be oradan dedi.
- evet dedim. inanmayabilirsin. ama arşivlerde, bu tatbikatı bizzat kendisinin yaptığını bulabilirsin. kutsal emanetlere, yani hz. önemli’in saçı ve sakalı olduğu söylenen şeylere ateş değirmiştir kanuni. ve gerçekten bazıları yanmamıştır. bu şekilde ayırt etmiştir. yani hz. isa’nın, ki kendisi ölmeden önce arşa alınıp yerine başka bir bedenin konduğuna inanılır, bir kan örneği varsa bu dünyada, canlı olma ihtimali vardır.

bay x’i çağırıp olanları anlattık. nedense öyle normal karşılamıştı ki, sanki bekliyordu böyle bir sonucu. gerçi adam öyle sakin ve ketumdu ki. hala çözememiştim.
(tinttlf ?, 01.08.2012 01:59)

- aferim çocuklar dedi. sonunda çabalarımızın karşılığını alacağız.

- nasıl yani dedim… ne gibi…

- eskiden beri böyle bir efsane vardı. elbette abartıldı biraz, ama söylentiler hep, possini’nin mirasının, hristiyanlığı derinden sarsabiloecek güçte olduğu yönündeydi. bunu herkes duymuştu. bu yüzden de herkes peşindeydi. ama kimse aslında tam olarak neler gizlendiğini bilemedi. sizin dışınızda. sana en başında güvenmemin doğru olduğunu biliyordum antonio. beni hayal kırıklığına uğratmadın…

- peki şimdi ne olacak?

- şimdilik bu bilgi, dünyanın kaldırabileceği nitelikte değil. ama artık elimizde kanıtlar var ve daha güçlüyüz. ne illuminati, ne kilise ne de topluluk, bu bilginin gün ışığına çıkmasını istemez. planları bozulur. tek tek hepsiyle görüşüp anlaşadabiliriz. ama gerek yok. nasılsa hepsi bi noktada aynı yerde buluşuyorlar. ortak bazı amaçları var.

- neden çatışıyorlar ki o zaman dedim.

- güç dengesi antonio dedi.. hepsi en güçlü olmayı istiyor. ama şu an, elimizdekiyle birlikte, hiç birimizden güçlü değiller. ben tablo ve günlüğü, güvenliğinden kesin emin olacağım bir yerde saklarım. ta ki zamanı gelene kadar…

- neyin zamanı?

- gerçekleri gün yüzüne çıkarmanın evlat… dünyayı değiştirmenin zamanı… bir gün. ama bugün değil…

bugün değil
(tinttlf ?, 01.08.2012 02:06)

amcamın yıllardır gerçekleştirmeye çalıştığı şey bu olmalıydı… yıllardır peşinde koştuğu ideali… o bir kanun kaçağı gibi görünmüş olsa da, aslında değer verdiği şeyler için savaşan biriydi benim için. hala idolümdü. tek amacı, tablonun peşinde olan gruplar tarafından yönetilen insanların gerçekleri görmesiydi. bir planı vardı. kimsenin bilmediği. belki de artık illuminati, kilise ya da cemaat, her şeye burnunu sokamayacaktı bu sayede, kim bilir…
(tinttlf ?, 01.08.2012 02:10)

aradan bir yıl geçti. artık güvendeyiz. uzun zamandır morales ya da diğerleri tarafından rahatsız edilmedim. sanırım edilmeyeceğim de… amcamın sandığımdan daha güçlü olduğunu anlamıştım… annem ve kardeşim, sonunda huzurlu bir hayata sahiptiler. ve ashley… çalışmalarını bir yıldır hala amerika’da devam etse de, yakında türkiye’de çalışmaya başlayacak. belki de evleniriz…
geçen haftaya kadar hayatım öyle rutindi ki…
bir mektup aldım. sanırım bundan en son mektup alışım… hiç olmamıştı. bay x’ti.

bana bir şey olursa, tablo ve günlüğün yerini kimse bilmiyor. ama sen bulabilirsin. kim olduğunu sakın unutma antonio.
amcan, bay x.

____________________________son??_____________________
(tinttlf ?, 01.08.2012 02:14 ~ 03:36)

@2321 olum ettik bitirdik işte. zaten yazınca final olcak demiştim. ama internete giremiyodum günlerdir.
(tinttlf ?, 01.08.2012 03:36)

@2328 / genel açıklama:

panpa hastane kısmını aslında planladığımdan daha kısa kestim. sözlükteki sabırsız amcıkları yüzünden. yani ben onu yazınca hasgibtir, yazacağın şeyi gibeyim gibi tepkiler geldi bi anda. mesaj falan attılar. ben de kısa kesmek zorunda kaldım. yoksa o kısım benim en sevdiğim yer. yani antonio gerçekten şizofren falan olabileceğini düşünüyor. bunu oraya uyurken bayıltıp arkaürüyorlar. onu açıklamış olmam lazım hatırlamıyorum da gerçi. bazen düşündüğümün tamamını yazmıyorum... neyse işte, hastanede gerçekten deli olduğunu sanması gerekiyodu hem antonionun hem de okuyanların ama bazı arkadaşlar dayanamadı. gibtiler olayı. o yüzden kısa kestim mecburen.

açık bi kapı bıraktım doğru. belki devam eder diye. ama sıkıldım bu hikayeden. bi de aceleye geldi final haklısın. çünkü günlerdir girememiştim nete. tepki alınca tabi haklı olarak milletten, hemen bitireyim diye uğraştım. ama acele etmesem de çok fazla olay olmayacaktı artık. bağlama kısmı gelmişti.

çığlık olayını kasten havada bıraktım. onu aslında baştan, bay x'in örgütünden birisinin işi olarak düşünmüştüm. bi kadın mesela ajan gibi. antonio yu koruması için bay x tarafından gönderilmiş. silah yerine ok kullanıyo. attığı oklar çığlığa benzer bi ses çıkarıyo havada süzüldükçe diye fikir vardı aklımda. sonradan vaz geçip böyle bıraktım. ilerde belki daha farklı bir sebebe bağlayıp devam ederim ordan diye. ama pek canım da istemiyor hani...

3. sezon zaten 2. sezondan arta kalanları toparlamak için yazıldı biraz. 2. sezon daha fazla sıkmadan bitirmek icap etti, ama her şeyi açıklayamadım. 3. sezona o yüzden ihtiyaç duyduk. çok fazla atraksiyon yok o yüzden.